30 Nisan 2015 Perşembe

Édouard Manet

 



Édouard Manet (23 Ocak 1832 – 30 Nisan 1883), Fransız ressam. Ondokuzuncu yüzyılda modern hayatı konu alan resimler yapmaya başlamış ilk ressamlardandır. Manet, gerçekçilik akımından izlenimciliğe geçişte önemli bir rol oynadı. İlk dönem başyapıtlarından Kırda Öğle Yemeği ve Olympia, kendisinden genç ressamlara esin kaynağı oldu. Daha sonraki yıllarda ise o ressamlar izlenimciliğin en önemli isimleri oldular. Günümüzde, bu iki resim, modern sanatın başlangıcı kabul edilir.

Hayatı ve çalışmaları

Gençlik yılları


Edgar Degas'nın 
Manet portresi
Édouard Manet, 23 Ocak 1832'de Paris'te varlıklı ve birbirine bağlı bir ailenin üyesi olarak doğdu. Annesi, Eugénie-Desirée Fournier, İsveç Prensi Charles Bernadotte'nin torunuydu. Babası, Auguste Manet ise Fransız bir yargıçtı ve oğlunun da tıpkı kendisi gibi hukuk alanında kariyer yapmasını istiyordu. Dayısı, Charles Fournier, yeğenini resim yapması konusunda teşvik etti ve sık sık Louvre'a götürdü.1845 yılında, dayısının tavsiyesiyle, Manet çizim konusunda özel ders almaya başladı. Bu dersler sırasında ileride Güzel Sanatlar Bakanlığı yapacak olan Antonin Proust ile tanıştı. Proust-Manet dostluğu yaşamlarının sonuna kadar sürdü.
1848 yılında, babası isteği üzerine bir eğitim gemisiyle Rio de Janeiro'ya doğru yola çıktı. Deniz Kuvvetleri sınavına iki kere girip başarısız olduktan sonra babası sanat eğitimi almasına izin verdi.Manet, 1850'den 1856'ya kadar, geniş tarihi tabloları ile tanınan Thomas Couture isimli akademik bir ressamla birlikte çalıştı. Boş zamanlarında ise Louvre'daki büyük başyapıtları kopyalıyordu.
1853 ile 1856 arasında Almanya, İtalya ve Hollanda'yı ziyaret etti. Bu ziyaretler sırasında Frans Hals, Diego Velázquez ve Francisco Goya'nın eserlerini inceleme fırsatı buldu. Bu üç ressamdan çok etkilendi ve daha sonraki çalışmalarında onların eserlerinden esinlendi.
1856 yılında kendi atölyesini açtı. Bu dönemdeki tarzı fırça darbelerini serbest bırakan, detayları basitleştiren ve geçiş tonlarını yok eden olarak tanımlanabilir. Bu stilini Gustave Courbet tarafından başlatılan gerçekçilik akımına adapte eden Manet, Absent İçicisi (1858-59) isimli tablosunu çizdi. Onun dışında ise şarkıcılar, çingeneler, kafelerdeki insanlar, boğa güreşleri, dilenciler gibi çağdaş konularla ilgilendi. Gençlik yıllarında eğilmeyi tercih ettiği dini, tarihi ya da mitolojik resimleri daha sonraki yıllarda çok az konu edindi.

Tuileries'de Müzik



Tuileries'de Müzik, 1862
Tuileries'de Müzik, Manet'nin ilk dönem çalışmalarından biridir ve o dönemdeki tarzını yansıtır. Tabloda, Frans Hals ve Diego Velázquez'den esinler görülür. Ayrıca, ressamın hayatının sonuna kadar ilgileneceği "boş zaman" konusunun da habercisidir. Resim, bazıları tarafından tamamlanmamış olarak tanımladı. Tabloda, o dönemde Tuileries Bahçeleri'nin müzik ve sohbetle dolu atmosferi izlenebilir.
Bu resimde, Manet, arkadaşlarını, ressamları, yazarları ve müzisyenleri anlattı. Bütün bu karakterlerin arasına kendi otoportresini de ekledi.

Kırda Öğle Yemeği



Kırda Öğle Yemeği (Le déjeuner sur l'herbe), 1863
Sanatçının en önemli erken dönem çalışmalarından biri de Kırda Öğle Yemeği idi. 1863 yılında Paris Salonu'nun yıllık sergisi tarafından reddedilen Manet, bir sonraki sene resmi Reddedilenler Salonu'nda sergiledi. 3. Napolyon Reddedilenler Salonu'nu, 1863 yılında, Paris Salonu'nun 3000'den fazla eseri reddetmesinden sonra kurmuştu.
Tabloda giyinik bir erkekle tamamen çıplak bir kadının yan yana oturmasının zıtlığı ilgi çekti. Ayrıca eskize benzeyen basitleşmiş çizim de Manet'yi Courbet'ten ayıran bir gelişmeydi. Aynı zamanda, Manet'nin kompozisyonunda onun eski başyapıtlar üzerine yaptığı çalışma da fark ediliyordu. Ana karakterlerin oturma düzeni Marcantonio Raimondi'nin 1515 yılında çizdiği Paris'in Yargısı isimli tablosunu anımsatıyordu.
Uzmanlar ayrıca, Manet'nin bu çalışmasının iki büyük rönesans resmi olan Giorgione ve Titian'ın Pastoral Uyum, ile Fırtına'sını de anımsattığını söylediler. Fırtına Venedik'teki Gallerie dell'Accademia'dadır. Bu gizemli resimde de giyinik bir adamla çıplak bir kadın kırsal bir mekandadırlar. Adam solda ayaktadır ve kadın, çimenlerin üzerinde bebeğini beslemektedir. Uzaktaki karanlık bulutlar gelecek olan bir fırtınanın belirtisi gibidir. Resimdeki iki karakterin birbirleri ile olan ilişkileri ise belirsizdir. Pastoral Uyum ise Louvre'un koleksiyonundadır. Bu resimde giyinik iki adam kırda oturmuş birbirine bakmaktadırlar. Sol taraftaki adam bir ud çalmaktadır, sağdaki ise dikkatle ona bakıp dinlemektedir. Ön tarafta ise iki çıplak kadın, erkeklere eşlik etmektedir. Kadınların birinin elinde flüt vardır, diğeri ise sürahi taşımaktadır. Arka planda ise uzakta bir ev, bazı ağaçlar ve bir çoban görünmektedir.

Olympia


Olympia, 1863
Tıpkı Kırda Öğle Yemeği'nde olduğu gibi bu tablosunda da Manet Rönesans ressamlarını anmaktadır. Resimdeki çıplak kadının pozu Titian'ın Urbino Venüsü'nü (1538) ve Francisco Goya'nın Çıplak Maya'sını (1800) anımsatmaktadır.
Resmin tartışılmasının sebeplerinden biri de çıplak modelin tam olarak çıplak olmamasıdır. Saçlarındaki orkide, boynundaki kurdele, bilezik ve terlikler onun çıplaklığını ve seksapelini daha çok vurgulamakta ve zenginlerle düşüp kalkan rahat bir yaşama sahip hayat kadını imajını güçlendirmektedir. Orkide, tepede toplanmış saçlar, siyah kedi ve bir buket çiçek de o dönemlerde cinselliğin simgeleriydi. Bu modern Venüs vücudu standartlara göre incedir. Buradan da resimdeki idealize etme eksikliği fark edilebilir. Arkada duran tamamen giyinik hizmetçinin kıyafetleri ve bir fahişeye hizmet ediyor olması ortamdaki cinsel gerilimi arttıran bir faktördür.
Manet, Olympia'nın durgunluğunda Japon sanatından etkilendi. Bu durgunluk onu daha insani ve daha az şehvetli gösterir. Bazı yorumlara göre hizmetçisinin ona sunduğu çiçekleri gönderen müşterisine bakmaktadır.
Olympia sergilendikten sonra pek çok tepkiyle karşılaştı. Karikatürlerde, resimlerde, eskizlerde sık sık Manet'nin çıplağına göndermeler yapıldı. Pablo Picasso, Paul Gauguin, Gustave Courbet, Paul Cézanne ve Claude Monet resmin önemini takdir eden ressamlar arasındaydı.

