27 Mayıs 2015 Çarşamba

Umutsuzlar Parkı

Umutsuzlar Parkı

I

Biliyorsunuz parkların
Sizi çağıran tarafları
İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı
Orada saklanıyor onlar
Çünkü her türlü saklanıyorlar orada
Bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla
Dağınık mavisiyle gözlerinin
Sevgi vermez kadın uçlarıyla
Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak
Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin
Yalvaran bakışlarıyla -nasıl da sevimsiz-
En kötüsü, belki en kötüsü
Bir duygu açlığıyla soluyarak
Parklara yerleşiyorlar, parkların
Onları çağıran köşelerine
Bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah
Bacak aralarından
Çömelmiş, öyle sakin
Selamlıyorlar
"Günaydın" diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına
Kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından
Birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor
Acılar alıp veriyor dünyadan
Dillerini gösteriyorlar, diz kapaklarını
Bir sıkıntı şiiri gibi
Sıkıntı
İşte
Tam orada duruyorlar.

II

Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde
Her cümlede iki tek göz, bu kimin
Ya da kim korkuttu bu kadar sizi
Bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı
Ya da tam tersine
Boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere
Sulardan ürpermek gibi dokununca,
Ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla
Kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi
Denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben
İş edinmişim öyle kimsesizliği
Kendimi saymazsam - hem niye sayacakmışım kendimi -
Çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi
Konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da
Süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.

Ne çıkar sanki sardıysam sizi kollarımla
Unutmak, belki de unutmak olsun diye mi
Onu da tatmak gibi
Oysa ne bir evim oldu, ne de bir yerim var şimdi gidecek
Ama gitmenin saati geldi
Kirli bir gömleği çıkarıp asmak
Yıkayıp kurutmak ister ellerimi
Su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da
Açınca camları - diyelim camları açtık ya sonra? -
Sonrası şu: ben bir camı, bir perdeyi açmış adam değilim
Bilirim ama çok bilirim kapadığımı
Öyle iş olsun diye mi, hayır
Bilirim içerde kendimi bulacağımı
Dışarda görüldüysem inattan başka değil
Evet, çünkü bu karanlık işime en geleni
Kendimi saklıyorum ya, bir yığın ölüden gelen kendimi
Oramı buramı dürtüyorum, bunu sahiden yapıyorum
Ve açıyorum bütün muslukları
Diyorum sular mı böyle, sular mı olmalı
Ne geldiği, ne de gittiği yer belli
Olmuyor, gene kendimi düşünüyorum
Alıştım istemiyorum.

III

Binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum
Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz
İnsan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü
Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum
Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı
Evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna
Değişmek
Biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını
Bana kızıyorlar sonra, ansızın bana
Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma
Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan
Ve geçilmiyor ki benim
Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.

Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz
Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan
Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum
O yapayalnız olmaktaki kendimi
Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi
Sanki ben upuzun bir hikaye
En okunmadık yerlerimle
Yok artık sıkılıyorum.

IV

Biliyorsunuz, size geldim sadece
Kapınızdan aldım, ballı çöreklerinizden
Peki bu sevinmek niye?
Girdim ki içeriye yıllardır soyunuyordunuz
Ve işte giyiniyordunuz yıllarca
Bir Mısır, bir Roma, belki de bir Yunan elleriyle
Eski bir insandınız merdiven gıcırdıyordu
Her eski daha bir eskiyi uyarıyordu
Otlar ve geyikler duruyordu tanımsız sadelikler içinde
Sesler mi? acı sesler geliyordu erkeksiz, yanık
Bir türlü bakıyor, gene bir türlü soluyordunuz işte
Düşündüm, ama merdiven gıcırdıyordu
Olmazdı sanki gıcırdamasın, ürpermesindi bir yerimiz
Biliyorsunuz olmazdı
Ağzımız koksun, ama koksun, biz iğrençliğe de varız
Yatalım, leş gibi yatalım, öylesine alıştığımız ki bu
Bir kumru bir kumruyu tamamlasın
Bir yılan, bir fare bir deliği kapasın bu
Sadece bu.

Bak göreceksin nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra
Nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden
Yeniden yeniden yeniden
Yeniden hazırlanıyoruz
Sanki bir güzelliği ödüyoruz
Belki bir güzelliği ödüyoruz.

V

Biz olmayan insanlarız, ya da çok kuşkuluyuz - böyle
Nereden geldiniz, tam sizi soracaktım - böyle
Biraz da soğuk almışım, biraz da içki, biraz da bahçe
Yukarı çıkalım, hadi çıkalım, annem çay pişirir size
Çünkü o bizim yukarda her zaman bir mavi olur
Güneşler girer çıkar ellerinize
Biriyle konuşuyorsunuz, olmayan biriyle, hadi sevinin
Kim bilir, belki de buluşursunuz
Söz verip sizi bekletenlerle
Sonra da çıkarız - niye olmasın - bahçeye çıkarız birlikte
Otlara basarız, dallara değeriz, bunları hep yaparız
Biraz da susmalıyız. İnsan bir şeyler aramalı kendinde.

Dedim ya, annem de var, ama çay pişirmez size
Durur da durur işte yıllanmış heykeller gibi
Bilmem ki, bilmiyorum da, belki de benim annem yok
Belki de öyle beyaz ki, alışmış görünmezliğe.

Nereye gidiyorsunuz ama nereye
Sanki biz olmayan insanlarız biraz da kuşkuluyuz
Ya da çok kuşkuluyuz - böyle.

VI

Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz?
Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz?
Siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum
Belki de kim diye sorsalar beni
Güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi
Belki de alıp başımı gideceğim
Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye ama, nereye olursa gitmenin
Hüzünle karışık bir ağrısı.

İşte bir denizdeyim, dalgalar ortasında
Kim olsa denizci der, denizden anlayan der bana
Adımı bilmeden der, adımı bilmeden
Şafaklar kadar güzel adımı
O zaman bir kıvrılandır, bir kuruyandır dudaklarım
Ve gittikçe sıkılmaktır ülkesi sıkıntının
Sanki bir yokluğa, bir çaresizliğe bakar gibi
Nice yüzler görürüm, nice değişik kıyılar
İnsanı, o kayalar gibi sert insanı
Bekledikleri kadar.

Bir ağız, bir tütün, bir mızıka gerçeği gibi
Varınca kıyıya birden
Değilsin artık gemici.

