Neriman Altındağ Tüfekçi Doğum 14 Mart 1926 İstanbul, Türkiye Ölüm 3 Şubat 2009 (82 yaşında) İstanbul, Türkiye Meslekler Türk Halk Müziği solisti ve şefi Eş Muzaffer Sarısözen Nida Tüfekçi Neriman Altındağ Tüfekçi, (d. 14 Mart 1926, İstanbul - ö. 3 Şubat 2009, İstanbul)[1], İlk kadın Türk Halk Müziği solisti ve ilk kadın şefidir. Türk sanat müziği sanatçısı Perihan Altındağ Sözeri ile kardeştir. Ailesi aslen Amasyalıdır, babası Amasya'lı Nurettin Behiç Bey'dir anne tarafı ise Erzurumludur. İlkokulu, Nene Hatun İlkokulu'nda, Ortaöğretimini ise Nişantaşı Kız Lisesi'nde 1942 yılında bitirdi. Liseyi bitirdiği yıl olan 1942'de sınavla Ankara Radyosu'na girdi. Türk Halk Müziği'nin bağımsız bir dal olarak ayrılmasından sonra bu ihtisas dalını seçen ilk kişidir. 1949 yılında Yurttan Sesler Korosu Şef yardımcılığına atandı. 1950 yılında repetitörlük ve 1953 yılında solist öğretmenliği unvanını aldı. 1957 yılında Kadınlar Korosu"nu kurdu ve yönetti. 1959 yılında İstanbul Radyosu'na atandı. İstanbul Radyosu'nda solistliğin yanı sıra Yurttan Sesler Kadınlar Korosunu kurdu ve yönetti. Türk Müziği Şube Müdür Yardımcılığı görevini de yürüttü. 1972 yılında tekrar Ankara Radyosu'na dönerek solistlik ve şeflik görevlerini burada sürdürdü. İstanbul'da kurulmakta olan Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nın kuruluş çalışmalarına katılamak amacıyla, 1976 yılında TRT'den ayrılarak Konservatuvar'a Kurucu Yönetim Kurulu Üyesi ve Öğretim görevlisi olarak atandı. Muzaffer Sarısözen'le evliliğinden Memil Sarısözen (1952) adlı bir oğlu, Nida Tüfekçi ile evliliğinden Gamze (Tüfekçi) Yazıcı (1958) adlı bir kızı vardır. Sanat yaşamı boyunca çeşitli görevler üstlenmiş olan Neriman Altındağ Tüfekçi, repertuvarında yer alan tüm öğelere ait türkü ve özellikle uzun havaları aslına ve yöre üslubuna uygun yorumuyla solist olarak büyük başarı ve ün kazanmıştır. Zamanın akademik eğitim veren tek kuruluşu olan Ankara Radyosun'da oluşturulan büyük jürilerce yapılan sınavları üstün başarı ile kazanarak; İlk kadın solist, İlk kadın öğretmen, İlk kadın şef ve bugüne kadar Halk Müziği dalında verilen ilk ve tek kadın artist-öğretmen unvanlarına layık görülmüştür. Hançere özelliği ve sesinin genişliği yanı sıra çok titiz çalışması onun, gerek uzunhavalar gerekse kırıkhavalar konusunda en geniş repertuvara sahip Halk Müziği sanatçısı olmasını sağlamıştır. Yüzden fazla derlemesi bulunan Neriman Altındağ Tüfekçi'nin Nida Tüfekçi ile birlikte yazdığı "Memleket Türküleri" adlı bir de kitabı vardır. Gerek şef ve gerek solist olarak çeşitli radyo ve televizyon konserlerinin yanı sıra, Japon Kültür Bakanlığı'nın özel davetlisi olarak Tokyo ve İşikava'da açıklamalı konserler vermiştir. Ulusal ve Uluslararası kongre, rostrum ve sempozyumlarda çeşitli bildiriler sunan Neriman Altındağ Tüfekçi, Halk Müziği ile ilgili değişik konularda konferanslar vermiştir. Bugün Halk Müziği'nin ön sıralarında yer alan sanatçıların çoğu onun öğrencileridir. İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'nın yüksek ve lisansüstü bölümlerinde öğretim görevlisi ve Danışma Birimi üyesi olarak çalışmalarına devam etmiştir. Neriman Altındağ Tüfekçi, 3 Şubat 2009'da geçirdiği kalp krizinin ardından tedavi altına alındığı hastanede öldü.
BİOGRAPHY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BİOGRAPHY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4 Şubat 2021 Perşembe
27 Mart 2019 Çarşamba
HALİT ZİYA UŞAKLIGİL
Halid Ziya Uşaklıgil (1866 – 27 Mart 1945),
Mahalle mektebindeki ilk eğitiminin ardından Fatih Askeri Rüştiyesi’ne devam etti. 93 Harbi’nin başlaması ile Halil Efendi’nin işleri bozulunca[2] aile, İzmir’e yerleşti ve Halit Ziya öğrenimini İzmir Rüştiyesi’nde sürdürdü. Ardından İzmir’de Ermeni Katolik rahiplerinin çocukları için kurulmuş yatılı bir okula devam ederek Fransızcasını geliştirdi; Fransız edebiyatını yakından tanıdı.
Fransızca çeviri denemeleri yaptıktan sonra henüz öğrenci iken ilk yazılarını yayımlamaya başladı. Önce İzmir çevresinde kendini tanıttı. Bâzı edebî yazılarını İstanbul’da Hazine-i Evrak adlı önemli bir dergide “Mehmet Halid” adıyla yayımladı. İlk yazısı Hazîne-i Evrak’ta çıkan “Deniz Danası”dır. İlk edebî yazısı (mensur şiir) “Aşkımın Mezarı” ise Tercüman-ı Hakikat’te yayımlandı (23 Nisan 1883). 1884’te Envâr-ı Zekâ’ya tercümeler yaptı. Tevfik Nevzat ve Bıçakçızâde Hakkı’yla birlikte “Nevruz” dergisini çıkarmaya başladı (13 Mart - 27 Ağustos 1884 arasında on sayı). Burada Alfred de Musset, Victor Hugo gibi Fransız romantiklerinden nesir halinde şiir tercümeleri, Louis Figuier’den popüler fenle ilgili yazılar ve derginin ilavesi olarak George Ohnet’nin “Demirhane Müdürü” adlı romanını yayımladı.
İstanbul’a giderek hariciyeci olmak için başvurdu; başvurusu kabul edilmeyince İzmir’e döndü. İstanbul’da bulunduğu süre içinde Fransız edebiyat tarihi ile ilgili olarak uzun süredir yazmak istediği kitabı yazdı. Garbdan Şarka Seyyale-i Edebiye: Fransa Edebiyatının Numune ve Tarihi adlı kitabı 1885’te 84 sayfa olarak basıldı. Bu eser, onun basılan ilk kitabıdır ve Türkçede basılmış ilk Fransız edebiyatı tarihi olma özelliği taşır[2]. İzmir’e döndükten sonra İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptı, öğretmenliğe devam ederken Osmanlı Bankası’nda çalışmaya başladı. İzmir İdadisi’nin açılmasından sonra öğretmenliğe bu okulda devam etti; Fransızcanın yanı sıra Türk Edebiyatı dersleri verdi.
Halit Ziya’nın romanları kadar mensur şiirleri de ilgi uyandırmış ve moda olmuştu. Mensur şiirler, Muallim Naci gibi divan şiiri taraftarlarından olumsuz eleştiriler alsa da, Recaizade Mahmut Ekrem, Hizmet’e gönderdiği tebrik yazısı ile yetenekli bulduğu Halit Ziya’ya destek vermişti.
Yazar, dünya edebiyatı hakkında, tiyatro tarihi hakkında yazı dizileri hazırlamış; romantizmin temsilcisi Ahmet Mithat Efendi’yi eleştirdiği ve realizmi savunduğu bir eleştiri dizisi yayımlamıştır.
Halit Ziya, 1888’de annesi Bediye Hanım’ı kaybetti. 1889’da amcası ile iki aylık seyahate çıkarak Uluslararası Paris Sergisi’ni gördü. Gezi izlenimlerini Hizmet ve Tarîk’e gönderdiği mektuplarda anlattı.[3] Aynı yılın sonunda Meclis-i Ayan Reisi Emin Ali Efendi’nin kızı Fatma Memnune Hanım’la evlendi. Halit Ziya’nın bu evlilikten 6 çocuğu dünyaya gelmiştir: Vedide, Bihin, Sadun, Güzin, Vedad ve Bülend. İlk çocuğu Vedide’yi geçirdiği bir hastalık sonucu kaybetti. Aynı şekilde Sadun ve Güzin’i de küçük yaşta kaybedecek, oğlu Vedat ise 33 yaşında trajik bir intiharla hayatına son verecektir. Halit Ziya, Sadun için Kırık Oyuncak, Güzin için Kırık Hayatlar ve Vedad için "Bir Acı Hikâye” adlı kitapları yazmıştır.
Servet-i Fünun’da 1897’de tefrika ettiği Mai ve Siyah onu Edebiyât-ı Cedîde’nin tartışmasız en önemli romancı ve hikâyecisi yaptı[3] Romanda acıklı aşk serüveni konusunu geri plana alıp dönemin basın dünyasını, Edebiyat-ı Cedide kuşağının bu dünyaya bakış açısını yansıttı. Bu roman, topluluğun beyannamesi vazifesini gördü[2].
İlk büyük Türk romanı kabul edilen Aşk-ı Memnû’yu 1898-1900 yılları arasında yazdı. Bu eserde zengin bir adamın genç ve güzel karısının yasak bir aşka sürüklenişini gerçekçi bir biçimde, olayın psikolojik nedenleri üzerinde durarak anlattı. Dönemin İstanbul alt kültürleriyle son derece içli dışlı olması, yazarın bu eserini yazmak amacıyla gerekli malzemeyi toplamak için gösterdiği çabanın ürünüdür. Özellikle de o dönem Boğaziçi’nde yalı sakini aileler arasındaki esrar kullanma geleneği, yazarın ciddi psikolojik açılımlar yaşamasına sebep olarak eserin gelişimine ciddi etki etmiştir. Eseri, 1909’da Sabah gazetesinde tefrika edildi.
Yazar, Mai ve Siyah’ ın gördüğü rağbet üzerine başka dergi ve gazete sahiplerinin kendisinden yazı istemesi üzerine tiraji yüksek İkdam ve Sabah gazetelerinde de yazılar yayımlamıştır. Ancak Servet-i Fünun’da yazan İsmail Safa’nın sürgüne gönderilmesi üzerine roman tefrika etmek dışında hiç yazı yayımlamadı.
Halid Ziya, 1901’de Kırık Hayatlar adlı romanı tefrika edilmekte iken Hüseyin Cahit’in "Edebiyat ve Hukuk" adlı yazısı üzerine Servet-i Fünûn kapatıldı ve topluluk dağıldı.
Halid Ziya, Meşrutiyetin ilanı ile fikir ve sanat hayatının canlanması üzerine yeniden yazmaya başladı. Birçok gazete ve dergiye yazılar gönderdi. II. Abdülhamit döneminin “istibdat yılları” olarak anılan son yıllarını ve yurdu değiştirmek isteyenlerin mücadelesini konu alan “Nesl-i Ahir” adlı romanı kaleme aldı. Sabah gazetesinde tefrika edildikten sonra eseri kitaplaştırmadı. Bu arada Darülfünun’da Batı edebiyatı tarihi ve estetik dersleri verdi.