Sanatındaki ve hayatındaki gelişmeler

Eserlerindeki bitmemişlik duygusu ve fotoğraf benzeri ışıklandırma, bu çalışmaların modern olarak görünmesine sebep oluyordu ve Manet'nin kopyaladığı ya da kaynak olarak kullandığı rönesans eserleri ile tezat oluşturuyordu. Resimlerinin "erken dönem modern" olarak tanımlanmasının bir sebebi de şekillerin arka planı olarak siyah renk kullanmasıydı. Böylece resme bakanın dikkati şekillerde yoğunlaşıyordu.
Manet, izlenimcilik akımının öncüleri olan Edgar Degas, Claude Monet, Pierre-Auguste Renoir, Alfred Sisley, Paul Cézanne ve Camille Pissarro gibi ressamlarla arkadaştı. Yine bu grubun içinde yer alan Berthe Morisot, sanatçıyı kendi aktivitelerinin içine çekiyordu. Berthe, ressam Jean-Honoré Fragonard'ın torunuydu ve ilk defa 1864 yılında Paris Salonu'na kabul edildi. Bu tarihten sonra 10 sene daha eserlerini orada sergilemeye devam etti.
Manet ve Berthe Morisot 1868'de tanıştılar. Morisot, Manet'yi kendisiyle birlikte açık havada resim yapmaya ikna etti. Berthe'yi bu şekilde bir çalışmaya arkadaşı Camille Corot alıştırmıştı. Manet ve Morisot birbirinden çok şey öğrendi. Manet, Berthe'nin bazı tekniklerini kimi resimlerinde kullandı. 1874 yılında, Berthe, Manet'nin erkek kardeşi Eugene ile evlenerek aileye de girdi.

Otoportresi 1879
İzlenimcilerin çekirdek grubunun aksine, Manet eserlerini bağımsız sergiler yerine Paris Salonu'nda sergilemeyi tercih etti. Fakat, 1867 yılında Paris Salonu'na kabul edilmeyince kendi sergisini açtı. Bu sergideki eserleri önemli eleştirmenlerden kötü yorumlar aldı. Yine bu dönemde Degas gibi izlenimci ressamlarla ilk defa ilişki kurdu.
Her ne kadar izlenimcilik akımına çalışmaları ile esin kaynağı olmuş ve desteklemişse de izlenimci sergilere katılmakta direnç gösterdi. Bunun sebebi hem bu grubun bir üyesi olarak görünmek istememesi hem de Paris Salonu'nda eserlerini sergilemeyi tercih etmesiydi. Öğrenci de kabul etmeyen Manet'nin tek istisnası Eva Gonzalès oldu.
Manet, besteci Emmanuel Chabrier ile çok yakın dosttu. Onun iki tane portresini de yaptı. Müzisyen, ressamın 14 adet tablosuna sahipti ve bestesi Impromptu'yu Manet'nin eşine adadı.
Ressamın yaşamı boyunca, eleştirmenlerle arası iyi olmadı. Buna rağmen Émile Zola onu kamuoyunda her zaman savundu ve destekledi. Stéphane Mallarmé ve Charles Baudelaire ile de arkadaştı ve ikisinin de portrelerini çizdi.

Kafe manzaraları


Manet'nin kafe manzaraları içeren resimlerin ondokuzuncu yüzyılda Paris'teki sosyal yaşam hakkında gözlem yapılmasına yardımcı olur. Ressam, insanları müzik dinlerken, bira içerken, flört ederken, bir şeyler okurken ya da beklerken çizdi. Çoğunlukla Rochechourt Bulvarı'ndaki Brasserie Reichshoffen'i ziyaret etti. Örneğin 1878'de çizdiği Kafede isimli tablosu orayı anlatmaktadır. Bu eserde, pek çok insan barda durmaktadır. Bir kadın resmi izleyene bakarken diğerleri kendilerine servis yapılmasını beklemektedir. Bu resimlerin havası Frans Hals ve Velázquez'in çalışmalarını anımsatmaktadır. Bohem hayattan, kent yaşamından, çalışan insanlardan ve burjuvaziden anlık görüntüler gibidirler.
Kafe Köşesi isimli tabloda ise bir adam sigara içerken arkasındaki garson kadın içkileri servis etmektedir. Bira İçenler'de ise bir kadın ve arkadaşı birlikte bira içmektedirler. Manet, ayrıca sık sık Pere Lathuille's isimli Avenue de Clichy üzerindeki restoranda da vakit geçirdi. Örneğin Lathuille's'de isimli tablosunu orada çizdi.
Le Bon Bock'da ise şişman, neşeli ve sakallı bir erkek bir elinde bira diğer elinde pipo ile oturmaktayken, resimdeki diğer erkek direkt izleyicinin gözlerine bakmaktadır.

Sosyal aktivitelerin resimleri


Longchamp'de Yarış, 1864.
Manet, yüksek sınıfın eğlencelerini ve sosyal aktivitelerini de resimlerine konu etti. Örneğin, Operadaki Maskeli Balo isimli tablosunda, ressam canlı kalabalığın bir partide eğlenmesini anlattı. Eserde, melon şapkalı, uzun siyah smokinli erkekler maskeli ve parti kostümü giymiş kadınlarla sohbet ederler. Manet, bu çalışmasına, arkadaşlarının portrelerini de ekledi.
Ressam, dönemin popüler diğer aktivitelerine de resimlerinde değindi. Mesela, Longchamp'de Yarış isimli eserinde, at yarışı esnasında jokerlerin heyecanını ve enerjisini izleyene yansıttı. Patenle Kayış'da ise iyi giyimli bir kadın ön plandadır ve diğerleri bu kadının arkasında paten kaymaktadırlar. Ressam, çoğunlukla eserinde öznesinin arkasında bir kent yaşamını anlattı ve esere bakıldığında bu yaşamın çerçeveden taşarak devam ettiği düşündürttü.
Uluslararası Sergiden Görüntü isimli tabloda ise askerler ayakta ya da oturarak dinlenmektedirler ve konuşmaktadırlar. Bir bahçıvan, köpekli bir çocuk, at sırtında bir kadın da resimdedirler. Kısaca, Paris'teki farklı sınıflardan ve yaşlardan insan manzarasıdır.

Savaş


İmparator Maximilian'ın İnfazı 1867. Boston Güzel Sanatlar Müzesi.
Manet'in çalışmalarında eğildiği modern yaşam temasına savaş da dahildi. Ressamın savaşı konu alan resimleri "tarih resimciliği"nin modern ve güncellenmiş yorumları olarak düşünülebilir. Bu şekildeki ilk çalışması 1864 yılında yaptığı Kearsarge ve Alabama Muharebesi isimli çalışmadır. Bu çalışmada, Amerikan İç Savaşı'ndaki bir deniz çatışması konu edildi.
Manet'nin bir diğer ilgisi de Fransa'nın Meksika'ya olan müdahalesi oldu. 1867'den 1869'a kadar Manet, İmparator Maximilian'ın İnfazı tablosunun üç ayrı versiyonunu yaptı.İnfazın değişik versiyonları ressamın yaptığı en büyük resimlerdi. Bundan da Manet'nin en önemsediği tema olduğu çıkarımı yapılabilir. Konusu 3. Napolyon'un emrindeki bir manganın Meksikalı bir imparatoru infaz etmesi olan bu tabloların Fransa'da sergilenmesine izin verilmedi. Ayrıca, bu resimlerin Goya'nın çalışmalarını anımsattığı ve Picasso'nun Guernica isimli tablosuna esin kaynağı olduğu söylendi.
Ocak 1871'de, Manet, Pireneler'deki Oloron-Sainte-Marie'yi ziyaret etti. Yokluğunda arkadaşları adını Paris Komünü'nün Ressamlar Federasyonu'na yazdırdılar. Manet Paris'ten büyük ihtimalle semaine sanglante (kanlı pazar) sonrası uzak kaldı. Berthe Morisot'a 10 Haziran 1871'de yazdığı bir mektupta "Paris'e birkaç gün önce döndük" diye yazdı. (Kanlı Pazar 28 Mayıs sona ermişti.)
Budapeşte'deki Güzel Sanatlar Müzesi Barikat isimli suluboya tablosuna sahiptir. Barikat'ın bir diğer versiyonu da özel bir koleksiyoncudadır.