VII

Bana bir şeyler söylediniz, anlamadım
Bir cümle, iyi bir söz, gene anlamadım
Doğrusu hiç anlamadım, siz ne demiştiniz?
Ben ne demiştim, ve çekip gitmiştim sonra
Öyle ya, niye hiç değişmedi bakışlarınız?
BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

O gün bugündür işte - ben mesela
Çok usta bir avcının gözleri karşısında
Bir çocuk olarak taptaze oyuncakların
Ve çok ölçülü saatlerinde ev kadınlarının
Ki birdenbire açılan kucaklarında
BİTMEDİ, AMA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

Bitmedi anlaşıp soyunduğumuz gün - o beyaz
Bir taşı kaldırdığımda o akıl almayacak yaşayış
Tanrıyı sorduğumda, olur ya, günün birinde tanrıyı
Odama kapanıp saydığımda ayak parmaklarımı
Kapımı çaldıklarında - bunu size söylüyorum anladınız
Kaykılmış, büyümüş gözleriyle onların
Kim der ki yalan ve yalandır orda konuştuklarımız
BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ

Üstelik bitecek gibi değil
Biri kopmuş ayağından, biri kopmuş kimsesizliğinden
Sımsıkı tuttuğu dönerken köşeyi
Elinde bir bıçakla
Ve öldürmek isterken - kimiyse kimi
Gülünç, sebepsiz, bilinç altı
Ama tutalım, koyvermeyelim
Tutalım koyvermeyelim bırakın kibarlığı
Yanılmak kolay, üstelik çok belli işte yanıldığımız
BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

Paralar bozduruyoruz, gereksiz eşyalar alıyoruz bu yüzden
İçtikçe içiyoruz o çocukluk günlerinin yüzüyle
Birimi öldü ne, selviler, mezar taşları, kalabalık
Ya da bir masal mı söyleniyordu, hiç mi bitmeyecek bir
Masal
Kimbilir n'olduydu gene
İşte bir sevgilinin bırakıp gitmesi üzerine
Apışıp kaldığımız, yatıverdiğimiz yemekten sonra
Saatin kaç olduğu - üstelik sorulmaz ki
Sabah kadar sabaha
Uyuyup uyandığımız
BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

Evlere sığamıyoruz, öylesine büyüdü ki vücutlarımız
Ve konuşmalarımız, öyle büyüdüler ki peşi sıra
Hani hep bir olup da eve taşıdıklarımız
Kahveden, meydandan, sokak içlerinden
Bulup da çıkardığımız
Konuşmalar:

- Biri geliyor sözü değiştirelim
- Yürüsek açılırdık
- Bu ne uzun bakmak kendinize
- Ağzım mı kokuyor ne, yaa!.. çok kötü günümdeyim
- Akşama bezik, evet, siz ne içerdiniz?
- Annem mi, çok sevinecek..
- Belki de sinemaya gideriz..
- Bilirsin erken kalkmalı, yarın.. (gülüşler) yok canım!
- Siz yarın deyince aklıma ölmek geliyor, katıla katıla ölmek
- Bana kalırsa..
- Evet size kalırsa
- Bana kalırsa şimdiden eğlenelim
- Sus!
- Biri geliyor
- Biri geliyormuş sözü değiştirelim

Yengemin başı ağrıyor, tek sebebi büyümek
Masalar, tabaklar, hani şu kirazlar koyduğumuz
Kalmadı adım atacak yer bu yüzden
Oğuza söylemeli, bir daha çiçek getirmesin
Lale de saçlarını kestirmeli
Sonra gereksiz eşyalar var, bir gün oturup konuşalım
Örneğin şu hasır koltuk neye yarıyor
Bana kalırsa babamın mineli saati
Tek başına bütün bir odayı dolduruyor
Hele annemin güneş gözlükleri
Yarından tezi yok, çakımı, kol saatimi, eldivenlerimi
Aaa! Kitaplarınız
BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

Üstelik bitecek gibi değil
Çok yaşlı bir kadın yün eğiriyor - düpedüz ilgisizlik
Bisiklet yarışları, akşam gezintileri, insan ne güzel eğleniyor
Bir hırsız giriyor ellerinize, polisler hırsızı kovalıyor
Daha akşama çok var - olsun - biri sizi öpmeye hazırlanıyor
Bense berbere uğrayacağım, şu saçlarıma bakın!
Üstelik bilmiyorum bu şarapları nasıl içiyoruz
Balıkları nereden geliyor soframızın hele
Yıllardır ama, yıllardır neyi koysalar önümüze
Alıştık, sadece bir türlü bakıyoruz.

İşte biz böyle yapıyoruz.

VIII

İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli
Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, iyi bilmeli
Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye
Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek
Oo! Demek bütün insanlar çay içecek
Bilmem, çok uzakta biri sevindi
Sonra ben sevindim; acı mı, sevinç mi, ama bilmeden
Belki de ilk olarak vardım ayakta durmanın tadına
Sıktım ki sıktım bir ara dişlerimi
Bir bakış, bir korku, ya da gereksiz bir eşya
Yani ne varsa atılması gereken sırtımda
Önce yavaş yavaş, sonra hızlı hızlı
Ve bir Ortodoks kabalığınca içten
Soyundum, yıkandım, ki görülmemiştir böylesi
Aklıma geldi derken; acı mı, sevinç mi gene aklıma
Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini
Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, biraz da bunun için
Gözlerim görüyordu, öyle ki, benden ayrı görüyordu gözlerim
Dişlerim ağrıyordu, denir ki ayrıca ağrıyordu benden
Bilmem çok uzakta biri sevindi
Sonra ben sevindim, kadınlar sarışındı
Ben biraz esmerdim, o kadar
İşlerim kötü gitti
Bilseydim katılırdım savaşlar oldu ötemde
Yaşayanlar güzeldi
İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli.

Geçen yıl korkulu bir çağda uyandım
Sur dışlarına çıktım, sıcak havaları severdim
Mezarları gördüm, müzeler daha güzeldi
Annem sevinmek için boncuklar alıyordu çarşıdan
Ben boncuğu sevmem, hele kırmızı hiç sevmem
Demek çok uzaklarda biri sevindi
Sonra ben sevindim, o ben ki işte bütün gün
Bir ölüyü bekledim ve ölünün bütün inceliklerini
Biri bir cinayetten dönüyordu, şan getiren bir cinayetten
Biriyse bir köleydi, kâğıtlar kalemler içinde
Akşamlara dek bir masa katılığınca gün
Ama o gün bugündür ayrılmadım ben
Ayrılmadım işte o
Beklediğim ölüden.