Sultan Reşat’ın Osmanlı tahtına çıkmasından sonra İttihat ve Terakki hükümeti tarafından mabeyn başkatibi olarak sarayda görevlendirildi. Saraydaki görevi sırasında yazmayı uygun görmediği için yazılarına ara verdi. Görevi gereği padişahla gezilere çıktı. 1911’de Âyân Meclisi üyesi oldu.
1912’de saraydaki görevi sona erdi. Darülfünun’da ders vermeye geri döndü.
1914’te Tedavi amaçlı bir Avrupa seyahatine çıktı. Saray ve Ötesi (1940-1942) ile Bir Acı Hikâye adlı hâtıratında Almanya ile ilgili geniş bilgi verdi; seyahat notlarını “Almanya Mektupları” başlıkları altında Tanin gazetesinde yayımladı.
Sait Halim Paşa’nın Almanya’ya inceleme gezisine gönderdiği şair ve yazarlar arasında Almanya’ya gitti, çeşitli kültürel faaliyetlere katıldı. Darülbedayi’de edebî kurul üyeliğinde bulundu. İttihat ve Terakki’nin iktidardan düşmesinden sonra Reji idaresinde yönetim kurulu başkanı oldu. 1918’de oğlu Halil Vedat ve yeğenleriyle çıktığı Avrupa gezisinden 14 ay sonra döndü.
Cumhuriyet döneminde kendisini tamamen edebiyata verdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin şekillenmesini uzaktan izledi ve fazla eser vermedi.
1930’larda yazı hayatına büyük bir canlılıkla döndü. Cumhuriyet ve Son Posta gazetelerinde yazıları yayımlandı. Özellikle hatıra tarzında yazılarıyla edebiyat dünyasında aktüel bir isim haline geldi.
Dil devrimi’ne gönülden inanan yazarın I. Türk Dili Kurultayı’nda (26 Eylül 1932) sunduğu, Türkçe’nin geçirdiği evreleri ve dil sevgisini sanatkârane bir üslûpla dile getiren bildiri çok ses getirdi.[3] Bâzı eserlerini sadeleştirdi ve Latin harfleriyle yeniden yayımladı.
1937’de Tiran elçiliğinde görevli oğlu Halil Vedat’ın 33 yaşında intihar etmesi üzerine büyük bir yasa girdi. Acısını, yazmakla hafifletmeyi seçti. Her türlü tedaviyi reddettiği uzun bir hastalığın ardından 27 Mart 1945’te hayatını kaybetti. Bakırköy mezarlığında oğlu Halil Vedat’ın yanına gömüldü.
Edebiyata Fransızcadan ve İngilizceden bâzı küçük hikâyeler çevirmekle girmişti. Çeşitli konularda yazı ve makalelerin ardından nesir niteliğinde şiirler yazmış, bu ürünlerine “mensur şiirler” adını vermişti. Bu hazırlıklardan sonra ilk roman denemelerini yaptı.
1886-1908 yılları arasında sekiz roman kaleme alan yazar, bu türdeki ilk eserlerini Fransız realistleri ve natüralistlerinden etkilenerek yazdı. Acemilik dönemi ürünü olan ilk romanlarından sonra Ferdi ve Şürekâsı ile olgunluk dönemine girdi ve ardından Servet-i Fünun’un edebî beyannâmesi olan Mâi ve Siyah’ı kaleme aldı.[3] Romanlarında olaya dayanan anlatım yerine kahramanların iç dünyasını sanatkârane üslûpla tahlile dayanan yeni bir anlayış benimsenmiştir.[3] Eserlerinde toplumsal mesaj verme endişesi taşımaz. Romanı, insanın iç dünyasına ait bir tür olarak görmüştür.[4]
Hikâye türünün de Türk edebiyatındaki ilk gerçek temsilcisi olarak kabul edilir.[5] Hikâyeleri, romanlarına oranla daha doğal ve yerlidir.
Roman ve hikâyeleri dışındaki en önemli eserleri anılarıdır. Türk edebiyatında anı türünde en çok eser vermiş yazarlardandır[5]
Hikâyeleri: Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Nakıl, Bu Muydu, Heyhat, Küçük Fıkralar, Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Bir Şi’r-i Hayal, Sepette Bulunmuş, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dairdi, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir Hikâyesi, Kar Yağarken
Büyük hikâyeler: Heyhat; Bu muydu?
Oyunları: Firuzan, Kâbus, Fare
Hatıraları: Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye, Saray ve Ötesi
Gezi Yazıları: Almanya Mektupları, Alman Hayatı
Denemesi: Sanata Dair
Mensur Şiir: Mezardan Sesler, Mensur Şiirler
Ansiklopedik kitapçıklar:
Hamil, Va’z-ı Hamil; Mebhas-ül Kıhf; İlm-i Simya; Bukalemun-ı Kimya.
Sohbetler, makaleler: Kenarda Kalmış; Sanata Dair.
Yaşamı
İstanbul’un Eyüpsultan semtinde doğdu. Uşşâkizâdeler diye anılan ve bir kolu İzmir’e yerleşerek halı ticaretiyle uğraşan Uşaklı Helvacızâdeler ailesine mensuptur. Babası halı tüccarı Halil Efendi, Uşak’tan İzmir’e göçmüş varlıklı bir ailedendi. Halid Ziya, o sırada İstanbul’a yerleşmiş olan Halil Efendi ile Behiye Hanım’ın üçüncü çocuğu olarak Dünya’ya geldi.Mahalle mektebindeki ilk eğitiminin ardından Fatih Askeri Rüştiyesi’ne devam etti. 93 Harbi’nin başlaması ile Halil Efendi’nin işleri bozulunca[2] aile, İzmir’e yerleşti ve Halit Ziya öğrenimini İzmir Rüştiyesi’nde sürdürdü. Ardından İzmir’de Ermeni Katolik rahiplerinin çocukları için kurulmuş yatılı bir okula devam ederek Fransızcasını geliştirdi; Fransız edebiyatını yakından tanıdı.
Fransızca çeviri denemeleri yaptıktan sonra henüz öğrenci iken ilk yazılarını yayımlamaya başladı. Önce İzmir çevresinde kendini tanıttı. Bâzı edebî yazılarını İstanbul’da Hazine-i Evrak adlı önemli bir dergide “Mehmet Halid” adıyla yayımladı. İlk yazısı Hazîne-i Evrak’ta çıkan “Deniz Danası”dır. İlk edebî yazısı (mensur şiir) “Aşkımın Mezarı” ise Tercüman-ı Hakikat’te yayımlandı (23 Nisan 1883). 1884’te Envâr-ı Zekâ’ya tercümeler yaptı. Tevfik Nevzat ve Bıçakçızâde Hakkı’yla birlikte “Nevruz” dergisini çıkarmaya başladı (13 Mart - 27 Ağustos 1884 arasında on sayı). Burada Alfred de Musset, Victor Hugo gibi Fransız romantiklerinden nesir halinde şiir tercümeleri, Louis Figuier’den popüler fenle ilgili yazılar ve derginin ilavesi olarak George Ohnet’nin “Demirhane Müdürü” adlı romanını yayımladı.
İstanbul’a giderek hariciyeci olmak için başvurdu; başvurusu kabul edilmeyince İzmir’e döndü. İstanbul’da bulunduğu süre içinde Fransız edebiyat tarihi ile ilgili olarak uzun süredir yazmak istediği kitabı yazdı. Garbdan Şarka Seyyale-i Edebiye: Fransa Edebiyatının Numune ve Tarihi adlı kitabı 1885’te 84 sayfa olarak basıldı. Bu eser, onun basılan ilk kitabıdır ve Türkçede basılmış ilk Fransız edebiyatı tarihi olma özelliği taşır[2]. İzmir’e döndükten sonra İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptı, öğretmenliğe devam ederken Osmanlı Bankası’nda çalışmaya başladı. İzmir İdadisi’nin açılmasından sonra öğretmenliğe bu okulda devam etti; Fransızcanın yanı sıra Türk Edebiyatı dersleri verdi.
Hizmet Gazetesi
1886’da idadide birlikte çalıştığı arkadaşı Tevfik Nevzat ile birlikte “Hizmet” adlı bir gazete çıkararak yapıtlarını burada yayımladı. Hizmet, vali Halil Rıfat Paşa[2] ve hukuk dairesi reisi himayesinde yayımlanmış ve şehrin kültür sanat hayatına canlılık getirmiş, Halit Ziya’ya ise geniş bir yazı alanı açmıştı. İlk eserlerinden “Nemide” (1889), “Bir Ölünün Defteri” (1889), “Ferdi ve Şürekâsı” (1894) Hizmet’te tefrika edilmiş duygusal, kısa romanlardır. 1885’te dizi olarak yayımlamaya başladığı “Sefile” adlı ilk romanı ise ahlaka aykırı olduğu gerekçesi ile yasaklandığı için yarım kaldı ve kitap haline gelmedi. Bu romanda masum bir genç kızın aldatılışını ve çektiği acıları anlatmaktaydı.Halit Ziya’nın romanları kadar mensur şiirleri de ilgi uyandırmış ve moda olmuştu. Mensur şiirler, Muallim Naci gibi divan şiiri taraftarlarından olumsuz eleştiriler alsa da, Recaizade Mahmut Ekrem, Hizmet’e gönderdiği tebrik yazısı ile yetenekli bulduğu Halit Ziya’ya destek vermişti.
Yazar, dünya edebiyatı hakkında, tiyatro tarihi hakkında yazı dizileri hazırlamış; romantizmin temsilcisi Ahmet Mithat Efendi’yi eleştirdiği ve realizmi savunduğu bir eleştiri dizisi yayımlamıştır.
Halit Ziya, 1888’de annesi Bediye Hanım’ı kaybetti. 1889’da amcası ile iki aylık seyahate çıkarak Uluslararası Paris Sergisi’ni gördü. Gezi izlenimlerini Hizmet ve Tarîk’e gönderdiği mektuplarda anlattı.[3] Aynı yılın sonunda Meclis-i Ayan Reisi Emin Ali Efendi’nin kızı Fatma Memnune Hanım’la evlendi. Halit Ziya’nın bu evlilikten 6 çocuğu dünyaya gelmiştir: Vedide, Bihin, Sadun, Güzin, Vedad ve Bülend. İlk çocuğu Vedide’yi geçirdiği bir hastalık sonucu kaybetti. Aynı şekilde Sadun ve Güzin’i de küçük yaşta kaybedecek, oğlu Vedat ise 33 yaşında trajik bir intiharla hayatına son verecektir. Halit Ziya, Sadun için Kırık Oyuncak, Güzin için Kırık Hayatlar ve Vedad için "Bir Acı Hikâye” adlı kitapları yazmıştır.