Paris


Manet, çalışmalarının çoğunda Paris'in sokaklarından manzaralara yer verdi. Örneğin, Rue Monsnier Decked with Flags'de kırmızı, beyaz ve mavi flamalar, sokağın iki tarafındaki binaları kaplamaktadır. Aynı isimli bir diğer çalışmasında ise tek bacaklı bir adam koltuk değnekleri ile yürümektedir. Rue Monsnier with Pavers isimli tablosunda ise aynı sokak farklı bir konuyla karşımıza çıkar. Bu resimde insanlar ve atlar yoldan geçerken bazı adamlar yolu onarmaktadırlar.
Ressam, Demiryolu daha bilinen ismiyle Saint-Lazare Garı isimli tablosunu 1873'te çizdi. Bu resimde ondokuzuncu yüzyılın sonlarına ait bir Paris manzarasını konu edindi. Çalışmasında favori modellerinden olan ressam Victorine Meurent'i kullandı. Meurent aynı zamanda Olympia ve Kırda Öğle Yemeği'nde de modellik yapmıştı. Bu resimde kollarında uyuyan bir köpek yavrusu tuttu ve kucağında açık bir kitap vardı. Hemen yanında küçük bir kız çocuğu duruyordu. Çocuk geçmekte olan treni izliyordu.
Manet, bu resimde, geleneksel bir doğa manzarasını arka plan olarak seçmedi. Trenin orada olduğuna dair tek kanıt buharın oluşturduğu beyaz buluttu. Uzaklarda, modern apartmanlar görülebiliyordu. Geleneksel bir kural olan derin boşluk ihmal edilmişti. Resim, 1874'te Paris Salonu'nda ilk gösterildiğinde eleştirmenler ve ziyaretçiler resmin konusunu şaşırtıcı, kompozisyonunu tutarsız ve çizimini eskiz gibi buldular. Karikatüristler eserle dalga geçtiler. Sadece birkaç kişi resmin modernliğin sembolü olduğunu anlayabildi. Demiryolu, şu anda Washington'daki Ulusal Sanat Galerisi'nde sergilenmektedir.

Geç dönem çalışmaları


Folies-Bergère'de Bir Bar, 1882
Ressam, son başyapıtı olan Folies-Bergère'de Bir Bar'ı (Le Bar aux Folies-Bergère) 1882 yılında tamamladı. Bu resim aynı yıl Paris Salonu'nda sergilendi.
1875 yılında ise Edgar Allan Poe'nun Kuzgun'unun Fransızca versiyonu için taşbaskılar yaptı. Eserin çevirisi ise Mallarmé tarafından yapıldı. 1881 yılında, arkadaşı Antonin Proust'un da baskılarını Fransız Devleti Manet'ye şeref madalyası verdi.

Özel hayatı


Manet'nin Passy Mezarlığı'ndaki Mezarı

Manet, 1863 yılında Almanya doğumlu Suzanne Leenhoff ile evlendi. Leenhoff ile Manet aynı yaşlardaydılar ve yaklaşık on senedir beraberdiler. Leenhoff ilk olarak Manet ve erkek kardeşine piyano çalmayı öğretmek için Manet'nin babası Auguste tarafından işe alınmıştı. Ayrıca, Auguste'un metresi olduğuna dair dedikodular da vardı. Suzanne'in 1852 yılında ise Leon Koella Leenhoff ismini verdiği evlilik dışı bir çocuğu olmuştu. Bu çocuğun babasının Manet olduğu kabul edilir.
Manet, babasının 1862 yılında ölmesinden sonra Suzanne ile evlendi. Leon o günlerde 11 yaşındaydı. Leon, Manet'ye pek çok resminde poz verdi. Bu resimler arasında en meşhuru Kılıç Taşıyan Oğlan (1861) idi. Ayrıca Balkon isimli resimde arkada duran çocuk da Leon'du.

Ölümü

Manet, kırklı yaşlarında yakalandığı frengi ve romatizma sebebiyle vefat etti. Hastalık, ressamın büyük ağrılar yaşamasına ve ölümü yaklaştıkça da kısmi felç geçirmesine sebep oldu.
Sol ayağı kangren sebebiyle kesildi. 1883 yılında, Paris'te 51 yaşındayken vefat etti ve şehirdeki Cimetière de Passy'e gömüldü.

Galeri

Kitaplar[değiştir | kaynağı değiştir]

Kısa tanıtım kitapları:
Türkçe yayınlanmış kitaplar:
  • Manet: Büyük Ressamlar, David Spence, Çeviren: Nimetullah Öner, Alkım Yayınları, 2001 ISBN 978-975-337-179-7

Kaynaklar[değiştir | kaynağı değiştir]

İngilizce Vikipedi'deki 06/09/2008 tarihli Édouard Manet maddesi
  1. ^ a b Ross, King (2006). The Judgment of Paris: The Revolutionary Decade that Gave the World Impressionism. New York: Waller & Company. 0802714668. 
  2. ^ "Édouard Manet, Metropolitan Museum of Art". http://www.metmuseum.org/toah/hd/mane/hd_mane.htm. 
  3. ^ Hayes Tucker, Paul (1998). Manet's Le Déjeuner sur l'herbe. Cambridge University Press. ss. 12-14. 0-521-47466-3. 
  4. ^ Rewald, John (1973). The History of Impressionism (4. baskı bas.). The Museum of Modern Art. ss. 85. 0-87070-369-2. 
  5. ^ Delage, R. (1999). Emmanuel Chabrier. Paris, Fayard. 
  6. ^ Krell, Alan; Thames ve Hudson (1996). Manet and the Painters of Contemporary Life. ss. 83. 
  7. ^ Krell, sayfa 87-91.
  8. ^ Krell, sayfa 91.
  9. ^ Ulusal Sanat Galerisi.
  10. ^ The Digital Collection of the New York Public Library.
  11. ^ Mauner, G. L., & Loyrette, H. (2000). Manet: the still-life paintings. New York: H.N. Abrams in association with the American Federation of Arts. ISBN 0-8109-4391-3, sayfa 66

25 Nisan 2015 Cumartesi

Sabahattin Kudret Aksal

 



Sabahattin Kudret Aksal (d.25 Nisan 1920, İstanbul - ö.19 Nisan 1993, İstanbul) Türk şair, senarist ve yazar.

Hayatı

1937'de Özel Işık Lisesi'nden mezun oldu. 1943'te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 1943-1948 arasında İstanbul'da çeşitli liselerde felsefe dersleri verdi. 1950'de kısa bir süre iş müfettişliği yaptı. İstanbul Konservatuvarı Müdürlüğü, belediye yazı işleri müdürlüğü, belediye iktisat müfettişliği görevlerinde bulundu. 1961'de Şehir Tiyatrosu Müdürü oldu. Belediye Konservatuvarı Estetik Ve Psikoloji öğretmenliğinden emekli oldu. İlk şiiri 1938’de Varlık dergisinde, ilk öyküsü 1940’ta Küllük dergisinde çıktı. İlk oyunu Evin Üstündeki Bulut 1948’de oynandı. 1940'lardaki yeni edebiyat hareketi içinde yer aldı. Günlük yaşamın, küçük ayrıntıların avareliklerin şairi oldu. Cahit Sıtkı Tarancı etkisiyle hece vezni ve uyak kullandığı ilk dönem şiirlerinden sonra Garip akımı ve Orhan Veli'ye yakınlaştı. 1976 sonrasında ise yalınlığı elden bırakmadan dilde derinlik arayışına başladı. Uyak tekrar şiirinin köşe taşı oldu. Bu dönemde Garip'ten de uzaklaşıp İkinci Yeni havasına girdi. Kendisine özgü bir biçimde insan-doğa ilişkisine felsefe düzleminde yaklaştı. Şiirlerinde kent insanlarının gündelik ilişkilerini, saçmalıklarını, çatışmaya varan tartışmalarını ele aldı. Öykü ve oyunlarında ise psikolojik öğeleri ve biçim arayışlarını öne çıkardı. Çeviriler ve sanat üzerine yazılar yayınladı.19 Nisan 1993'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Mezarı Üsküdar'da Karacaahmet mezarlığındadır.