Pek yakınım olacak, karım, ya da kızkardeşim
Belki hiçbiri değil, sadece bir kız
Öyle ki, biralar, yaz günleri, onunla biraz güzeldir
Ama çok iyi bir günde çıldırıverdi
Yalnızlıktan
İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli
Sonra temizce bir yemek yemiştim, hatırlıyorum
Dövülmüş kısraklar gibi uyumuştum
Bir şeyler ummuştum, umudu kesmek gibi
Sonra da gürültüler yapmak için dışarı çıktım
Kocaman bir adamdı dışardakiler
Bilmem, böylece kaça çıktı bekledim ölüler
İşte her bakımdan kendini arıyordu biri
Şaşırmış arıyordu - ben miydim neydim -
Yıkılmış, bunalmış, sürgün içinde
Kendini arıyordu, aynı renk, aynı biçimdeki kendini
İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli.

Koşup duruyorken, önce aşkların peşi sıra
İyi günler, serin evler, baygın kokulardan gelen aşkların
Bu sanki en azından tanrıyla işbirliği
Ya da buluşmak gibi özüyle insanların
Oysa bir sığıntıydım çok uzaktan bir gülmeye
Yalvaran gözleriyle - açılmış açıldıkları kadar -
Ya da bir tilki avında kim bilir kimin inceliği
- Gözleri, ufukta bir yerdi işte gözleri -
Belki de yer alıyordum korkuyla avuntu karşısında
Belki de yitirilmiş, yok bakacak bir yeri
Ya da bir ölüydük işte ve ölünün bütün incelikleri
Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, iyi bilmeli
Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye
Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek
Oo! demek bütün insanlar çay içecek
Hayır! Çok uzakta biri sevindi.

IX

Artık ne uyanmak için bu sabahlar
Ne de bekliyoruz, beklemek için değil
Üstelik ne de bir karanlıkta anlatıyoruz bu düşünceyi
Ne açıp da ağzımızı tek kelime
Yok, hayır, kaskatı durmuşuz sadece
Durmuşuz; ölümü, acıyı, daha neleri durdurmak için
Evet bir de cins tuzaklar kurmuşuz gözlerimize
Tuzaklar ve sanırım herkesin işi bizi anlamak
Biz ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım
Artık adını sürdüremiyoruz gizli kalmanın
İçkiler içiyoruz, en çok da kötü içkiler - Hıh sığınmak!
Bilmem ki ne demeli, böylesi içinden geliyor insanın
Belki de alışıyoruz, soylu bir düşüncedir alışmak
Diyoruz, belki de
En önce İsa almıştır kendi söylevlerine
Sonra da biz; ya durmak, ya da bir zincirle oynamak bütün gün
Ya da pek olağan şey, katılmak bir döğüşe
Korkmak, o kadar korkmak ki sonuca varmak için
Sinmek, kalakalmak dört duvar arası bir yerde
Bakınca duvarlara - üstelik böyle de bakmak kendimize
Biz ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım
Artık tadını sürdüremiyoruz gizli kalmanın.

Karımı soruyordunuz, her zamanki gibi çok geveze
Bir gün onu yaşarken görmüştüm - görmüştünüz
Çiçek mi koparıyordu ne, elini tutmuştum tutmuştunuz
Yani ben ne yaptıysam, o sizin de yaptığınızdı biraz
Ben ki ne yapmıyordum, o sizin de yapmadığınızdı.

Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım
Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte
O kadar kolay ölmüştür ki, belki de anlatırım
Ne süs, ne çiçek, ne de bir şölen
Üstelik ne de bir şey eksiltti gülümsemesinden
Konuşup duruyordu gene akşamlara dek
Kumarsa kumar, içkiyse içki
Yani bir kedi gelirdi arada bir
Bir köpek siyaha koşardı ellerinden
Bense o günlerde bir kürk tacirinin evinde
Tırnakları kirli bir oğlanla
Bir gemici durmadan bir sıkıntıyı anlatır
Şişeleri devirir elinin tersiyle.

Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım
Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte
O kadar kolay ölmüştür ki, elbette anlatırım
Bana gelince, günlerce kendimi yokladım ben
Elimi kanattım, yüzümü kestim, kafamı vurdum bir yerlere
Uyudum uyudum uyudum öylesine
Ve şaşırdım böylece yemek saatlerini
Ve sabahlara karşı yattım, aklıma çocukluğum geldi
Sevdim ki sevdim o her zaman sevmediğim şeyleri
Koynuma bir bıçak yerleştirdim, düşmeyecek gibi eğilirken
Geceleri kapkalın adamlarla döğüştüm
Birinde yaralandım üç dikiş vurdular göğsüme
Bir gün de peşi sıra gittim bir adamın
Siyah elbiseli, siyah şapkalı, eldivenli
Adamsa ummadığım şey, bir bankaya girdi
İstediğim kirli işlere karışmaktı, olmadı.

Bir gün de bir lokantaya girdim, yanımda biri vardı
İğrendim, ama susmayı seçtim sadece
Böyleyken garsonun biri elini kesti
Çıkardı mendilini, bir düğüm attı üstüne
Masaya geldi derken usulcacık masaya
Geldi: ne içersiniz? sahi biz ne içer mişiz?
Şarap mı, konyak mı ve ne dermişiz viskiye
Çıkalım dedim o yanımdaki kız gibi herife
Başını salladı, kim olsa böyle yapardı, çıktık
Karanlık, uzakta surlar ve kadınlar geliyordu üstümüze
Bense şaşırmış gibi çıkalım diyordum durmadan
Adamsa bakıyordu, şaşırmış bakıyordu kendimize
Hep böyle diyordum işte, çıkalım çıkalım çıkalım
Çıkalım diyordum, çıkalım diyorduk, hadi çıkalım
Nereye, ama nereye?