Servet-i Fünûn
Bankadaki işinden ayrılıp İzmir’de vali kâtipliğine başlayan Halid Ziya, bu görevde uzun süre kalmadı. 1893’te, İstanbul’da Reji Genel Müdürlüğü’nden gelen başkâtiplik teklifi üzerine İstanbul’a gitti. Bu görevi on altı yıl sürdürdü. Bu işinde, vaktinin çoğunu okuma ve yazmaya ayırma fırsatı buldu. Reji’deki çalışma günlerinde Recaizade Mahmut Ekrem aracılığıyla Edebiyat-ı Cedide adlı edebiyat topluluğuna katıldı. Bu topluluğun en önemli isimlerinden birisi oldu. 1901’de kapatılıncaya kadar topluluğun çıkardığı Servet-i Fünûn Dergisi’nde yazılar, hikâyeler, romanlar yayımladı. Kendisini Türk edebiyat tarihine mal eden büyük romanlarını bu topluluk içinde verdi.Servet-i Fünun’da 1897’de tefrika ettiği Mai ve Siyah onu Edebiyât-ı Cedîde’nin tartışmasız en önemli romancı ve hikâyecisi yaptı[3] Romanda acıklı aşk serüveni konusunu geri plana alıp dönemin basın dünyasını, Edebiyat-ı Cedide kuşağının bu dünyaya bakış açısını yansıttı. Bu roman, topluluğun beyannamesi vazifesini gördü[2].
İlk büyük Türk romanı kabul edilen Aşk-ı Memnû’yu 1898-1900 yılları arasında yazdı. Bu eserde zengin bir adamın genç ve güzel karısının yasak bir aşka sürüklenişini gerçekçi bir biçimde, olayın psikolojik nedenleri üzerinde durarak anlattı. Dönemin İstanbul alt kültürleriyle son derece içli dışlı olması, yazarın bu eserini yazmak amacıyla gerekli malzemeyi toplamak için gösterdiği çabanın ürünüdür. Özellikle de o dönem Boğaziçi’nde yalı sakini aileler arasındaki esrar kullanma geleneği, yazarın ciddi psikolojik açılımlar yaşamasına sebep olarak eserin gelişimine ciddi etki etmiştir. Eseri, 1909’da Sabah gazetesinde tefrika edildi.
Yazar, Mai ve Siyah’ ın gördüğü rağbet üzerine başka dergi ve gazete sahiplerinin kendisinden yazı istemesi üzerine tiraji yüksek İkdam ve Sabah gazetelerinde de yazılar yayımlamıştır. Ancak Servet-i Fünun’da yazan İsmail Safa’nın sürgüne gönderilmesi üzerine roman tefrika etmek dışında hiç yazı yayımlamadı.
Halid Ziya, 1901’de Kırık Hayatlar adlı romanı tefrika edilmekte iken Hüseyin Cahit’in "Edebiyat ve Hukuk" adlı yazısı üzerine Servet-i Fünûn kapatıldı ve topluluk dağıldı.
Ayastefanos’a yerleşm
Halid Ziya, Servet-i Fünûn kapatılıp topluluk dağılınca edebiyat hayatından uzun süre uzak kaldı. Rumların ve Ermenilerin yaşadığı bir balıkçı köyü olan Ayastefanos (bugünkü Yeşilköy semti)’a bir köşk yaptırdı ve Tevfik Fikret’in Aşiyan’a yerleştiği 1905 yılında Halid Ziya da kendi köşküne yerleşti. Bâzı eserlerinin kitap halinde yayımını gerçekleştirdi. Reji’deki işleri dışında vaktini dostlarıyla sohbet ve okumayla geçirdi.II. Meşrutiyet
Halid Ziya Uşaklıgil
Sultan Reşat’ın Osmanlı tahtına çıkmasından sonra İttihat ve Terakki hükümeti tarafından mabeyn başkatibi olarak sarayda görevlendirildi. Saraydaki görevi sırasında yazmayı uygun görmediği için yazılarına ara verdi. Görevi gereği padişahla gezilere çıktı. 1911’de Âyân Meclisi üyesi oldu.
1912’de saraydaki görevi sona erdi. Darülfünun’da ders vermeye geri döndü.
1914’te Tedavi amaçlı bir Avrupa seyahatine çıktı. Saray ve Ötesi (1940-1942) ile Bir Acı Hikâye adlı hâtıratında Almanya ile ilgili geniş bilgi verdi; seyahat notlarını “Almanya Mektupları” başlıkları altında Tanin gazetesinde yayımladı.
Sait Halim Paşa’nın Almanya’ya inceleme gezisine gönderdiği şair ve yazarlar arasında Almanya’ya gitti, çeşitli kültürel faaliyetlere katıldı. Darülbedayi’de edebî kurul üyeliğinde bulundu. İttihat ve Terakki’nin iktidardan düşmesinden sonra Reji idaresinde yönetim kurulu başkanı oldu. 1918’de oğlu Halil Vedat ve yeğenleriyle çıktığı Avrupa gezisinden 14 ay sonra döndü.
Cumhuriyet dönemi
Milli mücadele döneminde genellikle Ahmet Cevdet’in İkdam Gazetesi’ne yazılar gönderdi. Çoğunlukla dil ve edebiyatla ilgili yazılar yazdı.Cumhuriyet döneminde kendisini tamamen edebiyata verdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin şekillenmesini uzaktan izledi ve fazla eser vermedi.
1930’larda yazı hayatına büyük bir canlılıkla döndü. Cumhuriyet ve Son Posta gazetelerinde yazıları yayımlandı. Özellikle hatıra tarzında yazılarıyla edebiyat dünyasında aktüel bir isim haline geldi.
Dil devrimi’ne gönülden inanan yazarın I. Türk Dili Kurultayı’nda (26 Eylül 1932) sunduğu, Türkçe’nin geçirdiği evreleri ve dil sevgisini sanatkârane bir üslûpla dile getiren bildiri çok ses getirdi.[3] Bâzı eserlerini sadeleştirdi ve Latin harfleriyle yeniden yayımladı.
1937’de Tiran elçiliğinde görevli oğlu Halil Vedat’ın 33 yaşında intihar etmesi üzerine büyük bir yasa girdi. Acısını, yazmakla hafifletmeyi seçti. Her türlü tedaviyi reddettiği uzun bir hastalığın ardından 27 Mart 1945’te hayatını kaybetti. Bakırköy mezarlığında oğlu Halil Vedat’ın yanına gömüldü.
Edebî Kişiliği
Altmış yıllık yazı hayatında şiir dışında pek çok eser kaleme alan Halid Ziya modern Türk edebiyatına romanları ve hikâyeleriyle damgasını vurmuş bir yazardır. Türk romanının büyük ustası olarak kabul edilir.Edebiyata Fransızcadan ve İngilizceden bâzı küçük hikâyeler çevirmekle girmişti. Çeşitli konularda yazı ve makalelerin ardından nesir niteliğinde şiirler yazmış, bu ürünlerine “mensur şiirler” adını vermişti. Bu hazırlıklardan sonra ilk roman denemelerini yaptı.
1886-1908 yılları arasında sekiz roman kaleme alan yazar, bu türdeki ilk eserlerini Fransız realistleri ve natüralistlerinden etkilenerek yazdı. Acemilik dönemi ürünü olan ilk romanlarından sonra Ferdi ve Şürekâsı ile olgunluk dönemine girdi ve ardından Servet-i Fünun’un edebî beyannâmesi olan Mâi ve Siyah’ı kaleme aldı.[3] Romanlarında olaya dayanan anlatım yerine kahramanların iç dünyasını sanatkârane üslûpla tahlile dayanan yeni bir anlayış benimsenmiştir.[3] Eserlerinde toplumsal mesaj verme endişesi taşımaz. Romanı, insanın iç dünyasına ait bir tür olarak görmüştür.[4]
Hikâye türünün de Türk edebiyatındaki ilk gerçek temsilcisi olarak kabul edilir.[5] Hikâyeleri, romanlarına oranla daha doğal ve yerlidir.
Roman ve hikâyeleri dışındaki en önemli eserleri anılarıdır. Türk edebiyatında anı türünde en çok eser vermiş yazarlardandır[5]
Eserleri
Romanları: Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Sefile, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnû, Kırık Hayatlar, Nesl -i Ahir, Kezban-ı KopyaHikâyeleri: Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Nakıl, Bu Muydu, Heyhat, Küçük Fıkralar, Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Bir Şi’r-i Hayal, Sepette Bulunmuş, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dairdi, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir Hikâyesi, Kar Yağarken
Büyük hikâyeler: Heyhat; Bu muydu?
Oyunları: Firuzan, Kâbus, Fare
Hatıraları: Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye, Saray ve Ötesi
Gezi Yazıları: Almanya Mektupları, Alman Hayatı
Denemesi: Sanata Dair
Mensur Şiir: Mezardan Sesler, Mensur Şiirler
Ansiklopedik kitapçıklar:
Hamil, Va’z-ı Hamil; Mebhas-ül Kıhf; İlm-i Simya; Bukalemun-ı Kimya.
Sohbetler, makaleler: Kenarda Kalmış; Sanata Dair.
Kaynakça
- ^ Hüseyin Yaşar, Nesl-i Âhir’de Bir Meşrutiyet Aydını: Süleyman Nüzhet, Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, Sayı 33
- ^ a b c d Sevda Altunbaş, Halit Ziya Uşaklıgil’in Romanlarında Kadın ve Kadın Eğitimi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Ana Bilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Programı Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2007
- ^ a b c d e Zeynep Kerman Uşaklıgil, Halit Ziya, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 42, Yıl 2012
- ^ Zeynep Uysal’la Halit Ziya Edebiyatı Üzerine 2, Besharfliler.com sitesi, 28.10.2015
- ^ a b Halit Ziya Uşaklıgil, Hayatı, Edebî Kişiliği, Edebiyatekibi.com sitesi, Erişim tarihi:30.10.20152’
Ayrıca bakınız
Dış bağlantılar
Paperback-stack.png | edebiyat portali |
10 Mayıs 2017 Çarşamba
Leyla Gencer

Batı ülkelerinde "La Diva Turca", "La Gencer", "La Regina" olarak ün yapan; Milano, Roma, Napoli, Venedik, Viyana, Paris, San Francisco, Köln, Buenos Aires, Londra, Rio de Janerio, Bilbao, Chicago’da sanatını dinleten; Lucia’nın, Norma’nın, Lady Macbeth’in, Queen Elizabeth’in, Filoria Tosca’nın, Lucrezia’nın, Madam Butterfly’ın, Alceste’nin, Aida’nın, Violetta’nın, Leonora’nın "Leyla la Turca"sı soprano Leyla Gencer, hem seçkin opera sahnelerinde hem resitallerinde hayranlık uyandırmış sanatçılardandır. Opera repertuarı 23 bestecinin 72 yapıtını kapsamıştır. Gencer, T.C. Devlet Sanatçısıdır.
Doğumu ve ailesi
Leyla Gencer 1928'de Polonezköy'de doğdu. Babası Safranbolulu köklü Müslüman bir ailenin oğlu olan Hasanzade İbrahim Bey, annesi Polonyalı Katolik bir ailenin kızı olan Alexandra Angela Minakovska'dır. Ailesi sonradan Çeyrekgil soyadını aldı. Annesi, İbrahim beyle evlendikten sonra Müslüman olup Atiye adını aldı. Gencer ileriki yıllarda bir röportajında "Müslüman ve oryantal bir altyapıdan geliyorum" demiştir.[1]Babası İbrahim Bey, ağabeyi Hüseyin Çeyrekgil ile çiftçilik, balıkçılık, taşımacılık ve Çubuklu suyunun işletmesini yapıyordu; ayrıca Lale Sineması’nın işletmesini üstlenmişti ve Karaköy’de hanları bulunuyordu. Leyla, babasını genç yaşta kaybetti. 1946'da varlıklı bir bankacı olan İbrahim Gencer ile evlendi ve Gencer soyadını aldı.