Eserleri

Şiirleri

Şarkılı Kahve (1944)
Gün Işığı (1953)
Duru Gök (1958)
Elinle (1962)
Eşik (1970)
Çizgi (1976)
Şiirler (1979, toplu şiirler)
Zamanlar (1982)
Bir Zaman Düşü (1984)
Şiirler (1988, toplu şiirler)
Buluşma (1990)
Batık Kent (1993, ölümünden sonra, son şiirleri)
Bir Gün İstanbul
Bir Resimde Atatürk,
Atatürk Anadolu'da Anadolu'muz
Anadolu'muz

Öykü

Gazoz Ağacı, Yaralı Hayvan
    Oyunlar
Evin Üstündeki Bulut (oynanışı: 1948)
Şakacı (1952)
Bir Odada Üç Ayna (1956)
Tersine Dönen Şemsiye (1958)
Kahvede Şenlik Var (1966)
Kral Üşümesi (1970)
Bay Hiç - Sonsuzluk Kitabevi (1981)
Önemli Adam (1983)
Önemli Adam
quasimedo elmeraldo'nun oyunu

Deneme

Geçmişle Gelecek (1978) Ayrıca, Paul Éluard ve Charles Baudelaire’den şiirler çevirdi

Ödülleri

1999 İstanbulu dinliyorum
1955 Sait Faik Armağanı Gazoz Ağacı’yla (Haldun Taner ile paylaştı)
1957 Türk Dil Kurumu Ödülü Yaralı Hayvan ile
1965-1966 Ankara Sanatsevenler Derneği ödülü Kahvede Şenlik Var ile
1980 Yeditepe Şiir Ödülü Şiirler ile
1980 ve 1987 Avni Dilligil Tiyatro ödülleri
1985 ENKA Öykü Ödülü "Vav'lar" ile
1990 Sedat Simavi Ödülü
1990 Kültür Bakanlığı Tiyatro Onur Ödülü
1992 Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü
2000 Sonsuzluk Kitabevi Başarı Ödülü

22 Nisan 2015 Çarşamba

Don Kişot

 




Don Kişot (İspanyolca: Don Quixote ya da Don Quijote), İspanyol romancı Miguel de Cervantes Saavedra'nın romanı ve aynı zamanda bu romandaki asıl şahsiyetin adı.
1605 ve 1615’te El ingenioso hidalgo Don Quijote de La Mancha (Marifetli ayan Don Kişot de La Mança) ve Segunda parte del ingenioso caballero Don Quijote de La Mancha (Marifetli şövalye Don Kişot de La Mança'nın ikinci bölümü) olmak üzere iki bölüm halinde yayımlanan roman, İspanyol Altın Çağından bir örnek olarak en akıcı edebi eserlerden biridir ve belki de İspanyol edebiyatına ciddi bir giriştir. Modern Batı edebiyatının en kayda değer kurgu romanlarındandır.

Ana karakterler


  • Don Kişot (Alonso Quijano): Şövalye serüvenleri okumaktan aklı karışmış yaşlı ve aristokrat bir şahsiyettir.
  • Rosinante: Don Kişot'un atı.
  • Sancho Panza: Don Kişot'un uşağı.
  • Dulcinea of El Toboso: Don Kişot'un sevdiği kız. Gerçek adı Aldonza Lorenzo'dur.

Konu

La Mancha’da yaşamakta olan 50’li yaşlarındaki emekli bir centilmen olan Don Kişot şövalyeleri anlatan kitaplara takıntılıdır ve yazılan her şeyin doğru olduğunu sanmaktadır. Don Kişot Sancho Panza ve Rosinante ile birlikte umarsızca şövalyelik günleri tasarlarken, etrafındaki insanlar onun yavaş yavaş çıldırdığını düşünür. Dulcinea of El Toboso, Don Kişot'un hayalinde canlandırdığı ve onunla birlikte maceralar kurduğu sevgilisidir. Don Kişot, yani Senyor Kesada; halkını, vatanını çok seven bir insan olduğu için olsa gerek Sancho Panza'yı da yanına alarak Don Kişot oluyor. Kitapta da sözü edildiği üzere Don Kişot, mazlumları korur ve de kötülere göz açtırmaz.Fakat her zaman yere yıkılır

Miguel de Cervantes Saavedra

 




Miguel de Cervantes Saavedra (29 Eylül 1547 — 22 Nisan 1616), İspanyol romancı, şair ve oyun yazarıdır. Modern Avrupa'nın ilk romanı olarak kabul edilen magnum opusu Don Kişot, Batı edebiyatının klasikleri arasında yer alır ve bugüne kadar yazılmış en iyi kurgusal eserlerden biri sayılır.
Genç yaşta başladığı edebiyat hayatında denemeleri ve tiyatro eserleri ile kısa sürede tanınan bir yazar olmuştur. Ayrıca İspanyol edebiyatında roman geleneğinin başlatıcısı olarak kabul edilir.
15 Eylül 1569'da Madrid'de bir yaralama iddiasıyla Miguel de Cervantes adlı biri hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Verilen cezaya göre sol eli kesilecek ve 10 yıl sürgünde kalacaktı.Bir ad benzerliği söz konusu değilse bu olay Cervantes'in İtalya'ya gidişinin nedeni olabilir. 1570'te II. Selim Kıbrıs'ı ele geçirince Papa V. Pius Osmanlılara karşı birlik çağrısında bulundu. Çağrıya yalnızca İspanya ve Venedik karşılık verdi. Cervantes Roma'daki İspanyol birliğine katıldı. 7 Ekim 1571'de Osmanlı donanmasıyla Lepanto (İnebahtı) Körfezinde yapılan İnebahtı Deniz Savaşı'na katılan Marquesa adlı kadırgada bulunan Cervantes, iki kez göğsünden yaralandı, bir top güllesiyle sol elini kaybetti. Daha sonra Osmanlılar tarafından tutsak edilen Cervantes, 1575-1580 yılları arasında Cezayir'de esir olarak yaşamıştır. Osmanlı esaretinde bulunduğu süre zarfında 4 kez kaçma teşebbüsünde bulunduğu tahmin edilmektedir. . Hiçbirinde başarı kazanamamasına rağmen bu teşebbüsler sonucunda ceza da almamıştır. Ancak orada da dolandırıcılıkla itham edilip hapse atılmıştır. Burada yazmaya daha sıkı sarılmıştır.
Yaşamının sonlarına doğru ünlü eseri Don Quijote (Don Kişot)'u hapishanede kaleme almıştır ve bu eseri sayesinde tüm dünyada tanınmıştır. Eserde yazarın kendi hayatıyla alay ettiği ve kahramanla aralarında çokça benzerlikler olduğu görülür. Don Kişot dünyanın en çok okunan eserlerinden biridir ve 38 dile çevrilmiştir. Bu eser hâlâ dünyanın en çok okunan romanları arasındadır.
2015 yılında Cervantes ve eşi Catalina de Salazar'a ait olduğu iddia edilen mezar yerleri Trinitarian Manastırında bulundu.

14 Nisan 2015 Salı

Hayati Hamzaoğlu

 



Hayati Hamzaoğlu   (d. 5 Mart 1933 - Trabzon, ö. 15 Nisan 2000 - Antalya)   Sinema oyuncusu.
İlkokuldan sonra, kunduracılık, dökümcülük, kuyumculuk gibi değişik işlerde çalışan Hamzaoğlu, sanat hayatına 1953 yılında yardımcı oyuncu olarak başlamıştır. 1961 yılında ilk başrolünü oynayan sanatçı, "kötü adam" rolleriyle tanınmakta olup, ikiyüze yakın filmde rol almış olmasına karşın, yalnız, parasız ve bakıma muhtaç bir şekilde yaşamını yitirmiştir. Hamzaoğlu yakalandığı akciğer kanserinden kurtulamayarak 15 Nisan 2000 tarihinde, 67 yaşında vefat etti. Cenazesi 17 Nisan 2000 Akşamı Antalya Şehir Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Ödülleri

Greta Garbo

 



Greta Garbo (d. 18 Eylül, 1905 – ö. 15 Nisan, 1990) Holywood'un sessiz film döneminde ikonlaşan İsveç doğumlu film aktrisidir.
Metro-Goldwyn-Mayer ve Hollywood stüdyo sistemlerince yaratılan en gizemli ve en iyi sinema oyunları arasında anılan Garbo, "unutulmaz sahne performansları için" 1955 ''Akademi Onur Ödülü''nü almış ve Amerikan Film Enstitüsü tarafından hazırlanan En Önemli 50 Beyaz Perde Efsanesi listesinde en önemli beşinci kadın yıldız olarak yer almıştır. Joan Crawford, Garbo için "Yalnızca onun için lezbiyen olabilirim" demiştir. Ayrıca, Guinness Rekorlar Kitabında Garbo'dan "şimdiye dek yaşamış en güzel kadın" olarak söz edildiği iddia edilmektedir. Fakat Guinness Rekorlar Kitabı ağ sayfası veritabanında böyle bir kayıt bulunmamaktadır