Belki de biliyoruz, doğrusu bilmiyorum, biliyor musunuz?
Ben askerdim, yağmur mu yağıyordu, bir yere geldim
Üçüncü sınıf bir otele indim, tırnaklarım kirliydi biraz
Bir o kadar da kirliydi ayaklarım
Burnum mu kanadıydı ne; ispirto, pamuk, sırtüstü yatmak
Yattım öğleye kadar, otelci karısını dövdü aşağıda
Üç çocuğu vardı otelcinin, bir horozun başındaydılar
Sabahsa bir karışık şeydi, sanırım peynirler, salamlar kesiyordu
Adamlar
En ayıp yerlerini tıraş ediyordu biri
Alıştım gitti
Sonra yıkandım, tıraş oldum ben de, görmeliydiniz
Sonra da bir bara gittim - nee! Bara mı gittiniz?
Doğrusu müzelere gidecektim, biriyle buluşacaktım - sonra da
Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla...
Öldüyse, hayır ölmemiştir, nereden çıkardınız?
Neyse ben bara gittim, çıkarken anladım gittiğimi
Başım da ağrıyordu, üstelik alnımın üstünde koca bir yara
Ya duvara çarptımdı, diyorum, ya da kestimdi bir bardakla
Ya da kim bilir, bana sorarsanız tanrısal bir şey
Elbette, kim ne der, inanmışım ben
Bir keder, bir susuş ve bütün bunların yüze vurmuşluğuna
Otele döndüm sonra, oteller gidiyordu biraz
Girmeler çıkmalar, uzanıp yatmalar büyüyordu odalarda
Otelci duruyordu, karısı duruyordu, çocuklar durmuştular
Birden aklıma geldi, dilimi çıkarttım onlara
Dilimi çıkardım; sipsivri, kıpkızıl, ucunu oynatarak
Onlar ki biraz şaşkın, acıyorlar gibi biraz da
Sonra pek tuhaf oldu, ne yapsam, yalıyor gibi yaptım elimi
Öyle ya, elimi kestimdi ben - ne yani, deli değilim ya!

Yukarı çıktım, bilseniz çığlıklar içindeydi odam
Yataklar bir şeyleri kaydırıyordu soluk soluğa
Bardaklar büyümüş - o gün bugündür anlatamam büyümeyi
Çoraplar, gömlekler, kravatlar taşıyordu sokağa
Bir kedi esniyordu - ben gördüm - üstünde şehirlerin
Bir böcek - yetişir be - dünyayı yokluyordu bacaklarıyla
Yığılmış kalmışım öyle, sonradan anlattılar
İyi ki anlattılar, otelci karısını dövdü gene aşağıda
Biliriz, üç çocuğu vardı işte otelcinin
Ama bilmiyoruz, biz neydik ve ne olmağa.

Kalktım bir bara gittim - nee! bara mı gittiniz?
Doğrusu müzeleri gezecektim; biriyle buluşacaktım - sonra da
Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla
Kadın mı dediniz, dedim ya, ne olacak?
Hiiç!
Alışmak, sadece alışmak.

Ben o kadınla yattım mı, kör olayım bilmiyorum
İnanın yattımsa
Ama bilmiyorum.

X

"Ya ne yapmalı" diyor annem bu geçkin çizgileri
"Yıllardır aynı evdeyiz" bunu ne yapmalı
Babam: ve ne yapmalı diyor bu bir yığın geleneği
İşte bir sahnedeyiz: ev, gelenek, duygulu kadın
Bense ufacık taşlar üzerinde bir ufacık şey olmanın
Bir pencere beyaz, bir karanlık mayhoş, ne iyi
Sürüyle odalar, sürüyle gülüşler, sürüyle konuşmalar
Ne yazık! vakit de yok kurtarmak için geleceği
Düşünsek bile şimdiden - düşünemiyoruz ya
Üstelik ne çıkar bundan ve ne katardı yaşamımıza
Hiçbir şey! çünkü ne varsa içimizde gelecek için
Sanki bir öyküsü bu hayatı süslemenin
Soframız, yatak odalarımız, lambalarımız
Annemin tarih kitapları, babamın güneş gözlükleri
Kuyular gibi işte, şişeler sarkıttığımız yaz akşamları
Tavan arasındaki boşluk, gölgesi karşı duvarın
Kırlangıç yuvaları, yüzümüzden cins kanatların geçtiği
Kavunlar karpuzlar yardığımız, o yemekten ayrı düşündüklerimiz, o
Bir şey mi kaybettik öyle, kim bilir bize neler eklediği
Sonra bir bıçak gibi durduğu sarısı içe çökmüş lambaların
Babamın kaşları çatık, annemse düşünceli
Kim bilir n'olduydu gene, diyelim bir yoksulluk önceliği
Belki de hiçbiri değil, canımız sıkılmak istemiş o kadar
Annem: ve ne yapmalı diyor bu geçkin çizgileri
Böylece bir sahne daha: güneşler, alışmak ve biz
Sanki bir tramvaya bindik, az sonra ineceğiz
Aksilik bu ya, diyelim ansızın bozuldu tramvay
İndik ve yeniden beklemeye koyulduk hepimiz
İşte bir sahne daha: bir sigara yaktıydı babam
Annem saçlarını düzeltti, bir şeyler gösterdiydi eliyle
Bizse kısa bir oyun tutturduk, hiç! yetinmek için sadece
Öyle bir sahne ki bu: anladık, sevdik ve unuttuk herşeyi
Sonra bir tramvay daha geldi.

XI

Size baktığım yol uzamakta
Kendime baktığım yol uzamakta
Yoruldum, bunaldım, canım sıkılıyor
Eve dönmeliyim, iyi bir yemek, uyumak istiyorum sonra
Yok eğer uzayıp gidecekse bu iş
Derim ki vakit erken, hava da güzel nasıl olsa
Çocuklar görürüm, uzağa bakarım, saçlarımı tararım hiç değil
Belki de biri seslenir, güneşler güneşler tutan uyruğunda
Bir resim görürüm ya da - ortalık inceydi biraz
Ya da resim gördüm; köşede, antikacıda
Ve düşündüm diyelim yanında bizim şamdanların
Bir uyuşma olacak annemin saçlarıyla da
Ne zaman? elbette sabahları
Sabaha baktığım yol uzamakta
Uyumak, nasıl uyumak, daha bilmiyorum
İki perde arası soğuk bir limonata
Belki de çıkınca evden taşıtlar beklediğimiz
Ve taşıtlar beklediğimiz durakta
Birini gördüğümüz ya da, geveze, kaypak, sıkıcı
Bitmesi bir olayın - ölüm mü geliyor aklınıza?
Kim bilir, belki de ölüm
Ama korkmayın, bütün iş korkusuzlukta
Öyle ya, ha dibinde ölmek gümüş şamdanların
Ha bir cellat elinde, gözleriniz kapalı
Belki de yürüyorken iki taşıt arasında
Belki de bir intihar; güzdü, çiçekler vardı