Eğitimi
Leyla Gencer, İstanbul İtalyan Lisesi'ni bitirdi ve bir süre İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda şan eğitimi aldı. Konservatuvarda, Fransa'nın önde gelen hocalarından Reine Gelenbevi, ünlü orkestra şefi Muhittin Sadak ve besteci Cemal Reşit Rey'in öğrencisi oldu. Ankara Devlet Konservatuvarı'nda ders vermek üzere Türkiye'ye gelen ünlü İtalyan soprano Giannina Arangi-Lombardi ile tanıştıktan sonra İstanbul'daki konservatuvar eğitimini yarıda bırakarak çalışmalarını Ankara'da onun özel öğrencisi olarak sürdürdü. Ankara Devlet Tiyatrosu'nun (opera da tiyatroya bağlı idi) korosuna girdi. Hocası Arangi Lombardi, bir yıl sonra kızını ziyaret için gittiği İtalya'da hastalanarak hayatını yitirince çalışmalarını İtalyan bariton Apollo Granforte ile sürdürdü.Opera kariyeri
Leyla Gencer, Devlet Tiyatroları Ankara Operası'nda korist olarak görev yapmaktayen Ankara'ya geldiği yıl (1950'de) sahnelenmeye başlayan Cavallerina rusticana operasında Santuazza rolü ona verildi, Gencer'in opera kariyeri bu rolle başladı.Leyla Gencer, Ankara Devlet Operası'nda görev yaptığı 1950-1958 yılları arasında devlet konuklarına verilen resitallerde en çok görev alan sanatçılardan oldu. ABD devlet başkanlarından Harry S. Truman, Dwight Eisenhower, Yugoslavya'nın kurucusu Mareşal Tito, İran Şahı Rıza Pehlevi ve eşi Prenses Süreyya, Ürdün Kralı Hüseyin, huzurunda resitaller verdiği devlet konuklarındandır.
İlk defa 1953 yılında, Türkiye ile İtalya arasında imzalanan Kültür Anlaşması çerçevesinde bir radyo konseri vermek için Roma'ya gitti. Bu konserin başarısı üzerine Napoli Yaz Festivali'nde sahnelenen Cavelleria rusticana operası'nda başrol üstlenmek fırsatını elde etti. Bir sonraki sezon Napoli'nin ünlü San Carlo Operası'nda Eugenio Onegin ve Madam Butterfly operalarında başrol oynama teklifi aldı. Leyla Gencer'in uluslararası platformdaki opera serüveni böylece başladı, Madam Butterfly operasındaki başarısı ile Napolillerin sevgisini kazanan Gencer, Napolili Türk olarak anılmaya başladı. Bu başarı bir sonraki sezon San Carlo Operası'nda sahnelenen La Traviatadaki Violetta rolü ile sürmüştü. Sanatçı "La Traviata"'yı Palermo, Trieste, Ankara, Torino, Varşova, Poznan, Lodzi Krakov'da, Viyana Devlet Operası'nda Herbert von Karajan yönetiminde, San Francisco ve Philadelphia'da, Moskova ve Leningrad'da seslendirdi. 1956'da San Francisco operasında San Francesca da Rimini operasında son anda oynayamayacağını bildiren ünlü soprano Renata Tebaldi'nin yerine başrolü seslendirdi. Eserin San Francisco ve Los Angeles temsillerinden sonra San Francisco operası ile kontrat imzaladı.
1957 sezonunda San Fransicso Operası'nda sahnelenen La Traviata operasında başrolü Leyla Gencer, Lucia di Lammermoor operasında ise dünyaca ünlü soprano Maria Callas üstlenmişti. Callas'ın gelmemesi üzerine Lucia rolünü de Gencer üstlendi ve büyük başarı kazandı. O günden başlayarak ABD'de sayısız opera temsili, resital, konser gerçekleştirdi.
26 Ocak 1957 gecesi Leyla Gencer, kendisine koyduğu Milano'nun ünlü La Scala Tiyatrosu'nda sahneye çıkma hedefine ilk defa ulaştı. Fransız besteci Francis Poulenc'in Carmelit'lerin Diyaloğu eserinin dünyadaki ilk temsilinde başrolü (Lidoine-başrahibe) oynadı. Scala'daki ilk sahneye çıkışından sonra Gencer, 18 Şubat 1957'de tüm zamanların en büyük orkestra şefi kabul edilen ve kısa bir süre önce ABD'de hayatını kaybeden Arturo Toscanini için Milano'nun Duomo di Milano Katedralı'nda düzenlenen görkemli cenaze töreninde Verdi'nin Requiem'i seslendirilirken soprano partisini başarıyla söyledi. Bu başarının ardında La Scala Operası'nın Köln Operası'nın açılışı nedeniyle düzenlediği turnede Verdi'nin Kaderin gücü adlı eserinde başrol oynadı. 1958'de Pizzetti'nin dünyada ilk gösterimi gerçekleşen Katedral'de Cinayet adlı eserinde başrahibe rolünü, ardından Boito'nun az bilinen Mefistofele operasında Margherita rolünü üstlendi.
Gencer, 1958 yılında kontratı feshedilinceye kadar yurtdışındaki operalarda Ankara Devlet Operası Sanatçısı sıfatıyla rol aldı. 1958'de görevine son verildikten bir süre sonra Milano'ya yerleşti. 1958'de İtalyan Radyosu'nda Donizetti'nin "Anna Bolena" operası Leyla Gencer'in yorumuyla yayımlanmıştı (Bu yayım, 1980'de plak olarak piyasaya çıktı). Bu yorumun başarısı üzerine ünlü orkestra şefi Vittorio Gui şefliğini yaptığı 3 ayrı eserde, 3 ayrı kentte (Palermo, Floransa Roma Operaları) başrol teklif etti. Gencer böylece 1959 yılı Floransa Festivali'nin açılışında Verdi'nin 1849'dan beri hiç sahnelenmemiş "Legnano Savaşı" adlı eserinde başrolü oynadı. Bunu, Palermo'da Verdi'nin "Macbeth" Operası, Roma'da Mozart'ın "Don Giovanni" Operası'nı seslendirdi.
Gencer, 1960'larda mesleğinin doruğuna çıktı. Hiç bilinmeyen operaları seslendirmeyi sürdürdü. 1963'te Verdi'nin unutulmuş operası "Kudüs"te başrol Elena'yı oynadı. Bunu Donizetti'nin hiç bilinmeyen operası "Robert Devereux"daki Kraliçe Elizabeth rolü ve Bellini'nin 130 yıldır sahnelenmeyen "Beatrice di Tanda" operası takip etti.
1985 yılında sahneye veda eden sanatçı, 1983-1988 yılları arasında As. Li. Co.’nun genel sanat yönetmenliğini yürüttü, 1997-1998 arasında La Scala korosunun genç sanatçılar okulunda yöneticilik yaptı, vefatına kadar La Scala Tiyatrosu'nda opera sanatçıları için kurulan akademinin sanat yönetmenliğini yapmaktaydı. Gencer, aynı zamanda opera yorumu üzerine dersler vermeye devam ediyordu. Uluslararası yarışmalarda seçiciler kurulu üyelikleri yapan, festivallere, seminer ve konferanslara katılan Leyla Gencer, İstanbul’da kendi adını taşıyan “Uluslararası Şan Yarışması”nın kurucusudur. Yarışma, 1995 yılından beri düzenlenmektedir.
2004 yılında Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü tarafından 1000 yılın Türkleri özel koleksiyonunda adına 15.000.000 TL değerinde 0.999 ayar gümüş hatıra para basıldı.
Vefatı
10 Mayıs 2008'de Milano'daki evinde kalp ve solunum yetmezliğine bağlı olarak hayatını kaybetti. Leyla Gencer’in cenazesi 12 Mayıs günü Milano’da La Scala Operası’nın Santa Babila Kilisesi‘nde düzenlenen kalabalık bir törenden sonra vasiyeti doğrultusunda krematoryuma götürülerek yakıldı. Leyla Gencer’in külleri daha sonra İstanbul’a getirildi. Kendi vasiyeti gereği küller, 16 Mayıs günü Dolmabahçe Sarayı ile Dolmabahçe Camii arasındaki yapılan bir törenden sonra Dolmabahçe açıklarında Boğaz sularına döküldü[2]. Törende, Mozart'ın Requiem'inden "Lacrimosa" ile Ahmed Adnan Saygun'un "Yunus Emre Oratoryosu"'nun 5, 12 ve 13. bölümleri İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestra ve Korosu tarafından seslendirildi.[2]İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın yeni yapılmakta olan merkezinde sanatçının vasiyeti üzerine bir "Leyla Gencer Müzesi" oluşturulması öngörülmektedir.
Leyla Gencer Şan Yarışması
İlki "Yapı Kredi Uluslararası Leyla Gencer Şan Yarışması" adıyla 3-9 Eylül 1995 tarihinde gerçekleştirilen Leyla Gencer Şan Yarışması, 2006 yılından bu yana iki yılda bir, La Scala Tiyatrosu Sahne ve Gösteri Sanatları Akademisi Vakfı işbirliğiyle İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenleniyor. 1997 yılındaki ikinci yarışmaya Leyla Gencer jüri üyesi olarak katıldı. Her iki senede bir gerçekleştirilen yarışma 1999 yılında 17 Ağustos Depremi nedeniyle düzenlenmedi.[3]Bugüne kadar birçok ülkeden yüzlerce sanatçının katıldığı Leyla Gencer Şan Yarışması'nda dereceye girenler dünyaca ünlü operalardan konser teklifleri aldılar.[3]
Diskografi
- Bellini: Norma / 1966, de Fabritiis, Gencer, Cossotto, et al
- Bellini: Norma / 1965, Gavazzeni, Gencer, Simionato, et al
- Bellini: Beatrice di Tenda1964 / Gui, Gencer, Zanasi, et al
- Bellini: I Puritani 1961 / Quadri, Gencer, Raimondi, et al
- Pacini: Saffo 1967 / Gencer, Del Bianco, Mattiucci
- Cherubini: Medea 1968/ Gencer, Bottion, et al
- Mayr: Medea in Corinto 1976/ Ferro, Gencer, Johns
- Gluck: Alceste 1967/ Gui, Gencer, Picchi
- Chopin: Polish Songs; Liszt / Leyla Gencer, Nikita Magaloff
- Donizetti: Anna Bolena 1958/ Gavazzeni, Gencer, Simionato, et al
- Donizetti: Anna Bolena 1965/ Gavazzeni, Gencer, Cava, et al
- Donizetti: Caterina Cornaro 1972 / Cillario, Gencer, Aragall
- Donizetti: Les Martyrs / 1975 Camozzo, Gencer, Bruson, et al
- Donizetti: Les Martyrs / 1978 Gelmetti, Gencer, Bruson, et al
- Donizetti: Lucrezia Borgia / 1970 Gracis, Gencer, Raimondi et al.
- Donizetti: Lucrezia Borgia / 1966 Franci, Gencer, Aragall, Petri et al.
- Donizetti: Maria Stuarda / 1967 Molinari-Pradelli, Gencer, Verret, Tagliavini et al.