Filmleri

  • Two-Faced Woman (1941) (Karin Borg Blake rolünde)
  • Ninotchka (1939) (Nina Yakushova 'Ninotchka' Ivanoff)
  • Conquest (1937) (Countess Marie Walewska)
  • Camille (1936) (Marguerite Gautier)
  • Anna Karenina (1935) (Anna Karenina)
  • The Painted Veil (1934) (Katrin Koerber Fane)
  • Queen Christina (1933) (Queen Christina)
  • As You Desire Me (1932) (Zara aka Maria)
  • Grand Hotel (1932) (Grusinskaya)
  • Mata Hari (1931) (Mata Hari)
  • Susan Lenox (1931) (Susan Lenox)
  • Inspiration (1931) (Yvonne Valbret)
  • Anna Christie (1931) (Anna Christie)
  • Romance (1930) (Madame Rita Cavallini)
  • Anna Christie (1930) (Anna Christie)
  • The Kiss (1929) (Irene Guarry)
  • The Single Standard (1929) (Arden Stuart Hewlett)
  • Wild Orchids (1929) (Lillie Sterling)
  • A Woman of Affairs (1928) (Diana Merrick Furness)
  • The Mysterious Lady (1928) (Tania Fedorova)
  • The Divine Woman (1928) (Marianne)
  • Love (1927/I) (Anna Karenina)
  • Flesh and the Devil (1926) (Felicitas)
  • The Temptress (1926) (Elena)
  • Torrent (1926) (Leonora Moreno)
  • Freudlose Gasse, Die (1925)(Greta Rumfort)
  • Gösta Berlings saga (1924) (Elizabeth Dohna)
  • Luffar-Petter (1922) (Greta)
  • Kärlekens ögon (1922) (Extra)
  • Lyckoriddare, En (1921) (Maid)
  • Konsum Stockholm Promo (1921)
  • Herr och fru Stockholm (1920) (Elder sister

13 Nisan 2015 Pazartesi

İstanbul'u Dinliyorum

ISTANBUL'U DINLIYORUM

 Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali;
  Once hafiften bir ruzgar esiyor;
  Yavas yavas sallaniyor
  Yapraklar agaclarda;
  Uzaklarda, cok uzaklarda
  Sucularin hic durmayan cingiraklari;
  Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali.
 
  Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali;
  Kuslar geciyor derken,
  Yukseklerden suru suru, ciglik ciglik.
  Aglar cekiliyor dalyanlarda;
  Bir kadinin suya degiyor ayaklari;
  Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali.
 
  Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali;
  Serin serin Kapali Carsi,
  Civil civil Mahmutpasa,
  Guvercin dolu avlular.
  Cekic sesleri geliyor doklardan,
  Guzelim bahar ruzgarinda ter kokulari;
  Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali.
 
  Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali;
  Basinda eski alemlerin sarhoslugu
  Los kayikhaneleriyle bir yali,
  Din lodoslarin ugultusu icinde
  Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali.
 
  Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali;
  Bir yosma geciyor kaldirimdan,
  Kufurler, sarkilar, turkuler, laf atmalar.
  Birsey dusuyor elinden yere,
  Bir gul olmali;
  Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali.
 
  Istanbul'u dinliyorum gozlerim kapali;
  Bir kus cirpiniyor eteklerinde;
  Alnin sicak mi, degil mi, biliyorum;
  Dudaklarin islak mi, degil mi, biliyorum;
  Beyaz bir ay doguyor fistiklarin arkasindan
  Kalbinin vurusundan anliyorum
  Istanbul'u dinliyorum...
     Orhan Veli KANIK

12 Nisan 2015 Pazar

Makber (şiir)

 



Makber, Abdülhak Hamit Tarhan'ın karısı Fatma Hanım'ın ölümü üzerine yazdığı şiiri. O yıllarda yeni yeni oturan Avrupai Türk Şiiri tarzının en önemli örneklerinden biri olarak yerini almış, yazılmasından onlarca yıl geçtikten sonra bile birçok şairin esin kaynağı olmuştur. Okurun duygularına seslenen eser metafizik ürpertiyi (yani ölüm korkusu) de Türk şiirine getirmiştir.
Makber
Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı.
Şimdi buradaydı, gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim, o haksar kaldı,
Bir köşede tarumar kaldı,
Baki o enis-i dilden, eyvah,
Beyrut'ta bir mezar kaldı.
Bildir bana nerde, nerde Yarab,
Kim attı beni bu derde Yarab?
Nerde arayayım o dil rübayı,
Kimden sorayım bi-nevayı?
Derler ki unut o aşnayı,
Gitti tutarak reh-i bekayı,
Sığsın mı hayale bu hakikat?
Görsün mü gözüm bu macerayı?
Sür'atle nasıl da değişti halim,
Almaz bunu havsalam, hayalim.
Çık Fatıma! Lahdden kıyam et,
Yadımdaki haline devam et.
Ketmetme bu razı, söyle bir söz,
Ben isterim, ah, öyle bir söz.
Güller gibi meyl-i ibtisam et,
Dağ-ı dile çare bul, meram et.
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle,
Eyyamı hayatımı temam et,
Makber mi nedir şu gördüğüm yer?
Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber?

Abdülhak Hamit Tarhan

 



Abdülhak Hamit Tarhan (d. 2 Ocak 1852; Bebek, Beşiktaş, İstanbul - ö. 12 Nisan 1937, İstanbul), Türk şâir, oyun yazarı, diplomat.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde ve Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk yıllarında eserler vermiş, modern edebiyatın doğuşunda etkin bir isimdir.
Köklü ve eski bir ulema ailesinin ferdi olarak dünyaya gelmiş, hayatının her döneminde yüksek mevkilerde bulunmuş, dünyanın birçok yerini görme fırsatı yakalamış, çağının büyük ve güçlü bir sanatçısı sayılmıştır. Tanzimatı, Birinci ve İkinci Meşrutiyetleri ve Cumhuriyeti gören; bu devirlerdeki Tanzimat, Edebiyat-ı Cedide, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet devri edebiyatlarını yakından tanıyan sanatçı Türk Edebiyatı'nda Şair'i Azam sıfatı ile anılır (Bu sıfatı ilk kez Süleyman Nazif kullandı). Uzun seneler diplomat olarak hem doğu hem de batı ülkelerinde bulunması nedeniyle iki edebiyatı da tanımış; Türk şiirine batıdan yeni konular, serbest düşünce ve şekiller getirirken; batı yazarlarından etkilenerek yazdığı oyunlarla Türk tiyatrosuna felsefi düşünceyi sokmuştur. Türk edebiyatının en büyük eserlerinden birisi kabul edilen Makber'in şairidir. TBMM III., IV. ve V. dönemlerde İstanbul milletvekili olarak görev yapmıştır

Hayatı

Ailesi ve Eğitimi

1852’de İstanbul’da Bebek’teki Hekimbaşı Yalısı’nda köklü ve eski bir ulema ailesinin ferdi olarak dünyaya geldi. Babası, tarihçi ve diplomat Müverrih Hayrullah Bey, annesi Kafkasya’dan kaçırılmış bir cariye olan Münteha Hanım’dır Ailenin dört çocuğundan üçüncüsüdür (Diğerleri sırasıyla Fatma Fahrünnisâ Hanım, Abdülhâlik Nasuhi Bey ve Mihrinnisâ Hanım’ dır).
Bebek Köşk Kapısı’ndaki Mahalle Mektebi’nin ardından bir süre Rumelihisarı Rüştiyesi’ne devam etti, daha sonra evde özel dersler alarak yetişti. Kendisine özel ders veren hocalardan Hoca Tahsin Efendi'nin üzerinde büyük etkisi oldu. 10 yaşındayken ağabeyi Nasuhi ile birlikte Paris’e Milli Eğitim müsteşarı olarak eğitim sistemini inceleyen babasının yanına gönderildi ve eğitimine orada devam etti. 1864 yılında Paris'ten İstanbul'a döndü. Gördüğü tek düzenli tahsil, Paris’teki bir buçuk senelik tahsilidir. Yurda döndükten sonra Robert Kolej’e girdiyse de asıl öğrenimini evde özel hocalardan aldı. Henüz çocuk yaşta iken usul-adap öğrenmek için bir okul vazifesi gören Bab-ı Ali Tercüme Odası’nda katip olarak çalıştı. Bir yıl sonra babasının Tahran büyükelçisi olarak atanması üzerine onunla birlikte Tahran’a gitti. Farsça öğrendi ve İran edebiyatını tanıma fırsatı buldu.