Şişman bir adam kulaklarını tutuyordu dünyada
Dünyaya baktığım yol uzamakta
Ve biraz düşünsek mi, alıştık nasıl olsa
Kim bilir neyi istiyorduk, neyi anmıştık az önce
Dönsek mi dersiniz, gene dönsek mi oraya
Oraya baktığım yol uzamakta
Ya da bir bahçedeyiz - üstelik kadınlar vardı
Ağzınız, çatallar, tarçınlı pasta
Ya da bir toplulukta - iyi yaptınız!
Bu çok hoştur! "size söylüyorum" yaramaz çocuk!
Beni de sandınız! - evde mi? - hayır! Limonlukta
Ve hemen kalktınız, bir yangın yeriydi orası
Ya da aklınız olacak sizi bir yangın yerine bağladı
Kızgın güneşte bir şişe ispirtoyu devirdiniz
Kutsal bir iş yaptınız ve yerleşti sizde bu kanı
Belki de bir din devirdiniz; anneniz, annenizin saçları
Gümüş şamdanlar, sabah ışığı, vesaire
Ve sanki her olay, her davranış ölümün bitişiğinde
İşte evdesiniz, iyi bir yemek, uyumak istiyorsunuz sonra
İstemek, neyi istemek, daha bilmiyorsunuz
Açtınız radyoyu, ılıyan bir ses kanınızda
AIO, İAO, AĞ UĞ AĞ
Ve kahkahalar arasında kahkahalar
Orada, aşağıda
Tek umut, tek varış, tek kurtuluş gibi
Ve kaskatı kesilmiş, beyaz
Sallanıyorsunuz boşlukta.

XII

Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnedi - tak
Bir yüzü vardı kocaman düşüverdi avuçlarına
Bilmem ki gelir miydi? - saat üç buçuk - üstelik hava..
Sonra şu yağmur bulutu, boşandı boşanacak
Bir kedi ürperdi, ve adam yeniden esnedi - tak
Acaba?
Yazıldı saatin üç buçuk olduğu havaya
Boşandı, taptaze üçler halinde bir yağmur
Kim bilir, bu saatte, onu anlıyorum
Belki de unutmuşumdur.
İşte düğmeler, iğneler, ibrişimler satılan bir dükkânda
Herkesin akşamı onu buluyordu
Bir adam sakallarını yokluyordu kasılarak
Sizi bekliyorum - beni bekliyormuş - niye olmasın?
Bir bakış, bir gülüş ve yüzünü yüzüne tutuyordu ustaca
Adamsa şunu yapıyordu: hiçbir şey, ama hiçbir şey
Ne tuhaf! - Ben olsam! - ne çıkar ben olsam da
Gelmedi, gelmeyecek ve otuz yıl önce yazlıkta
Oturmuş bir köstebek yavrusunu bekliyor
Çıkmadı ama çıkacak - babası sesleniyor
Bir sofra duruyor, gerilmiş çilek kokularıyla
Tam çileğe geldi sıra, uzattı çatalını batıracak
Hayır! bir tuhaftır bu, insan gecikmek ister biraz da
Gecikmek: sanırız bizi bir şeyler bekliyordur olağanüstü
İşte ansızın biri çıkacaktır karşınıza
Hiç yoktan biri çağıracaktır sizi
Ya da bir kadın bayılacak, bir memur çıldıracaktır önünüzde
Bir kurşun, bir kurşun daha
Yere serecektir bir serseriyi
Gecikmek: bana kalırsa eve dönmeli en iyisi
Bir küfür, bir patırtı ve babası çıkışıyor
Annesi, annesi biliyor başına geleceği
Bahçede bir kız çocuğu erik ağacını sallıyor boyuna
Diyelim her olayda böylece bir şeyler bulunur
Kalsın, daha çok zaman kalsın diye hatırda
Bir gün, bir benzin deposu havaya uçmuştu biliyorum
Bir alev, bir duman, usulca sokulmuştum
Yanmış bir cep saatini aklımda tutmuştum yıllarca

Gelmedi, ama gelecek, nedense alıştık zamansızlığa
Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnedi bak
Demek siz! - koca ihtiyar! - ıslandım işte!
Saat üç buçuk, vallahi saat üç buçuktu gene
Hey tanrım neye yaradı sanki unutulmak
Kadın saçlarını tarıyor ve usulca sokuluyordu adama
Adamsa ayağa kalkıyor ve işte ayağa kalkıyordu ustaca
Dışarı çıkıyor, içeri giriyor, üç aşağı beş yukarı
Kadınsa domates doğruyor, yok mu ya bu yaz yağmurları
Evet, sahiden, niye?
Soruyor kadın:
Bu yaz yağmurları..

XIII

Şimdi her yerden bakıyorlar - demek uykusuzum -
Kral birini çağırıyor uykusuz bitmiş olarak
İşte Salı, akşama doğruyuz, Bay Kemik Taciri kestiriyor
Vahalam'da, bilmem ki neresidir Vahalam
Babamın, ak saçlı babamın açtığı yara
Bir tarla konusu
Oysa bre dolduran doldurana boşluğu
Babamın akıttığı kan
Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam
Babamı tanıyorum; oysa çorabı, tütünü, acılarıyla o adam
Eksiği yok küfürden yana
Onu buğdaylar öldürecek, sapsarı öldürecekler onu
Belki de gelenek bu
Al kılçıklarıyla ve hep birden - tamam!
Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam.

Kral birini çağırıyor, basarak parmağını kağıda
Bay Kemik Taciri çamurdan yüzünü üstümde tutarak
Hırçık ve kadınsal bir sesle çıkışıyor
Anlamak, sadece anlamak istiyor korktuğumu
Bir adam sokağın alt yanını doldurdu
Kırmızı elleriyle
Masa camında bir çınar yaprağı derinleşiyor
Evet, sizi anlıyorum
Yani kendimi
Saat beş, bu üçüncü çay, kalkınan bir yerimi öldürüyorum
Ve işte bilmiyorum katil kim
Bir burgu, gene bir burguyu oyuyor
Ve karım otuzunu dolduruyor bu akşam
Saat beş, diyelim erken dönmeli eve
Kral birini çağırdı ve işte birini kovmak üzere

Genel bir yanlışlık olacak, hadi kazandı Bay Kemik Taciri
Beni bu kemikler öldürecek, yağlı, pis hayvan kemikleri
Olanca aklığıyla ve hep birden - tamam!
Bilmem ki neresiydim, neresiydi Vahalam.

Kral tacını çıkarıyor, başı ağrımış olacak
Onu selamlıyorum, kapıyorum kapıyı ardından
Saat beş, bakınca camdan onu görüyorum
Camlarda iri gölge derinleşiyor, o
Kralsa tavana bakıyor, bir kristal avize haklayabilir onu
Bay Kemik Taciri karşıya geçiyor başarıyla
Ben sadece paltomu giyiyorum

Akşam
Kral birini çağırdı; biraz et, biraz da şarap
Oturmuş masaya Bay Kemik Taciri
Karısı ve dört çocuğuyla
Duvarda bir tüfek asılı, durmadan ona bakıyor
Tavşanlar, keklikler, turnalar oluyor tüfeğin ucunda
Başkaca bir şey olmuyor
Ben kötü bir meyhaneye dalıyorum, ortalık küf kokuyor.