- Donizetti: Messa di Requiem / Gavazzeni, Teatro La Fenice
- Donizetti: Roberto Devereux 1964 / Gencer, Cappuccilli, et al.
- Donizetti: Belisario 1969 / Gavazzeni, Gencer, Taddei et al.
- Mozart: Don Giovanni 1960/ Molinari-Pradelli, Gencer, Petri, Bruscantini, Stich-Randall et al
- Mozart: Don Giovanni 1962/ Solti, Gencer, Jurinac, Freni
- Ponchielli: La Gioconda 1971 / de Fabritiis, Gencer, Raimondi
- Zandonai: Francesca da Rimini 1961 / Capuana, Gencer, Cioni et al.
- Rossini: Elisabetta, Regina d'Inghilterra 1971/ Sanzogno, Gencer, Grilli
- Verdi: I due Foscari" 1957/ Serafin, Gencer, Guelfi
- Verdi: Battaglia di Legnano (Legnano Savaşı) 1959/ Gencer, Limarilli
- Verdi: Rigoletto 1961/ Quadri, Gencer, McNeil, Raimondi
- Verdi: Gerusalemme 1963/ Gavazzeni, Gencer, Aragall, Guelfi
- Verdi: I Vespri Siciliani 1965/ Gavazzeni, Gencer, et al
- Verdi: Macbeth 1960/ Gui, Gencer, Taddei, Picchi et al.
- Verdi: Macbeth 1968/ Gavazzeni, Gencer, Guelfi, Corradi, et al
- Verdi: Attila 1972/ Silipigni, Gencer, Hines
- Verdi: Ernani 1972/ Gavazzeni, Gencer, Bergonzi
- Verdi: Simon Boccanegra 1961/ Gavazzeni, Gobbi, Gencer
- Verdi: Il Trovatore 1957/Previtali, Gencer, Del Monaco, Barbieri, Bastianini
- Verdi: Un ballo in maschera (Maskeli Balo) 1961/ Gencer, Bergonzi
- Verdi: Aida 1956/ Capuana, Gencer, Bergonzi, Cossotto
- Verdi: La Forza del Destino (Kaderin Gücü) 1957/ Serafin, Gencer, Di Stefano
- Verdi: La Forza del Destino 1965/ Molinari Pradelli, Gencer, Bergonzi
Kaynakça
- ↑ 1,0 1,1 Leyla Gencer: A Turkish soprano of great dramatic power, she excelled in a wide range of Italian opera Guardian.co.uk. Erişim: 27 Ağustos 2008
- ↑ 2,0 2,1 http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=SonDakika&Kategori=turkiye&ArticleID=545133&Date=16.05.2008&ver=98
- ↑ 3,0 3,1 Leyla Gencer Şan Yarışması Resmi Sitesi Erişim: 27 Ağustos 2010
Dış bağlantılar
6 Mayıs 2017 Cumartesi
Feyhaman Duran
Feyhaman Duran (d. 17 Eylül 1886, Kadıköy, İstanbul, Türkiye - ö. 6 Mayıs 1970 İstanbul), Türk ressam ve hattat.
Türk Resim Sanatı'nda, portre sanatının ilk ve en önemli temsilcisi sayılır.[1]1914 Çallı Kuşağı ressamlarındandır. Özellikle Atatürk ve İnönü portreleriyle ünlenmiştir.
1908 yılında okulu bitirir bitirmez Bab-ı Ali'ye kâtip olarak girdi. Aynı yıl Hüsn-ü Hat öğretmeni olarak, mezun olduğu Galata Sarayı Humayun Mektebi'ne atandı ve hocası hattat Tahsin Bey’in yerine bu dersi verdi. Mısırlı prens Abbas Halim Paşa'nın, güzel sanatların çeşitli bölümlerinde başarı gösterenler arasından yaptığı seçimle Avrupa'ya gönderdiği öğrenci grubuna girerek Paris’e gitti.[3]. Konu ile ilgili bir rastlantıyı kendi ifadesiyle şöyle aktarmıştır:
1911 ile 1913 yıllarında Paris’te “Sanat Eğitimi” gören Feyhaman Duran, o yıllarda aynı amaçla Paris'te olan genç Türk ressamlarının da devam ettiği Academie Julian’da Jean Paul Laurens Atölyesi’ne kaydoldu. Bu sıralarda ortaya çıkan İzlenimcilik akımına yakınlık duydu.
I. Dünya Savaşı başlayınca yurda döndü. 1916’dan itibaren Galatasaray Sergileri'ne her yıl düzenli katıldı. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nın sergilerinde yer aldı. Harp Mecmuası’nda çalışarak, “Savaş Resimleri” yaptı. Birinci Galatasaray Sergisi’nde Prof. Dr. Akil Muhtar adlı portresi ile “Gümüş Madalya” ve Zikr-i Cemil ödülünü aldı.
1919 yılında İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'ne (Kız Güzel Sanatlar Akademisi) "Usul-ü Tersimé öğretmenliğine getirildi. Ömer Adil Bey'den sonra bu okulda müdürlük yaptı.
1922 yılında öğrencisi Güzin Hanım'la evlendi. 1923'te Türk Ressamlar Cemiyeti'nin yönetim kurulu üyeliğine seçildi. 1926'da Sanayi-i Nefise Birliği, 1929'da Güzel Sanatlar Birliği adlarını alan dernekte yöneticiliği ömrünün sonuna kadar sürdürdü.
Kız ve Erkek Sanayi-i Nefise Mekteplerinin birleştirilmesi sonucu İnas Sanayi-i Nefise Mektebi kapanınca, artık karma eğitim veren Sanayi Nefise Mektebi'nde 1927’de Usul-ü Tersim, 1933’te ise “Resim Atölyesi” öğretmenliğine atandı.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin düzenlediği yurt gezileri kapsamında 1938 yılında Gaziantep'e gönderildi. Buradan on yapıtla dönen Feyhaman Duran 1939 Ocak ayında İbrahim Çallı ve Ayetüllah Sümer birlikte İsmet İnönü'nün portresini yapmak üzere Ankara'ya çağrıldı.
Deniz Müzesi için minyatürleri, 1940’larda eşi ile birlikte Topkapı Sarayı için resimler yaptı. Arkadaşı Sami Yetik’in “Ressamlarımız” adlı üç ciltlik kitap kapağı tasarladı. İbrahim Çallı ve Sami Yetik ile Vezneciler’de Zühal Kırtasiye Mağazası’ndaki atölyede resim dersleri verdi.
1951 yılında emekli oldu. Emekliliğinde çalışmalarını sürdürdüğü Beyazıt'taki evini müze olarak İstanbul Üniversitesi'ne bağışladı. 6 Mayıs 1970'te İstanbul'da öldü.
Türk Resim Sanatı'nda, portre sanatının ilk ve en önemli temsilcisi sayılır.[1]1914 Çallı Kuşağı ressamlarındandır. Özellikle Atatürk ve İnönü portreleriyle ünlenmiştir.
Yaşamı
1886'da İstanbul'da dünyaya geldi. Babası, Rüsamet Emaneti (Gümrükler memur) Süleyman Hayri Bey'dir.[2] Annesini genç yaşta kaybetti. Babası, eşinin vasiyetini yerine getirerek oğlunu 1895 yılında, günümüzdeki adı Galatasaray Lisesi olan, Galata Sarayı Humayun Mektebi'ne kaydettirdi. Burada, ressam Şevket Dağ, Tevfik Fikret ve Viçen Arslanyan Efendi'nin öğrencisi oldu. Okulda tarama kalem ve çini mürekkebiyle, daha sonra da yağlıboya resimleriyle dikkat çekti ve özellikle Hüsn-ü Hat, yani Güzel Yazı dersinde başarılı oldu.1908 yılında okulu bitirir bitirmez Bab-ı Ali'ye kâtip olarak girdi. Aynı yıl Hüsn-ü Hat öğretmeni olarak, mezun olduğu Galata Sarayı Humayun Mektebi'ne atandı ve hocası hattat Tahsin Bey’in yerine bu dersi verdi. Mısırlı prens Abbas Halim Paşa'nın, güzel sanatların çeşitli bölümlerinde başarı gösterenler arasından yaptığı seçimle Avrupa'ya gönderdiği öğrenci grubuna girerek Paris’e gitti.[3]. Konu ile ilgili bir rastlantıyı kendi ifadesiyle şöyle aktarmıştır:
“ | Galatasaray Lisesi’nde resim öğretmeniydim, birgün tanıdığım bir hanımefendiye resmini yapmayı teklif ettim. Bana: ‘ben yaşlıyım ne olacak resmimi yapıp ta? Onun yerine şu küçük kız çocuğunun resmini yap!’ diyerek çantasından küçük bir kız çocuğunun resmini çıkarıp verdi. Bu resmi bir portre haline getirdim. Çocuğu tanımıyordum. Sonradan bunun zamanın ünlü kişilerinden Prens Abbas Halim Paşa’nın dördüncü kızları olduğunu öğrendim. Paşa, bu resim üzerine öteki beş kızının ve bazı tanıdıklarının daha resmini yaptırdı, takdirlerini kazandım, böylece kendileri tarafından ve bütün masraflarım karşılanarak Paris’e öğrenime gönderildim. Bu vesileyle hayatımda mutlu bir dönüm noktası olmuştur.[4] | ” |
I. Dünya Savaşı başlayınca yurda döndü. 1916’dan itibaren Galatasaray Sergileri'ne her yıl düzenli katıldı. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nın sergilerinde yer aldı. Harp Mecmuası’nda çalışarak, “Savaş Resimleri” yaptı. Birinci Galatasaray Sergisi’nde Prof. Dr. Akil Muhtar adlı portresi ile “Gümüş Madalya” ve Zikr-i Cemil ödülünü aldı.
1922 yılında öğrencisi Güzin Hanım'la evlendi. 1923'te Türk Ressamlar Cemiyeti'nin yönetim kurulu üyeliğine seçildi. 1926'da Sanayi-i Nefise Birliği, 1929'da Güzel Sanatlar Birliği adlarını alan dernekte yöneticiliği ömrünün sonuna kadar sürdürdü.
Kız ve Erkek Sanayi-i Nefise Mekteplerinin birleştirilmesi sonucu İnas Sanayi-i Nefise Mektebi kapanınca, artık karma eğitim veren Sanayi Nefise Mektebi'nde 1927’de Usul-ü Tersim, 1933’te ise “Resim Atölyesi” öğretmenliğine atandı.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin düzenlediği yurt gezileri kapsamında 1938 yılında Gaziantep'e gönderildi. Buradan on yapıtla dönen Feyhaman Duran 1939 Ocak ayında İbrahim Çallı ve Ayetüllah Sümer birlikte İsmet İnönü'nün portresini yapmak üzere Ankara'ya çağrıldı.
Deniz Müzesi için minyatürleri, 1940’larda eşi ile birlikte Topkapı Sarayı için resimler yaptı. Arkadaşı Sami Yetik’in “Ressamlarımız” adlı üç ciltlik kitap kapağı tasarladı. İbrahim Çallı ve Sami Yetik ile Vezneciler’de Zühal Kırtasiye Mağazası’ndaki atölyede resim dersleri verdi.
1951 yılında emekli oldu. Emekliliğinde çalışmalarını sürdürdüğü Beyazıt'taki evini müze olarak İstanbul Üniversitesi'ne bağışladı. 6 Mayıs 1970'te İstanbul'da öldü.