İlk eserleri, ilk evliliği, oyun yazarı Hamit

Babasının ölümü üzerine 1867’de İstanbul’a dönen Abülhak Hamit, memuriyet hayatına Maliye ile Şûrâ-yı Devlet Mektubî Kalemlerinde devam etti. Mektubî Kaleminde Ebüzziya Tevfik, Samipaşazade Sezai ve Baha Bey gibi devrin edebiyatçılarıyla arkadaşlık etme fırsatı buldu. 1873’te Recaizade Ekrem ile tanıştı ve yazarı “ikinci üstadı” olarak kabul etti (Birinci üstadı, dönemin genç yazarlarını etkisi altına alan Namık Kemal’dir). Bu arada Tahran hatıralarını anlatan “Maceray-ı Aşk” adlı ilk eserini yazdı.
1874 yılında Edirne'de ağabeyi Nasuhi Bey'in konağında Pirizade ailesinden on üç yaşındaki Fatma Hanım ile evlendi ve onunla beraber İstanbul’a döndü. Çiftin Abdülhak Hüseyin ve Hamide adında iki çocuğu oldu. Abdülhak Hamit, evliliğinin ilk yıllarında ilk şiirlerini yazdı. Ahmet Vefik Paşa, içinde atasözleri bulunan bir oyun yazmasını önermişti. Düğünden birkaç ay sonra onun öğüdüne uygun olarak Edirne'de “Sabr ü Sebat” adlı oyunu yazdı “İçli Kız”, “Dubter-i Hindu” “Garam” ve “Sardanapal”, “Nazife” gibi eserleri bu dönemde verdi. Büyük bir üretkenlikle birbiri ardına çıkardığı kitapları geniş yankı buldu, ünü Osmanlı ülkesine yayıldı.

Paris yılları

Harciye mesleğini seçen ve 1876’da Paris elçiliği ikinci kâtibi olarak Fransa’da görevlendirilen Abdülhak Hamit, eşini ve çocuğunu Edirne’de ağabeyini evinde bırakıp görev yerine gitti. 2 yıl süre ile Paris’in eğlence dünyasında yaşadıklarını “Divaneliklerim yahut Belde” adıyla kitaplaştırdı. On yedi şiir içeren bu kitapta hayat ve gerçek dünyayı anlatması, Hamit’in şiire getirdiği yeniliktir. Paris yıllarında daha sonra Damat Ferit Paşa olarak tarih sahnesinde yerini alacak Ferit Bey ile arkadaşlık etmiştir
Abdülhak Hamit’in Paris’te iken gezip tozmanın yanı sıra Jean Racine,Pierre Corneille,Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Alfred de Musset gibi Fransız yazarlarını okudu, “Nesteren” ve “Tarık” oyunlarını yazdı. Corneille’in bir oyununa nazire olarak yazdığı “Nesteren”’in 1878’de Fransa’da yayınlanması sarayda kuşku uyandırdı. Biri halk tarafından sevilen diğeri sevilmeyen iki kardeş hükümdarın kavgasını anlatan bu eserin konusu, V. Murat ve II. Abdülhamit’in durumuna benzerlik gösterdiği için görevden alındı. Yeni bir göreve atanıncaya kadar geçen iki sene içinde Edirne’de yaşadı ve kendini edebiyata verdi. "Sahra”, “Tezer”, “Eşber”, “Bir Sefilenin Hasbıhâli” adlı eserleri bu dönemde tamamlandı.

Paris'ten dönüş, Fatma Hanım'ın ölümü, Şair Hamit

Bütün arzusu Paris’e gitmek olan Hamit, Berlin sefaretine atandığından bundan memnun olmasa da Paris yoluyla Berlin’e gitmeye karar verdi; ancak bu arada ağabeyinin Rize’ye tayin olduğunu öğrenince karısının ve çocuklarının durumunu öğrenmek için İstanbul’a döndü. Bütün ailenin Nasuhi Bey ile Rize’ye gitmesine karar verilince onlarla birlikte gidip Batum, Kırım yolu ile Berlin’e gitmeyi düşündü. Yolda Kırım Savaşı’nın yapıldığı yerleri görme fırsatı buldu ve şehit Türk askerlerinin bir mezarı olmadığını görünce “Sivastapol Manzumesi”’ni kaleme aldı (Şiir, sonradan "İlham-ı Vatan" adını aldı)
Odesa'da iken Berlin'e gitmekten vazgeçen Hamit, cinnet geçirdiğine dair Hariciye Nazırı'na bir telgraf çekip Rize'ye geri döndü; ardından ailesinden ayrılmak istemediği için görevinden istifa etti ve Poti şehbenderliğini istedi. Rize'de iken en verimli dönemlerinden birini geçiren şair “İbn-i Musa” adlı eserini tamamladı.
1881'de Poti şehbenderliğine (konsolosluğuna) atanan ama beğenmeyen Hamid, birkaç ay sonra Yunanistan’ın Golos şehrine atandı, burada karısı Fatma Hanım ile beraber üç yıl kaldı. 1883’te Bombay konsolosluğuna atandı. Hasta olan karısına havasının yarayacağını düşünerek bu görevi kabul etti. 3 yıl kaldığı Bombay’da doğanın güzellikleri coşkun şiirler için ilham verdi. Ancak Fatma Hanım’ın durumu iyileşmeyip verem teşhisi konulunca ailesi ile İstanbul’a doğru dönüş yoluna çıktı. Fatma Hanım, İstanbul’a varamadan Beyrut’ta vali olan Nasuhi Bey’in konağında hayatını kaybetti (1885). Şair, Beyrut’ta kaldığı kırk gün boyunca her gün Fatma Hanım’ın mezarını ziyaret etti ve ünlü şiiri “Makber 'i” yazdı. Makber’in yayımlanması ile ünü birden arttı, imparatorluk sınırlarına çıktı. O güne kadar düzyazı alanındaki eserleriyle tanına Hamit, eşinin ölümünden sonra şairliği ile anılır oldu.
İstanbul'a döndüğünde kendisini edebiyata verdi; karısıyla ilgili “Ölü”, “Bunlar O'dur”, “Hacle” eserlerini yayımladı ve Hindistan izlenimlerini kaleme aldı.

Londra yılları

1886 sonunda yeni görev yeri olan Londra'ya giden Hamit, bu kenti çok sevdi ve Gayret Dergisi'ne birbiri ardına şiirler gönderdi. Yeniden evlenmeye karar veren ancak aşık olduğu İngiliz kızı ile Hamit'in gelirini düşük bulan asil ailesinin itirazı nedeniyle evlenemeyen şair, elçilikte çalışan İrlandalı bir hizmetçiye yaptığında da sınıf farkı gerekçesiyle reddedilir. Bu dönemde kaleme aldığı "Finten" ve "Cünun-ı Aşk" adlı tiyatro eserlerinde para ve sınıf farkı meselelerini işledi.
“Finten” adlı eseri ile birlikte basılma izni almak üzere İstanbul’a gönderdiği “Zeynep” adlı oyununda, “devlet ve hanedanla eğlendiği” sonucuna varıldığı için görevinden alınan Hamit, İstanbul’a döndü. Bir süre boşta kaldıktan sonra II. Abdülhamit’e bir dilekçe yazıp edebiyatla uğraşmayacağına söz vermesi üzerine tekrar Londra’daki eski görevine dönebildi. Çok uzun süre kaldığı İngiltere’yi yarı vatan edindi. Memleketten uzakta bulunduğu yıllarda aile fertlerine ve dostlarına yazdığı mektupların bir kısmını kitap olarak yayımladı.

İkinci ve üçüncü evlilikleri

1890’da Bayan Nelly adlı İngiliz hanımla evlenen Hamit, 1895’te Lahey elçiliğine atandı. 2 yıl sonra Londra Elçiliği Müsteşarı olarak yeniden Londra’ya döndü. Eşini rahatsızlığı üzerine İstanbul’a döndü. 1900-1906 yıllarını İstanbul’da geçirdi. 1906’da Brüksel büyükelçiliğine atandı, eşini İskoçya’daki ailesinin yanında bırakarak Brüksel’e gitti.
Vereme yakalanan eşini çok sevmesine rağmen başka kadınlarla birlikte olmaktan kendini alamayan Abülhak Hamid, Florence Ashly adlı bayanla birlikte yaşamaya başladı ve onu İstanbul’a getirdi. Eşinin durumu öğrenmesi üzerine onun yanına dönmek zorunda kaldı. Bayan Nelly’nin, 1911’de veremden ölmesinden sonra İstanbul’a döndü. Ölen eşi için “Medfen” adını vereceği “Makber”’e benzer bir eser yazmayı düşünüyse de bu tasarısını gerçekleştiremedi. Ailesinin önerisiyle üçüncü evliliğini 1911 yazında Cemile Hanım ile yaptı. Bu evlilik, 20 gün sürdü. Cemile Hanım’dan ayrılan Hamid, Brüksel’e döndü.