Duvara alıştırıyorum gözlerimi - siz nesiniz duvarlar?
Hiiç! sadece duvarız biz
Öyleyse bir yarım saat, karım da bekleyebilir
Adamlar önce beyaz değil, sonra beyaz
Bir şapka gene bir şapkaya asılı
Bir palto gene bir paltoya
Bir adam kendiyle döğüşüyor bir adamda
Evet onu anlıyorum
- Yani kendimi -

Bir kadın bir sürahide biriyle sevişiyor
Bir burgu gene bir burgu oyuyor ayrıca
Bir adam dikilmiş ve dikilmiş içiyor durmadan
Hey tanrım! omuzlu, güçlü kuvvetli
Kocaman bir çocuk yüzü taşıyor yalnızlıktan.

Gece, saat on, karım otuzunda olmalı diyorum
Bir gidip bir geliyorum karanlıklarda
Çiçekler alıyorum, bitmeden çiçeklerini gecikmelerin
Ve dalıyorum içeri ışıksız bir kapıdan
Aranmak, yenilmek, ve hayır! utanmaktı Vahalam
Kral uyandı, karım iç çekiyor durmadan
Bir sabah ışığı kendini yerden yere vuruyor
Kızım uyuyor ve uyuyan biri gibi konuşuyor karım
Bir duvar resmi gibi konuşuyor
Kral?
Kral uyandı.

Saat dokuzu on beş geçiyor, üşüyorum
Güneşler mi vuruyor sırtıma ne, üşüyorum
Ölgün ve değişmez adımlar atıyorum, üşüyorum
Karanlık, pis adamlar çıkıyorlar mağaralarından
Ne umut, ne hiçbir şey, sadece çıkıyorlar
Bir gece, bir sabah, ve benim bakışlarımı taşıyorlar
Karım ağlıyor, kızım uyuyor, karımsa gene ağlıyor
Diyorum
kim bilir
belki de
tamam!
Orasıydı Vahalam.

XIV

İşte bu boşluk, durmadan bizi çağırıyor
Kremler, pudralar, iç bunaltıcı kokular gibi
Bir kır bekçisi köpeğini sevdi
Bir çocuk delinmiş bir kovayı sürüdü - nereye?
Bir kadın bağırdı bağırdı bağırdı
Tam on yıl öncesine yarayacak bir sesle.

Edip Cansever

22 Mayıs 2015 Cuma

Notre Dame'ın Kamburu

 


Notre Dame'ın Kamburu (orijinal ismi: Notre Dame de Paris), Victor Hugo'nun 1831 yılında yayınlanan ve Fransa’da krallık döneminin karanlık günlerinden kesitler sunan romanıdır. Romanın tamamlanması yaklaşık 6 ay sürmüştür. Okunması gereken evrenselleşmiş ve dünya klasiklerinin başyapıtlardandır. Notre Dame'ın Kamburu, Hugo'nun en parlak dönemlerinden birinde yayımlandı. 1831'de yayımlanan Notre Dame de Paris'in roman kahramanlarından biri öylesine etkili oldu ki Notre Dame'ın Kamburu adıyla tanındı. Victor Hugo bu romanda insanların yaşamında kaderin yerini ve yoksulluğun insanı köreltmediğini ortaya çıkarmıştır. Roman hem yazarın ülkesinde hem de dış ülkelerde oldukça sevilmiştir. Çoğu dillerde çevirimleri yayınlanmış, ayrıca filmi de çekilmiştir.


Yazılmadan önce

19. yy başlarında Paris şehir planlamacıları Notre Dame Katedrali'nin bakımsızlığından ötürü katedrali yıktırmak istemişlerdir. Ünlü Fransız yazar Victor Hugo, halkın ilgisini buraya çekmek ve katedralin yenilenmesini sağlamak için Notre Dame'ın Kamburu adlı romanını yazmıştır. Roman, Notre Dame Katedrali'nin yenilenmesinde büyük rol oynamıştır.

Yazıldıktan sonra

Notre Dame De Paris Müzikali, Victor Hugo'nun romanından esinlenerek oluşturulmuştur. Müzikal; Belle, Tu Vas Me Detruire, Déchire gibi şarkılarıyla klasikleşmiş, romanla bütünleşmiştir.

Romanın kahramanları

  • Quasimodo Romanın başkahramanıdır. Çingeneler tarafından katedrale bırakılan bu çocuğa ismini Rahip Claude Frollo vermiştir.
  • Esmeralda Güzel ve genç bir çingene kız
  • Claude Frollo Bekâr kalması gerekirken Esmeralda'ya aşık olan rahip
  • Pierre Gringore Bir şairdir. Yolu çingene mahallesine düştüğünde Esmeralda ile tanışır.
  • Louis XI Dönemin Fransa kralı
  • Phoebus Esmeralda'nın aşık olduğu yüzbaşı
  • Jehan Frollo Claude Frollo'nun kardeşi
  • Fleur-de-Lys de Gondelaurier Phoebus'a aşık olan soylu kız
  • Tristan l'Hermite
  • Jacques Charmolue
  • 'Clopin Trouillefou' Hırsız Çingeneler Dükü
  • Florian Barbedienne