Kaynakça
- ^ "Feyhaman Duran". Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü. 21 Eylül 2008 tarihinde kaynağından arşivlendi. http://web.archive.org/web/20080921212838/http://www.ata.boun.edu.tr:80/chronology/kim_kimdir/feyhaman_duran.htm. Erişim tarihi: 24 Nisan 2008.
- ^ Kaya Özsezgin, Feyhaman Duran (1886-1970), Felsefeekibi.net sitesi, Erişim tarihi:10.12.0212
- ^ Dusunmekvepaylasmak.blogspot.com sitesi, Erişim tairhi:11.12.2012
- ^ Saim Kutsav. "Feyhaman Duran". Ankara Sanat 1966, S.5, s.13. http://www.lebriz.com/v3_artst/san_Bio.aspx?sanID=80&lang=TR. Erişim tarihi: 24 Nisan 2008.
26 Nisan 2017 Çarşamba
Arif Sami Toker,

Arif Sami Toker Gelibolu'da doğdu. Sesinin güzelliği ortaokulun son sınıfında müzik öğretmenince fark edildi. Nota bilgisini okulda öğrendi. Öğretmenin girişimiyle İstanbul Konservatuvarı'na başvurduysa da yaşı küçük olduğu için kabul edilmedi. Ticaret Lisesi'nden mezun oldu. 18 yaşına kadar Batı müziğine ilgi duydu.
1944'te hafız ve tanburi Kemal Batanay'dan ders almaya başladı. Kısa süre sonra Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne girdi. Emin Ongan'la repertuvar ve usul çalıştı. Aynı yıl İstanbul Konservatuvarı Türk Musikisi İcra Heyeti'ne kabul edildi. Konservatuvarın müdürü Hüseyin Sadettin Arel'den müzik kuramı dersleri aldı. Kendi ifadesine göre, Lemi Atlı'nın son öğrencisi oldu.[1] Ayrıca bestekar Sadettin Kaynak ve Suphi Ezgi'den musiki dersleri aldı.
1945'te ilk kez Tepebaşı Gazinosu'nda sahneye çıktı. 1946'da Meliha Hanım'la evlendi. Çiftin çocuğu olmadı. Arif Sami Toker, İstanbul Radyosu'nun sınavını kazanıp 1950'den itibaren solist ve korist olarak görev yaptı.[2] Askerlik görevini yaptığı sırada İstanbul Radyosu'nda çalışmaya başladığı için bir süre mikrofonda Arif Coşkunay ismini kullandı.[1]
1941 yılında, 15 yaşında ilk şarkısı "Aşk Yolunda Avareyken"i besteleyen Toker, hayatının geri kalan 56 yılında çoğunun güftesi kendisine ait olmak üzere farklı makamlarda 500 civarında şarkı yazdı. Bir röportajda söylediğine göre saat 24.00'ten sonra çalışmayı seviyor, kimi zaman bir gecede iki beste yapıyordu. Müzikolog, tarihçi Yılmaz Öztuna, saz semaileri, peşrevler, oyun havaları dahil toplam eser sayısını 1300 olarak vermektedir. Toker, gazino kültürünün müziği zedelediğini düşündüğü için İstanbul Radyosu'na girdiği yıllardan itibaren sadece turneler vesilesiyle sahneye çıktı. 30 Anadolu turnesi gerçekleştirdi.
Ankara ve İstanbul radyolarında müzik yayınlığı şefliği yaptı. Son yıllarında felç geçiren ve yoksulluk çeken sanatçı, 71 yaşında İstanbul'daki Balıklı Rum Hastanesi'nde hayatını kaybetti.[3] Kozlu Mezarlığı'nda toprağa verildi[4].
Bazı tanınmış eserleri
Talihin Elinde Oyuncak Oldum[5]Çek Küreği Güzelim, Uzanalım Göksu'ya
Artık Gelecek Sanma Sakın, Geçti O Günler
Ne Kadar Yalancısın, Nasıl İnandım Sana
Çıksam Şu Dağların Yücelerine
Bekliyorum Sevgilim, Sen Nerdesin
Ağlasam Faydası Yok
Gam Çekme Güzel, Ne Olsa Baharın Sonu Yazdır
Kaynakça
http://www.turksanatmuzigi.org/sanatcilarimiz/bestekarlarimiz/arif-sami-tokerDış bağlantılar
- PowerTürk'de Arif Sami Toker şarkıları
- ↑ Şuraya git: 1,0 1,1 Arif Sami Toker'le röportaj, Zeki Tükel, 18 Kasım 1950, Radyo Haftası
- ^ Türk Musikisi Ansiklopedisi, Yılmaz Öztuna
- ^ Bestekar Arif Sami Toker'in hayatı
- ^ Arif Sami Toker Biyografisi
- ^ Talihin Elinde Oyuncak Oldum
Münir Nurettin Selçuk

Hayatı
1900'de İstanbul'un Sarıyer semtinde doğdu. Doğum yılı için çeşitli kaynaklarda 1899, 1901 ve 1902 de gösterilmiştir.{fact} Mülga Daire-i Saadet Amiri, Divan-ı Hümayun muavini ve Darülfünun İlahiyat Şubesi muallimlerinden Mehmed Nuri Bey ile Fatma Hanife Hanım'ın oğludur. Anne tarafından Germiyanoğulları beyliğini kuran aileye mensuptur.{fact} Münir Nurettin Selçuk, 1928 senesinde Enise Selçuk ile evlenmiş ve eşinin vefatına kadar (1966) evli kalmıştır. Bu evliliğinden kızı Meral Selçuk dünyaya gelmişt; Şehime Erton'la olan ilişkisinden ise Timur Selçuk ve Selim Selçuk dünyaya gelmiştir.[1] Roksan Selçuk, Mercan Selçuk ve Hazal Selçuk'un ise dedesidir.Sanat Eğitimi
Ailesinin ısrarı ile ziraat öğrenimi[2] için gittiği Macaristan’dan 1917 yılında geri döndü. Dar-ül Feyz-i Musiki Cemiyeti'ne devam etti ve Zekaizade Ahmet Irsoy ve Bestenigar Ziya Bey'den müzik dersleri aldı. Münir Nurettin, bestekârlığa 1920 yılında Tevfik Fikret’in “Bu bir terânedir” şiirine yaptığı bir besteyle başladı. İkinci olarak “Sensiz ey şûh gözlerim avâre kalbim ağlıyor” güfteli şarkısını besteledi ve bu iki eserden sonra yirmi yıl süreyle beste yapmadı.
1923 yılında askerliği sırasında Mızıka-ı Hümâyûn’da, sonradan da Riyaset-i Cumhur Musıkî Heyeti’nde çalışan Münir Nurettin, eski okuyuşla yeni anlayışı birleştirerek alışılagelenden çok farklı bir üslupla, 1928’de Sahibinin Sesi firmasında ilk plaklarını yaparak dikkatleri üzerine çekti ve aynı yıl Paris’e giderek ses tekniği konusunda öğrenim gördü. Aynı zamanda özgün bir ses tekniği eğitimi görmüş ilk Türk müziği ses sanatçısı olan Münir Nurettin, 19. yüzyıl İtalyan opera şarkıcılığının izlerini taşıyan icra üslubu "Bel Canto"dan etkilendi.
Türk müziği tarihinde tek başına konser verme geleneğini getiren sanatçı, ilk solo konserini Paris dönüşü, 1930 yılında, şimdiki Dormen Tiyatrosu’nda vererek büyük ilgi topladı ve hayranlık uyandırdı. Konserlerde frak giyen ve ayakta şarkı söyleyen, aynı zamanda koro eşliğinde solo okuma geleneğini de ilk kez uygulayan sanatçı o oldu. Batıdan gelen opera, tango gibi etkileri, kendi Türk müziği okuyuş üslubuna dahil etti.
Beste çalışmalarına asıl 1940-1941 yıllarından sonra başlayan Münir Nurettin, İstanbul’a döndükten sonra otuz yılı aşkın bir süreyle İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyeti’nde görev yaptı. Birçok genç kuşak sanatçısının yetişmesine katkıda bulunan Selçuk’un özel olarak ders verdiği kişiler arasında Türk müziği ses sanatçısı olan Alâeddin Yavaşça da vardır.
Yeşilçam'a da giren Selçuk, Muhsin Ertuğrul'un ilk ‘‘şarkıcı-oyuncu’’ denemesi olan Allah'ın Cenneti filminde boy göstermiştir.[3]
Vefatı
Bazı Eserleri
- Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın
- Kalamış
- Aziz İstanbul (Güftekâr: Yahya Kemal Beyatlı)
- Söyle Sevgili
- Gül Yüzünde Göreli Zülf-i Semen-say Gönül
- Safa-yı Metle Parıldasın Camımız
- Hülyama Doğan Son Güneşim
- Son Hevesimde
- Varalım Kuy-ı Dilaraya Gönül Hu Diyerek
- Bir Söz Dedi Canan ki Keramet Var İçinde
- Rindlerin Akşamı (Dönülmez Akşamın Ufkundayız) (Güftekâr: Yahya Kemal Beyatlı)
- Ne Doğan Güne Hükmüm Geçer Ne Halden Anlayan Bulunur
- Endülüs’te Raks
- Sessiz Gemi
- Rindlerin Ölümü
- Sen Şarkı Söylediğin Zaman
- Dumanlı Başları Göklere Ermiş
- Yedi Renk Üstüne Hareli Dağlar
Kaynakça
- ^ Babama ithafen...
- ^ Türk musikisinin büyük ve olgun ses üstadı, yeri doldurulmaz büyük kıymet Münir Nureddin Selçuk (yazan: Zeki Tükel) Radyo Haftası Dergisi Sayı 7, 8 Temmuz 1950
- ^ O unutulmaz sesi doğduğu semtte dinleyin
Dış bağlantılar
Güner Sümer
Güner Sümer (19 Mart 1936 - 27 Nisan 1977), Türk tiyatro ve sinema oyuncusu, oyun yazarı. Yazar Adalet Ağaoğlu'nun kardeşidir.
1960 yılında öğrenim gördüğü Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden ayrılıp Paris'e giden Sümer, Charles Dulin`de tiyatro eğitimi gördü. Ankara Üniversitesi Tiyatro Topluluğu ve Sahne Z`de amatör çalışmalarda bulunmasının ardından, 1962 yılında Arena Tiyatrosu'nda profesyonel sanat yaşamına adım attı. 1964'te Paris'te tanıştığı yazar Tezer Özlü'yle evlenerek Ankara'ya yerleşti. Eskişehir Belediye Tiyatrosu, AST gibi topluluklarda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. Özlü'den 1967'de ayrıldı. İstanbul Sanat Tiyatrosu'nun kurucusu olan sanatçı, ayrıca kamera karşısına da geçerek sinema filmlerinde rol aldı. Oyuncu Suna Selen'le evlendi.[1] Bu evliliğinden olan oğlu Sinan Sümer de sonradan oyuncu oldu. Sümer, yakalandığı kanserden kurtulamayarak yaşamını yitirdi.