Bayan Lüsyen, İstanbul’a dönüş, Viyana’da sıkıntılı günler

1912’de ağabeyi Nasuhi Bey’in ölümünün ardından Abdülhak Hamid’in işine son verildi. Hamid, aynı yıl 18 yaşındaki Belçikalı Bayan Lüsyen (Lucienne) ile evlendi ve onunla İstanbul’a döndü. Kendisine önerilen Maarif Nazırlığı görevini kabul etmedi. “Validem”, “İlhan” ve “Liberte” adlı eserlerini bastırdı. Meclis Ayan Üyeliğine getirilen ve bir süre sonra meclis başkanı olan Hamid, I. Dünya Savaşı sonunda eşi ile birlikte Viyana’ya gitti. Burada sıkıntılı, parasız günler geçirdi. Türkiye’de geniş yankılara yol açan “Şair-i Azam” adlı şiirini Tanin Gazetesi’nde yayımladı.

Cumhuriyet Dönemi

Hamit, Şairi-i Azam şiirinin yayımlanmasının ardından Ankara hükümetinin devreye girmesiyle İstanbul'a geldi. Kendisine Ankara hükümeti tarafından maaş bağlandı ve belediyenin tarafından İstanbul’da Maçka Palas’ta bir daire sağlandı. Bu arada 1920’de eşi Lüsyen Hanım’dan dostça ayrılmıştı. Bir İtalyan kontu ile evlenen Lüsyen Hanım ile yazışmayı sürdürdü. 1922'de “Ruhlar”, 1923’te “Garam” ve 1924'te “Yabancı Dostlar”’ı yayımlandı. 1925'te “Arziler” ile “Cünün-ı Aşk” basıldı; aynı yıl 73. doğum yıldönümü Galatasaray Lisesi'nde Samipaşazade Sezai ile Halid Ziya'nın da bulunduğu bir törenle kutlandı
Eski eşi Lüsyen Hanım, 1927'de eşini ve kontes ünvanını terk edip kendisine döndü. 1928'deki ara seçimde TBMM III. dönem İstanbul milletvekili olarak meclise giren Hamid, IV. ve V. dönemlerde de İstanbul milletvekilliği görevini sürdürmüştür.
12 Nisan 1937'de Maçka Palas'ta hayatını kaybetti. Ulusal cenaze töreniyle Zincirlikuyu Asri Mezarlığı'na gömüldü. Bu yeni mezarlığa gömülen ilk kişi o oldu.

Eserleri

Şiirleri

  • Sahra (1878)
  • Makber (1885)
  • Ölü (1886)
  • Hacle (1887)
  • Bir Sefilenin Hasbihali (1886)
  • Bâlâ’dan Bir Ses (1911)
  • Validem (1913)
  • İlham-ı Vatan (1918)
  • Tayflar Geçidi (1919)
  • Ruhlar (1922)
  • Garâm (1923)
  • Arziler (1925)
  • Bir Sefilenin Hasbihalinden
  • Kürsî-i İstiğrak
  • Bunlar O'dur (1885)
  • Divaneliklerim yahut Belde (1885)
  • Külbe-i İştiyak

Oyunları

  • İçli Kız (1875)
  • Nesteren (1876)
  • Sabr-ü Sebat (1880)
  • Duhter-i Hindu (1875)
  • Nazife yahut Feda-yı Hamiyet (1876, 1919)
  • Tarık yahut Endülüs Fethi (1879, 1970)
  • Eşber (1880, 1945)
  • Zeynep (1908)
  • Macera-yı Aşk (1910)
  • İlhan (1913)
  • Turhan (1916)
  • İbn-i Musa yahut Zatülcemal (1917)
  • Sardanapal (1917)
  • Abdullah-i Sagir (1917)
  • Finten (1918, 1964)
  • İbni Musa (1919, 1927)
  • Yadigar-ı Harb (1919)
  • Hakan (1935)

3 Nisan 2015 Cuma

Monte Kristo Kontu,






Monte Kristo Kontu, Alexandre Dumas'nın romanı. Yazarın başyapıtlarından biri olduğu kabul edilir. Dumas'nın 1844 yılında yazımını bitirmesinden sonraki 2 yılda, 18 bölümlü bir seri olarak yayınlanmıştır.
Romanda yer alan olaylar Fransa, İtalya ve bazı Akdeniz adalarında geçer. O dönemde Avrupa'daki Türk algısı hakkında bazı küçük ipuçları da romanda yer almaktadır. Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nu epey meşgul etmiş Tepedelenli Ali Paşa'nın romanda adının sık sık geçmesi, Türk okuyucuları açısından ilginç noktalardan birisidir.

Konu

Morrel firmasına ait Firavun gemisinin yardımcı kaptanı Edmond Dantes, geminin kaptanının yolculuk sırasında ölmesi üzerine bu görevi devralır. Mersedes adlı Katalan bir nişanlısı da vardır ve evlenmeyi kararlaştırırlar. Diğer yandan Dantes'in kaptanın ölmeden önceki son isteğiyle Elbe Adası'na uğradığını ve Napolyon'a bir mesaj ilettiğini bilen, kaptan olmak isteyen hesap müdürü Danglars'la Mersedes'e farklı hisler besleyen kuzeni Fernand birlik olur. İkisi Dantes'in Napolyon ajanı olduğunu bildiren bir ihbar mektubu yazarlar. Dantes'in terzi komşusu Gaspar Kadrus da istemeden bu işe girmiştir.
Düğün günü Dantes tutuklanır. Savcı Villefort mektubu babası Nuvardiye'ye hitaben yazılmış olduğu için yok eder. Dantes'i bu mektubu ortadan kaldırarak ona iyilik yapmış olduğu konusunda ikna edip mektuptan kimseye bahsetmemesini tembihler. Napolyon, mektupta yapacağı askeri darbe için Nuvardiye'nin başında olduğu komiteye hazırlık yapmalarını emretmiştir. Savcı, duruşmaya bile çıkarmadan Dantes'i İf Şatosu'na attırır. Krala yakınlığıyla bilinen Saint- Meran ailesinin kızı Renee ile evlenen savcı, daha sonra krala gider ve Napolyon'un harekete geçtiğini bildirir.
Hapishanede Abbe Farya'yla tanışan Dantes, her şeyi daha berrak görmeye başlar ve intikam hırsıyla dolar. Farya, ona gizli kalmış bir hazineden de söz eder. 14 yılını suçsuz yere mahkûm olarak geçirdikten sonra bir şekilde kurtulan Dantes, söz konusu hazineyi Monte Kristo kayalık adasında bulur ve intikam almak için Monte Kristo kontu kimliğine bürünür. Dantes hapisteyken Villefort Paris'te başsavcılığa kadar yükselmiş, Danglars banka işleriyle uğraşarak üst sınıfa tırmanmış, Fernand'sa Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa'ya ihanet ederek zengin olmuştur. Kont, bütün ailelerle yakınlık kurar, zaaflarını bulup cezalandırmaya başlar.