Eserin özeti

Eserde Claude Frollo adlı bir papaz katedralin önünde bir bebek bulmuştur. Çok çirkin bir bebek olduğundan ona Fransızca'da "eksik-tamamlanmamış" anlamına gelen Quasimodo ismini verir. Yaşı ilerledikçe Quasimodo katedralde zangoçluk görevini alır. Bir süre sonra zilin sesi nedeniyle sağır olur.
Günün birinde Esmeralda adında bir kızla tanışır. Esmeralda genç ve güzel bir kızdır. Bu kız küçükken çingeneler tarafından ailesinden kaçırılmış ve yerine sakat bir çocuk olan Quasimodo bırakılmıştır. Quasimodo'nun ona aşık olmasıyla olaylar karışır. Çünkü Papaz Claude Frollo da Esmeralda'ya bu tür duygular beslemektedir. Esmeralda ise özgür ruhlu ve çapkın bir şair olan Gringoire ile -onun hayatını kurtarmak için- evlenmiştir.
Esmeralda'nın kalbini ise soylu ve zengin bir ailenin kızıyla nişanlı olmasına rağmen çapkın ama yakışıklı bir subay olan Phoebus çalmıştır. Frollo kıskançlığı ve karşılıksız aşkı yüzünden duyduğu kini sonucu Esmeralda ve Phoenus'un buluştuğu bir gece Esmeralda'nın bıçağıyla onu yaralar ve suç Esmeralda'nın üzerine kalır. Başta Phoebus olmak üzere herkes onun büyücü olduğunu ve parada gözü olduğundan bunu yaptığını düşünür. Esmeralda her ne kadar suçsuz olduğunu söylese de insanlar bir çingeneye inanmaktansa bir rahip ve subaya inanmayı tercih ederler.
Çingene dostları ve Quasimodo tarafından hapsedildiği zindandan kaçan Esmeralda, Phoebus komutanlığındaki askerlerin çingenelerin sokağını basması ve abisi gibi gördüğü ama ona aşık olan çingene kralı Clopin'in öldürülmesi üzerine tekrar ortaya çıkmış olur ve asılır. Her şeyi Frollo'nun kurduğunu anlayan Quasimodo ise Esmeralda'nın asılması üzerine Frollo'yu kilisenin kulesinin tepesinden aşağı doğru itekleyerek öldürür.Quasimodo bir süre ortalıktan kaybolur. Bulunduğunda ise çok geçtir ve vücudu Esmeralda`nın cesedine sarılmış bir biçimde iskeletleşmiştir.

 Kaynak:Wikipedi Özgür Ansiklopedi

Sefiller

 

Sefiller (Fransızca: Les Misérables; Fransızca telaffuz: [le mizeʁabl(ə)]) Victor Hugo tarafından yazılan tarihi romandır. İlk olarak 1862'de yayınlandı. 19. yüzyılın en büyük eserlerinden biri olarak kabul gördü. İngilizce konuşulan ülkelerde başarısız çeviriler nedeniyle genellikle orijinal Fransız ismiyle anılır. Hikâye 1815'te başlar ve 1832'deki Paris Haziran Ayaklanması'nda son bulur. Birkaç karakterin yaşamını ve birbirleriyle alakasını ele alan roman daha çok eski mahkûm Jean Valjean'ın yaşam mücadelesi ve kefaretini ödemeye çalışmasına odaklanır.
Yasa ve merhametin doğasının incelendiği roman ayrıca Fransa tarihi, Paris'in mimarisi ve kentsel tasarımı, siyaset, ahlak felsefesi, antimonarşizm, adalet, din, ailevi ve romantik sevginin türleri ve doğası gibi konuları özenle ele alır.
Yayınlanmadan önce büyük tanıtımlar yapılan roman için büyük beklenti de oldu. Roman için birçok yorum yapıldı ama çoğu olumsuzdu. Ticari olarak ise roman sadece Fransa'da değil tüm dünyada büyük başarı yakaladı. Sefiller aralarında bir müzikal ve müzikalden uyarlanan bir filmin de bulunduğu birçok tiyatro, televizyon ve sinema eserine uyarlanarak büyük popülerite elde etti.


Konu

Jean Valjean Monsenyör Madeleine olarak yaşamını sürdürürken

Jean Valjean ekmek çaldığı için beş yıl kürek cezasına çarptırılmış, birkaç kez kaçmaya kalkıştığı için cezası ağırlaşmış, on dokuz yıl hapiste kalmıştır. Çok kuvvetli bir insan olan Jean Valjean, hapiste iyi duygularını kaybetmiş gibidir. Hapisten çıkınca, mahkûm olduğunu gösteren belge yüzünden herkes ona kötü davranır. Bir piskopos onu evine alır, o ise evden gümüş takımları çalar, fakat yakalanır. Piskopos, şikayetçi olmaz, üstelik ona iki de gümüş şamdan hediye eder; onlardan elde edeceği parayı namuslu adam olma yolunda harcamasını ister.Son olay, Jean Valjean’ın yaşamında bir dönüm noktası olur. Madeleine adıyla iş hayatına atılır, zengin olur, belediye başkanı seçilir. Fantin adında düşmüş, fakat ruhça temiz bir kadını polis şefi Javert’in elinden kurtarır. Javert, birdenbire ortaya çıkan ve kısa sürede zengin olan ve herkesin “Baba” dediği Madeleine’in kim olduğunu merak eder.Madeleine, aranmakta olan Jean Valjean diye başka birisinin yakalandığını öğrenince, kendi yerine suçsuz birinin küreğe mahkûm edilmesine gönlü razı olmaz, polis şefi Javaert’e teslim olur.Jean Valjean, zindandan yine kaçar. Bu kez Fantine’in kızı Cossette’i büyütüp yetiştirmek ister. Javert, yine peşindedir. Jean Valjean bir manastıra saklanır, Fauchelevent adı ile yaşar. Cossette büyümüştür. Üniversite öğrencisi Marius ile aralarında bir aşk doğar.Jean Valjean, Marius’u daima korur. İhtilal başlamış, Marius,Cumhuriyetçilerin safında yer almıştır. Cumhuriyetçilerce daha önce esir alınan Javert idam edilecektir. Bu işi Jean Valjean alır ve o, Javert’in kaçmasına göz yumar. Marius çatışmada yaralanır. Ona Javert yardım eder. Jean Valjean teslim olmak için geri döner, ancak Javert’i bulamaz. Javert, minnettarlık duygusuyla, görevini yapmadığı için Seine nehrine atlayarak kendi kendisini cezalandırmıştır.Marius ile Cosette evlenirler. Çok yaşlanmış olan Jean Valjean ölür; başucunda piskoposun kendisine hediye ettiği şamdanlar yanmaktadır.Fransız edebiyatının en önemli romanlarından biri olan Sefiller, romantik akımın etkilerini taşıyan bir eserdir. Bir suçlunun yaşam öyküsünü konu edinen bu eser, birçok dile çevrilmiş, sevilerek okunmuştur. Araştırmacılar, Hugo’nun bu roman üstünde on yedi yıl çalıştığını belirtirler.
Sefiller, Fransız Edebiyatı'nın en önemli yazarlarından biri olan Victor Hugo'nun en çok okunmuş eseridir. Fransız Edebiyatı'ndan Voltaire, Rousseau, Montesquieu, Diderot ve benzeri pek çok yazarın benimsemiş olduğu "toplum için sanat" (engagement) anlayışını Victor Hugo bu eserinde romantizm akımı ile birlikte uygular. Victor Hugo'nun romantizm akımını seçmiş olması yine dönem koşullarına göre değerlendirilmelidir; 19. yüzyıl Fransa'sında özellikle Fransız İhtilali (14 Temmuz 1789) sonrasında verilen ölümler ve yaşanan politik karışıklıklar halkın genelini büyük bir yasa sürüklemiştir; bu sebeple de insanlar kendilerini bu şartlardan uzaklaştıracak, duygu yüklü eserlere ihtiyaç duymuşlardır. 18. yy'da verilen eserler sadece akla dayandıtılmış eserlerdir ve halkın bu isteğine yeterli karşılığı veremez; onların sesini duyurabilmek için romantizm akımı bu dönemde doğmuştur ve Victor Hugo da eserlerini bu akımda vermeyi seçmiştir.
Eserde dönem (19.yy) Fransa'sına pek çok eleştiride bulunulmaktadır. Sefiller, bir nevi toplum aynası görevi görür. Jean Valjean üzerinden ölüm cezasının yanlışlığı gösterilir; Cosette, çocuk işçileri eleştirmek için yaratılmış bir karakterdir; Fantine ise kadınların yaşayışını, ahlaksızlığa itilişini insanlara gösteren karakterdir.