1960 yılında öğrenim gördüğü Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden ayrılıp Paris'e giden Sümer, Charles Dulin`de tiyatro eğitimi gördü. Ankara Üniversitesi Tiyatro Topluluğu ve Sahne Z`de amatör çalışmalarda bulunmasının ardından, 1962 yılında Arena Tiyatrosu'nda profesyonel sanat yaşamına adım attı. 1964'te Paris'te tanıştığı yazar Tezer Özlü'yle evlenerek Ankara'ya yerleşti. Eskişehir Belediye Tiyatrosu, AST gibi topluluklarda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. Özlü'den 1967'de ayrıldı. İstanbul Sanat Tiyatrosu'nun kurucusu olan sanatçı, ayrıca kamera karşısına da geçerek sinema filmlerinde rol aldı. Oyuncu Suna Selen'le evlendi.[1] Bu evliliğinden olan oğlu Sinan Sümer de sonradan oyuncu oldu. Sümer, yakalandığı kanserden kurtulamayarak yaşamını yitirdi.
Yönettiği tiyatro oyunları
- Sınırdaki Ev : (Slawomir Mrozek) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1969
- Eskici Dükkanı : (Orhan Kemal) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1968
- Victor Ya Da Çocukların İktidarı : (Roger Vitrac) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1968
- Durand Bulvarı (Armand Salcrou) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1967
- Küçük Burjuvalar : (Maksim Gorki) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1966
- Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (Hüseyin Rahmi Gürpınar) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1965
- Bozuk Düzen : Güner Sümer - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1965
- Ayak Bacak Fabrikası : Sermet Çağan - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1964
- Yosma : Ruzante - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1964
- Gizli Ordu : Brendan BEehan - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1963
- Mezarsız Ölüler : Jean Paul Sartre - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1963
Rol aldığı tiyatro oyunlar
- Durand Bulvarı (Armand Salcrou) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1967
- Müfettiş : (Nikolai Gogol) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1967
- 72.Koğuş : (Orhan Kemal) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1966
- Pazar Gezintisi : (George Mitchele) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1966
- Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (Hüseyin Rahmi Gürpınar) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1965
- Arturo-Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı : Bertolt Brecht - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1965
- Bozuk Düzen : Güner Sümer - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1965
- Ayak Bacak Fabrikası : Sermet Çağan - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1964
- Yosma : Ruzante - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1964
- Cehennem Dansı : August Strindberg - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1964
- Ayak Bacak Fabrikası : Sermet Çağan - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1964
- Yosma : Ruzante - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1964
- Godt'u Beklerken : Samuel Becket - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1963
- Gizli Ordu : Brendan BEehan - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1963
- Ölü Canlar : Nicolay Gogol\Arthur Adamov - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1963
- Mezarsız Ölüler : Jean Paul Sartre - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1963
Filmografisi
Eser
- Yarın Cumartesi - 1988
- Bozuk Düzen - 1965
Oyuncu
- Kapıcılar Kralı - 1976
- Esir Hayat - 1974
- Diyet - 1974
- Kartal Yuvası - 1974
Eserleri
- Bütün Oyunları 3: Bozuk Düzen - Hüzzam (oyun)
- Bütün Oyunları 2: Aşk Bir Masaldır - Ölü Mevsimler
Kaynak
- ^ İşte merak edilen 'Tiçır' Sabah Gazetesi, 15.10.1999. Erişim tarihi: 10.7.2008.
Dış bağlantılar
Alexander Nikolayevich Scriabin

Scriabin erken modern besteciler arasında en çok yenilikçi ve çok özel dürümlü bir piyanist ve besteci olarak tanımlanmıştır. Kariyerinin başlangıcindea Scriabin, Fredric Chopin'den ilham alarak çok lirik karakterli ama kendine özel tonlu müzik bestelemiştir. Ama, Arnold Schönberg'in yeniliklerinden habersiz ve bağımsız olarak, kabul mistisizm akımına dayanarak, gittikçe müziğini atonal olarak bestelemiş ve bu nedenle 12-tonlu kompozizyon ve şerial müzik akımlarının öncülüğünü yapmıştır. Rus Sembolist akımı bestecileri arasında önde giden bir besteci olarak da görülebilmektedir..
Yaşamı
İyi bir piyanist olan annesi çok erken yaşta öldüğü ve babası diplomat olarak yurt dışında bulunduğu için Scriabin teyzesinin yanında büyüdü. Teyzesi onu bakımının yanında müzikal yetilerinin geliştirmesine de önem verdi. 1888’de Moskova Konservatuatına alınan Scriabin, orada Sergej Tanejew ve W. Safonow ile çalıştı. 1892’de en iyi derece ile mezun olduktan sonra piyanist ve besteci olarak ismini duyurmaya başladı.Kariyerindeki ile çıkışı ona uluslararası turneler organize eden ve müziği ile bir menajer gibi koruyup ilgilenen M.Belajew sayesinde elde etti. 1898’de Scriabin öğrenim gördüğü yerde piyano öğretmeni olarak çalışmaya başlasa da 5 yıl sonra kendisini hiçbir şey tarafından kısıtlanmadan bestelerine, enstrumanına ve konserlerine adayabilmek için ayrıldı. Uğruna eşinden ve çocuklarından ayrılıp 1905’te evlendiği Tatjana Schljozer ile uzun süre batıda yaşadıktan sonra İsviçre’ye yerleşti.
1908’de Brüksel’e taşındı. Artmakta olan ününden haberdar idi. 1906-1907’de genişletilmiş bir turne sayesinde bu ününü Amerika kıtasına da taşıma imkânı buldu. Bu esnada Scriabin gittikçe daha çok ruhani ve sufi fikir ve taslaklarla uğraşmaya başlamıştı. 1910’de tekrar geldiği Moskova’da özenle büyük bir Teozofik eser üzerinde çalışmaya başladı. Bir kan zehirlenmesinin sebep olduğu ani ölümü eserini bitirebilmesine engel oldu.
Moskova’daki son yıllarında sembolistlere yakın oldu. Birçok piyano eseri ve senfoni yazdı. İlk dönem eserleri Chopin geleneğinde olsa da daha sonraki yıllarda Scriabin, Messiaen gibi 12 Ton müziğine kadar giden yeni modal düzenlemeler keşfetti. Artık Scriabin’e Nietsche, Bergson ve teosofiden etkilenen felsefi fikirlerini ifade edebilmek için müzik yetmemeye başlamıştı. 1908-10 arasında yazdığı senfonik şiir Prometheus’da ilk kez renkli-piyano’yu (Farbenklavier) kullanmış, eserin 1915’de New York’daki galası dünyadaki ilk ışık şovu olmuştur.
Hayatının son döneminde gittikçe daha çok vakit ayırıp tasarladığı eser, multimedyal bir ‘Muamma’ üzerinde çalıştı. Hareketli mimari, dans, koku, renk, ton ve kelimelerden oluşan ve tüm düzeylere hitap edebilecek olan bir senfoni olacak olan bu eser Hindistan’da yarım küre şeklindeki bir tapınakta 7 günlük bir ayin ile gerçekleştirilecekti. Scriabin’in yalnız‚ Planlı Bir Duruşma’nın sözleri ile bazı müzikal fikirlerin taslağını hazırlayabildiği bu ütopik projenin katılanları yüce bir farkındalığa, kozmik bir bilince ulaştırması gerekiyordu. Scriabin, döneminin bir çocuğu olarak kendisini gittikçe bir çeşit sanat mesihi olarak hissetmiş ve başlarını yaşadığı I. Dünya Savaşı'yla sonuçlanan dünyadaki genel karışıklığı sezmişti.
Kaynakça
- ^ Piyano: Jennifer Castellano
Dış bağlantılar
Prélude Op. 11, No. 1 : Prélude Op. 11, No. 2 :Ralph Waldo Emerson

1803 yılında Boston'da doğdu. Babası ve dedesi Protestan papazıydı. 1826 yılında Harvard Üniversitesinden mezun oldu. Emerson da babası gibi papaz oldu ve 1829'da bir Üniteryen kilisesinin rahipliğini üstlendi, aynı yıl Ellen Louisa Tucker ile evlendi. Eşi 1831'de öldü. 1832'da ruhsal bir bunalımdan dolayı rahipliği bıraktı. Bu kararında karısının ve erkek kardeşlerinin ölümünün payı büyüktü. Biçimsel dinin geçerliliğini yitirdiği kanısına varan Emerson 1832-33 yıllarında ilk İngiltere yolculuğuna çıktı. Wordsworth, Landor, Coleridge, John Stuart Mill ve Carlyle'ı tanıdı. Sonradan kendisini onların izleyicisi olarak görecekti.
Boston'a döndüğünde kendini gezilere ve konferanslara veren Emerson böylece ülkenin tümünü yakından tanıma olanağı buldu. 1835'de Concord Massachusetts'de bir ev aldı ve ikinci eşi Lydia Jackson ile evlendi. Concord'da Nathaniel Hawthorne ve Henry David Thoreau ile dost oldu. Eskiden verdiği vaazların yerini konferansları aldı. Zamanla ünü ABD'yi aştı, Avrupa'ya kadar yayıldı. Nietzsche, "kendimi Emerson'a o denli yakın buluyorum ki onu övmekten çekiniyorum, çünkü kendimi övmüş gibi olmaktan korkuyorum" diyordu. Birkaç yolculuk sayılmazsa hep Massachusetts Concord kasabasında yaşayan Emerson 27 Nisan 1882'de öldü.
Eserleri
- Doğa (1836)
- "The American Scholar" (1837)
- Denemeler I (1841);
- "The Transcendentalist" (1841)
- Denemeler II (1844)
- Representative Men 1850; Platon, Swedenborg, Montaigne, Shakespeare, Napoleon, ve Goethe üzerine
- English Traits (1856)
- The Conduct of Life (1860)
- "Thoreau" 1862; Henry David Thoreau için
- Society and Solitude (1870)
- İngilizce olarak eserleri:
22 Nisan 2017 Cumartesi
Atıf Kaptan
Atıf Kaptan (1908 - 22 Nisan 1977), Sinema ve tiyatro oyuncusu.
1928 Dar-ül bedayi’de “Hamlet” oyunuyla sanat hayatına başladı. Aynı yıl sinema oyunculuğuna da adım attı. "Bir Millet Uyanıyor" filminde “Yahya Kaptan” rolüyle büyük beğeni topladı. Kaptan Tiyatrosu adlı bir topluluk kurup, tüm Anadolu’da turnelere çıktı. Tiyatroyu bırakıp sinemada yoğunlaşan sanatçı, 300'den fazla film çevirdi. Bir sinema filminin çekimi için gittiği Ürdün'de öldü.
1928 Dar-ül bedayi’de “Hamlet” oyunuyla sanat hayatına başladı. Aynı yıl sinema oyunculuğuna da adım attı. "Bir Millet Uyanıyor" filminde “Yahya Kaptan” rolüyle büyük beğeni topladı. Kaptan Tiyatrosu adlı bir topluluk kurup, tüm Anadolu’da turnelere çıktı. Tiyatroyu bırakıp sinemada yoğunlaşan sanatçı, 300'den fazla film çevirdi. Bir sinema filminin çekimi için gittiği Ürdün'de öldü.
Filmografisi
|
|
Dış bağlantılar
- IMDb'te Atıf Kaptan
- SinemaTürk'te Atıf Kaptan
29 Mart 2017 Çarşamba
Carl Orff
Carl Orff (d. 10 Temmuz 1895 Münih, Almanya - ö. 29 Mart 1982 Münih) Carmina Burana isimli sahne kantatının yaratıcısı olan Alman besteci. Orff çocuklara müzik öğretmek için özel bir eğitim yöntemi geliştirmiştir.