Karakterler

  • Edmond Dantes: Dantes, 19 yaşında genç bir gemiciyken iftiraya uğrayarak İf Şatosu'na atılır. Burada olaylara bakış açısı değişir, kurtulunca Monte Kristo adlı adada eskiden papa ve pek çok kişinin ele geçirmeye çalıştığı hazineyi bulur. Kendini her yerde farklı adlarla tanıtır: Thomson firmasının İngiliz şefi, Lord Wilmore, Sinbad, rahip Abbe Busoni, Mösyö Zaccone gibi kimliklere bürünür. Ama düşmanlarıyla kurduğu ilişkilerde kendini Monte Kristo Kontu olarak tanıtır. Saf bir delikanlıyken büyük bir değişim yaşamış ve intikam hırsıyla dolmuştur. Ancak bu hırs, iradesini ve güçlü karakterini etkilemez. İntikam almak için sabırla bekler.
  • Gerard de Villefort: Paris'te genç bir savcıyken düğün gününde Dantes karşısına getirilir. Onun suçsuz olduğunu anlasa da babası Nuvardiye de Villefort'u kurtarmak için Dantes'i duruşmasız İf Şatosu'na yollar. Zamanla kralın gözüne girmeyi başarıp başsavcılığa kadar yükselir. İlk karısı Renee öldükten sonra Heloise ile evlenir. İlk evliliğinden Valentin adlı bir kızı, ikinci evliliğinden Eduard adında bir oğlu olur. Ayrıca Benedotto adlı bir gayrımeşru oğlu da vardır. Bu çocuğun annesi Hermine ilerde Baron Danglars'la evlenir. Villefort romanda Monte Kristo kontuna hep kuşkuyla yaklaşmıştır. Kont hakkında araştırma da yapar.
  • Pierre Morrel: Firavun gemisinin sahibidir. Şirketinde pek çok gemi daha vardır. Firavun Marsilya'ya geldiğinde kaptanın öldüğünü öğrenir ve Dantes'e onu bu göreve getireceğini söyler. Napolyon'a sempatisi vardır, Edmond'dan geminin Elbe Adası'na uğradığından bahsetmemesini ister. Onu İf Şatosu'ndan kurtarmaya çalışsa da eskiden ondan çekinen savcı Villefort'un tepkisiyle karşılaşır. Yıllar sonra kötü şans eseri bütün gemileri batar, borçlarını ödeyemez duruma gelir. Dantes onu bu durumdan kurtarır. Morrel bu yardımseverin kim olduğunu asla öğrenemez.
  • Danglars: Morrel firmasına ait Firavun gemisinin ikinci kaptanı ve hesap müdürüdür. Kaptan ölünce denizcilik kurallarına göre kaptan olması gerekirken Dantes kaptan olunca hazmedemez ve Fernand'la birlik olup Dantes'i Napolyon ajanı olmakla itham eden bir mektup yazar. Kısa sürede ticaretle uğraşıp zengin olur. Fransa'nın en büyük bankeri olduğu söylenir. Hermine Danglars'tan Eugenie adında bir kızı olur. Romanda paraya düşkünlüğüyle tanımlanan Danglars, Fernand gözden düşünce kızı Eugenie'nin Albert'le nişanını bozar.
  • Fernand de Morcef: Katalan bir balıkçı olan Fernand, Dantes hapse girdikten sonra kuzeni Mersedes'le evlenir. Uzun süre Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa'ya hizmet veren Fernand, burada savaş suçu işleyerek Ali Paşa'nın yakalanmasını sağlar. Bu işten yüksek bir rüşvet almıştır. Kendini soylu bir aileden gelmiş gibi göstermek için Morcef soyadını alır. Hakkında açılan vatana ihanet suçlamasında Ali Paşa'nın kızı Haydee'nin tanıklığıyla suçlu bulunur.
  • Mersedes de Morcef: Dantes'in nişanlısıdır. Evlenecekleri gün Bonapartçılık suçlamasıyla Dantes savcının huzuruna götürülür. Uzun süre Edmond'dan haber beklese de umudunu keser ve Fernand'la evlenir. Fernand'dan Albert de Morcef adlı bir oğlu olur. Dantes'i Monte Kristo Kontu kimliğinde görünce tanır ancak belli etmez.
  • Gaspar Kadrus: Dantes'in terzi komşusudur. Dantes için ihbar mektubu yazıldığında Danglars'la Fernand'ın yanındadır ancak sarhoştur. Edmond düğün günü götürüldüğünde Danglars onu konuşmaması için tehdit eder, yoksa kendisi de Napolyon ajanı olarak itham edilecektir. Kadrus asla zengin olamaz, bir han açar ve kaderi onu kötü işlere sürükler.
  • Albert de Morcef: Fernand ve Mersedes'in oğlu. Kont onu yaptığı bir oyunla önce kendisine bağlı haydut Luigi Vampa'nın eline düşürür, sonra kurtarır. İlk başlarda kontla ilişkileri kuvvetli olsa da bu ilişki babasıyla kont arasındaki mücadeleyi anlayınca bozulur. Kitabın sonunda orduya katılır.
  • Abbe Farya: İtalya kökenli bir rahiptir. Şans eseri Monte Kristo adasındaki bir hazineden haberi olmuştur. Yaptığı çalışmalar yanlış anlaşılmış ve İf Şatosu'na atılmıştır. Burada gardiyanlar onun hazine konusundaki saçmalıklarına gülerler. Tünel kazıp kaçmayı düşünürken yolu Dantes'le kesişir. Dantes, Monte Kristo Kontu kişiliğini onun sayesinde kazanır.
  • Benedetto: Savcı Villefort ile Hermine Danglars'ın oğlu. Bertuccio'nun büyüttüğü Benedetto, daha sonra evden kaçar ve çeşitli suçlara bulaşır. Kont tarafından Paris'e Andre Kavalkanti adıyla getirilir. Alt rütbeli yabancı bir asker olan Bartolomeo Kavalkanti de Benedetto'nun babası rolünü oynar. Danglars'ın kızıyla nişanlanır.
  • Giovanni Bertuccio: Monte Kristo kontunun İtalya kökenli hizmetkarı. Savcı Villefort ağabeyini haksız yere idam ettirir, böylece Bertuccio Villefort'un peşine düşer. Villefort'u, Hermine Danglars'la buluştuğu evin bahçesinde öldü sandığı bebeğini gömerken bıçaklar ve bebeği alıp kaçar. Villefort kurtulur, bebeği yengesiyle büyütür ancak bebek kötü doğasını büyüdükçe belli eder. Kont, onun geçmişini öğrenip yanına alır.
  • Haydee: Tepedelenli Ali Paşa'nın kızıdır. Fernand de Morcef onu esir tüccarına satmış, daha sonra kont tarafından bulunup himayeye alınmıştır, kont onu cariyesi olarak tanıtır. Aradaki yaş farkına rağmen Haydee zamanla kontun kişiliğinden etkilenip ona aşık olur. Romanın sonunda Dantes, artık yeni bir hayata başlamanın gerekliliğini fark eder ve ona karşılık verir.
  • Nuvardiye de Villefort: Savcı Gerard de Villefort'un babası. Uzun süre Napolyon'un en sadık adamlarından olmuş, Napolyon ikinci kez hükümeti devraldığında geçici hükümette yer almıştır. Yaşlanınca felç geçirir ve oğlunun evine taşınır.
  • Franz d'Epinay: Kitapta ilk olarak Albert de Morcef'in arkadaşı olarak görünür. Albert'i kontla Vampa'nın elinden alan Franz, ayrıca istemese de verdiği bir şeref sözünü tutmak için Villefort'un kızıyla nişanlanır. Nişan, Nuvardiye'nin babasını yıllar önce öldürdüğünün anlaşılmasıyla bozulur. Zaten Valentin uzun süredir Morrel'in oğlu Maximillen Morrel'le gizlice görüşmektedir.
  • Louis Dantes: Edmond Dantes'in babası. Firavun Marsilya'ya ulaştığında Edmond ilk babasının yanına gitmiştir. Kitapta oldukça gururlu olduğu belirtilen Louis Dantes, oğlunun yokluğunda kimseden borç almaya yanaşmamıştır. Oğlu duruşmaya götürüldükten sonra uzun süre haber alamayınca kendini asar.
  • Napolyon: Fransa'nın ünlü lideri Napolyon'un adı kitapta geçer ancak görünmez. 2002 yapımı Monte Kristo filmindeyse Alex Norton tarafından canlandırılmıştır. Elbe Adası'nda sürgündeyken buradan Fransa'ya hareket edip hükümeti devirir. İkinci kez iktidara gelişinden kısa süre sonra İngiltere'ye teslim olur.

Etkiler

Dumas, eserini yazarken birçok olay ve kaynaktan etkilenmiştir. Romanda hakim olan "Binbir Gece Masalları'ndaki" gibi serüvenden serüvene devam eden, bir maceracının hiç eksilmeyen intikam duygusudur. Elde ettiği eşsiz zenginlik ve yaşadığı lüks hayat bile onu bu duygudan asla uzaklaştırmaz. Sadece yıllarını çalan ve ona unutamadığı kabuslar yaşatan insanları değil tüm aileleriyle birlikte cezalandırmadan kaçınmaz. Tüm olup bitenin, kendisini o kadar sene kaldığı hapisten, aklını koruyarak çıkaran tanrının isteğinin tecellisi olarak düşünmektedir. Romanda Monte Kristo dışında yaratılan karakterler, çıkarları için savaşan güçlü karakterlerdir. Ancak hiçbiri Monte Kristo Kontu kadar iradeli ve etkileyici değildir. Kontun hikâyeleri dönemin birçok yazarını etkilemiş ve oyunlara konu olmuştur.Monte Kristo Kontu, serüvenlerinin ilgi çekiciliği yüzünden birçok kez televizyon ve sinema filmi olarak çekilmiştir.

Modern Etkiler

Günümüz popüler dizisi Ezel'e ilham kaynağı olmuştur. Temalarındaki uzun paralellik göz ardı edilmeyecek bir seviyededir; temadaki işleniş benzerliği yanı sıra daha birçok özel benzerlikler de vardır. Örneğin, iki önemli karakter, Monte Kristo Kontu romanın baş karakteri Edmond Dantes ile Ezel dizisinin baş karakteri Ezel Bayraktar, saçları ile oynamaları eski sevgililerinde geçmişe dönük anımsamalara sebep ve kaynak olmuştur.