1803’te Münih yakınlarında bir manastırın kütüphanesinde bulunan 200 kadar şarkı ve şiir Carmina Burana’ya kaynaklık etmiştir. Carmina Burana, çoğu oldukça açık saçık Latince metinlere dayanan bir üçlemenin ilk yapıtıdır. Trionfi (Zaferler) diye adlandırılan bu üçlemenin diğer yapıtları Catulli Carmina ve Trionfo di Afrodite’dir. Yapıtın ilk gösterimi 1937’de gerçekleşti ve Orff’a büyük ün getirdi.
Orff, 1924’te dans öğretmeni Dorothee Günther ile genç kızların müzik eğitimi için Münih’te bir okul kurmuştu. Bu okulda çocuklar için müzik eğitimine yönelik araştırmalar yaptı. Okul, 1944’te Naziler tarafından kapatıldı. 4 yıl sonra Orff’un bazı dans müziği kayıtlarının rastlantı olarak yayınlanması, geliştirdiği yöntemlerin Almanya’da yayılmasını sağladı ve çocuklar için müzik yayını yapan radyo programları başladı. Orff, çocuklardaki doğal müzik yeteneklerinin basit vurmalı ve yaylı çalgılar yoluyla geliştirilebileceğini düşünüyordu. Geliştirdiği teknikler şimdi pek çok ülkede kullanılmaktadır.
Carl Orff, 1930’da Münih Bach Topluluğu’nun şefi olmuştu. Nazi döneminde de bu görevde kalmıştır. Orff'un Nazi partisi ile ilişkisi öne sürülse de, kesin olarak kanıtlanamamıştır. Carmina Burana adlı yapıtı 1937'deki Frankfurt ilk gösteriminden sonra Nazi Almanya'sında oldukça tutulmuştur. Felix Mendelssohn'un müziğini yasaklayan Nazi yönetiminin, Şekspir'in Bir Yaz Gecesi Rüyası'na yeni bir olay müziği yazılması çağrısını yanıtlayan birkaç besteciden (öteki birçok besteci katılmamıştır) birisidir. Öte yandan, Orff daha Naziler yönetime gelmeden, 1917 ve 1927 yıllarında da bu oyun için müzik yazmıştı.
'Ak Gül' (Die Weiße Rose) adlı Nazi karşıtı direniş örgütünün kurucularından ve Nazi Almanya'sınca yargılanıp öldürülen Kurt Huber, Orff,un kişisel arkadaşlarından birisidir. Kurt Huber'in tutuklanmasından sonra Huber'in eşinin, Orff'un ilişkilerini kullanarak kocasını kurtarma yalvarışlarını 'Huber ile yakınlığının ortaya çıkması durumunda her şeyini yitireceği' gerekçesi ile geri çevirmiştir. Huber'in eşi, o günden sonra bir daha Orff'u görmez.
Bununla birlikte, Carmina Burana'dan gelen yazarlık parasının kesilmesi kaygısı ile, savaştan sonra Almanya'yı Nazilerden arındırmaya çalışan Birlik Ülkeleri'nin bir görevlisine, 'Ak Gül' örgütünün üyesi ve Nazi karşıtı direnişçi olduğunu öne sürmekten de kaçınmayacaktır. Orff'un örgüte üyeliği ve direnişçiliği konusunda hiçbir kanıt olmadığı gibi birçok kaynakça da yalanlanmıştır. Yıllar sonra, suçluluk duyguları içinde, ölmüş arkadaşı Huber'e mektup yazıp bağışlanma dileyecektir.
Orff, zamanının büyük bölümünü yurtta ve yurtdışında bestecilik öğretmeye adamıştır. "Yeni bir şey yaratmak istiyorsan mutlaka eski olanı kullan" anlayışı ile yapıtlar veren Orff, 1949’da yaratığı Antigonea adlı oyunu Sofokles’in bir yapıtı üzerine bestelemişti. 1950’de Münih Müzik Lisesi’ne öğretmen oldu, 1955 yılında Tübingen Üniversitesi’nden fahri doktor oldu, 1961’de Salzburg’da müzik öğretmenlerini eğitmek amacıyla Orff Enstitüsü’nü kurdu. Carl Orff, 1982’de bütün ömrü boyunca yaşadığı Münih’te öldü.
Yaşamı
Subay kökenli, soylu bir aileden gelen Orff 10 Temmuz 1895 günü Münih'te doğdu. Annesi yetenekli bir piyanistti. Carl, müzik sevgisini annesinden almıştı ve küçük yaştan başlayarak tiyatroya da düşkündü. Henüz çocukken evde oluşturduğu kukla tiyatrosu için oyunlar yazan ve besteler yapan Carl, 17 yaşına geldiğinde bir opera ve pek çok şarkı bestelemişti. Münih Müzik Akademisi’ne girdiyse de, kısa sürede akademik müzik çalışmalarından sıkıldı. Sahne müziğine olan ilgisinden ötürü ortaçağ ve Rönesans döneminin ilk sahne müziği yapıtlarını inceledi. Bu çalışmaları 1935’te Carmina Burana’yı yaratması için Orff'a esin verdi.1803’te Münih yakınlarında bir manastırın kütüphanesinde bulunan 200 kadar şarkı ve şiir Carmina Burana’ya kaynaklık etmiştir. Carmina Burana, çoğu oldukça açık saçık Latince metinlere dayanan bir üçlemenin ilk yapıtıdır. Trionfi (Zaferler) diye adlandırılan bu üçlemenin diğer yapıtları Catulli Carmina ve Trionfo di Afrodite’dir. Yapıtın ilk gösterimi 1937’de gerçekleşti ve Orff’a büyük ün getirdi.
Orff, 1924’te dans öğretmeni Dorothee Günther ile genç kızların müzik eğitimi için Münih’te bir okul kurmuştu. Bu okulda çocuklar için müzik eğitimine yönelik araştırmalar yaptı. Okul, 1944’te Naziler tarafından kapatıldı. 4 yıl sonra Orff’un bazı dans müziği kayıtlarının rastlantı olarak yayınlanması, geliştirdiği yöntemlerin Almanya’da yayılmasını sağladı ve çocuklar için müzik yayını yapan radyo programları başladı. Orff, çocuklardaki doğal müzik yeteneklerinin basit vurmalı ve yaylı çalgılar yoluyla geliştirilebileceğini düşünüyordu. Geliştirdiği teknikler şimdi pek çok ülkede kullanılmaktadır.
Carl Orff, 1930’da Münih Bach Topluluğu’nun şefi olmuştu. Nazi döneminde de bu görevde kalmıştır. Orff'un Nazi partisi ile ilişkisi öne sürülse de, kesin olarak kanıtlanamamıştır. Carmina Burana adlı yapıtı 1937'deki Frankfurt ilk gösteriminden sonra Nazi Almanya'sında oldukça tutulmuştur. Felix Mendelssohn'un müziğini yasaklayan Nazi yönetiminin, Şekspir'in Bir Yaz Gecesi Rüyası'na yeni bir olay müziği yazılması çağrısını yanıtlayan birkaç besteciden (öteki birçok besteci katılmamıştır) birisidir. Öte yandan, Orff daha Naziler yönetime gelmeden, 1917 ve 1927 yıllarında da bu oyun için müzik yazmıştı.
'Ak Gül' (Die Weiße Rose) adlı Nazi karşıtı direniş örgütünün kurucularından ve Nazi Almanya'sınca yargılanıp öldürülen Kurt Huber, Orff,un kişisel arkadaşlarından birisidir. Kurt Huber'in tutuklanmasından sonra Huber'in eşinin, Orff'un ilişkilerini kullanarak kocasını kurtarma yalvarışlarını 'Huber ile yakınlığının ortaya çıkması durumunda her şeyini yitireceği' gerekçesi ile geri çevirmiştir. Huber'in eşi, o günden sonra bir daha Orff'u görmez.
Bununla birlikte, Carmina Burana'dan gelen yazarlık parasının kesilmesi kaygısı ile, savaştan sonra Almanya'yı Nazilerden arındırmaya çalışan Birlik Ülkeleri'nin bir görevlisine, 'Ak Gül' örgütünün üyesi ve Nazi karşıtı direnişçi olduğunu öne sürmekten de kaçınmayacaktır. Orff'un örgüte üyeliği ve direnişçiliği konusunda hiçbir kanıt olmadığı gibi birçok kaynakça da yalanlanmıştır. Yıllar sonra, suçluluk duyguları içinde, ölmüş arkadaşı Huber'e mektup yazıp bağışlanma dileyecektir.
Orff, zamanının büyük bölümünü yurtta ve yurtdışında bestecilik öğretmeye adamıştır. "Yeni bir şey yaratmak istiyorsan mutlaka eski olanı kullan" anlayışı ile yapıtlar veren Orff, 1949’da yaratığı Antigonea adlı oyunu Sofokles’in bir yapıtı üzerine bestelemişti. 1950’de Münih Müzik Lisesi’ne öğretmen oldu, 1955 yılında Tübingen Üniversitesi’nden fahri doktor oldu, 1961’de Salzburg’da müzik öğretmenlerini eğitmek amacıyla Orff Enstitüsü’nü kurdu. Carl Orff, 1982’de bütün ömrü boyunca yaşadığı Münih’te öldü.
Eserleri
Carmina Burana, Catulli Carmina ve Trionfo di Afrodite adlı kantatlarını birleştirerek oluşturduğu Trionfi üçlemesi Başta Almanya olmak üzere pek çok ülkede bestecinin en çok seslendirilen yapıtıdır:- Operalari
- Der Mond (Ay) (1939)
- Die Kluge (Akıllı Kız) (1943)
- Antigonae (1949)
- Ein Sommernachtstraum (1952, rev. 1962)
- Prometheus (1968)
- De Temporum Fine Comoedia (1973)
- Bairisches Welttheater (Baverya Dunya Tiyatrosu)
- Die Bernauerin (Bernaulu Kız ) (1947)
- Astutuli, eine bairische Komödie (1953)
- Paskalya oyunu
- Comoedia de Christi Resurrectione (1956)
- Isa'nin dogumu oyunu
- Ludus de nato Infante mirificus (1961)
- De Temporum Fine Comoedia, Vigilia (1973, rev. 1977)
- Trionfi
- Carmina Burana (1937)
- Catulli Carmina (1943)
- Trionfo di Afrodite (1953)
- Claudio Monteverdis Klage der Ariadne, Orpheus (1925, rev. 1940)
- Orkestra icin Entrata, William Byrd'un "The Bells" eserine atifla (1539–1623) (1928, rev. 1941)
- Theatrum Mundi (Dunya Tiyatrosu)
- Antigonae (1949)
- Oedipus der Tyrann (1959)
- Prometheus (1968)
- Orff Schulwerk
- Musik für Kinder (with Gunild Keetmann) (1930–35, reworked 1950–54)
Ayrıca bakınız
Dış bağlantılar
- Carl Orff Foundation (İngilizce) (Erişim:12.9.2010)
- Orff Merkezi, Munih (Almanca) (Erişim:12.9.2010)
- Deutsches Musikarchiv Katalogu (Almanca) (Erişim:30.10.2010)
- Diskografi (İngilizce) (Erişim:12.9.2010)