Uyarlamalar

Roman yayınlandığından beri Sefiller birçok filme, kitaba, müzikale ve tiyatro oyununa uyarlandı.
Önemli uyarlamaların bazıları:
  • 1935 tarihli filmi Richard Boleslawski yönetti, Fredric March ve Charles Laughton başrolde oynadı.En İyi Film Akademi Ödülü'ne aday oldu.
  • 1937'de bir radyo uyarlaması Orson Welles tarafından yapıldı.
  • 1958 yapımı film uyarlamasını Jean-Paul Le Chanois yönetti, Jean Gabin, Bernard Blier, ve Bourvil oynadı. Doğu Almanya'da çekildi ve alenen siyasi bir filmdi.
  • 1978 televizyon filmi uyarlamasında başrolde Richard Jordan ve Anthony Perkins yer aldı.
  • 1980'de sahnelenmeye başlayan müzikali Alain Boublil ve Claude-Michel Schönberg yarattı.
  • 1998'de gösterime giren filmin başrolünde Liam Neeson ve Geoffrey Rush oynadı.
  • 2000 tarihli TV mini dizisinde Gérard Depardieu ve John Malkovich oynadı.
  • 2012'de gösterime giren film müzikalden uyarlandı ve başrollerde Hugh Jackman ile Russell Crowe yer aldı.
  • 2013'te bir Japon manga uyarlaması Takahiro Arai tarafından yapıldı. Shogakukan'nın Monthly Shonen Sunday dergisinde Eylül 2013'de yayınlanmaya başladı.
Kaynak;Wikipedi özgür Ansiklppedi 

Victor Marie Hugo

Victor Marie Hugo (Fransızca telaffuz: [viktɔʁ maʁi yɡo]; 26 Şubat 1802 Besançon - 22 Mayıs 1885 Paris) Romantik akıma bağlı Fransız şair, romancı ve oyun yazarı. En büyük ve ünlü Fransız yazarlardan biri kabul edilir. Hugo'nun Fransa'daki edebi ünü ilk olarak şiirlerinden sonra da romanlarından ve tiyatro oyunlarından gelir. Pek çok şiirinin içinde özellikle Les Contemplations ve La Légende des siècles büyük saygı görür. Fransa dışında en çok Sefiller ve Notre Dame'ın Kamburu romanlarıyla tanınır.
Gençliğinde şiddetli bir kral yanlısı olsa da, görüşü yıllar içinde değişti ve tutkulu bir cumhuriyet destekçisi oldu. Eserleri zamanının politik ve sosyal sorunlarına ve de sanatsal akımlarına değinir. Hugo'nun cenazesi 1885'te Panthéon'da gömüldü

Kişisel Hayatı

Victor Hugo, Joseph Léopold Sigisbert Hugo (1773–1828) ve Sophie Trébuchet (1772–1821) çiftinin üçüncü oğluydu; Abel Joseph Hugo (1798–1855) ve Eugène Hugo (1800–1837) isminde iki ağabeyi vardı. 1802'de Besançon'da doğdu. Napolyon'un bir kahraman olduğunu düşünen serbest fikirli bir cumhuriyetçiydi. Annesi 1812'de Napolyon'a karşı komplo kurduğu için idam edilen General Victor Lahorie ile sevgili olduğu düşünülen Katolik bir Kralcıydı.
Hugo'nun çocukluğu ülkede siyasi karmaşıklığın olduğu bir dönemde geçti. Doğumundan iki yıl sonra Napolyon İmparator ilan edilmiş, 18 yaşındayken de Bourbon Monarşisi yeniden tahta geçirilmişti. Hugo'nun ailesinin ters dini ve politik görüşleri Fransa'da egemenlik mücadelesi veren kuvvetleri yansıtıyordu. Hugo'nun babası İspanya'da yenilene kadar orduda yüksek rütbeli bir subaydı.
Babası subay olduğu sürece aile sık sık taşındı ve bu yolculuklar sırasında Hugo pek çok şey öğrendi. Çocukluğunda Napoli'ye giderken geniş Alpler'deki geçitleri ve karlı zirveleri, muhteşem Akdeniz mavisini ve şenlikler yapılan Roma'yı gördü. 5 yaşında olmasına rağmen bu 6 aylık geziyi her zaman aklında tuttu. Aile Napoli'de birkaç ay kalıp doğruca Paris'e döndü.
Hugo'nun annesi Sophie evliliğinin başında kocasına İtalya (Leopold Napoli'ye yakın bir vilayette valiydi) ve İspanya'ya (üç vilayette görev almıştı) kadar eşlik etti. Askeri hayatın getirdiği yorucu yolculuklar ve kocasının inancının zayıflığı nedeniyle ters düşmelerinden dolayı Sophie 1803'te Leopold'dan bir süreliğine ayrılıp üç çocuğuyla Paris'e yerleşti. Bundan sonra Hugo'nun eğitimi ve yetişmesi üzerine eğildi. Bu yüzden Hugo'nun kariyerinin ilk dönemindeki şiir ve kurgu çalışmaları annesinin inancının ve krala bağlılığının yansımasıydı. Ama başını Fransa'daki 1848 Devrimi'nin çektiği olaylar sırasında Katolik Kralcı yanlısı eğitime başkaldırıp Cumhuriyetçiliği ve Özgür düşünceyi desteklemeye başladı.
Gençliğinde aşık oldu ve annesinin isteklerine karşı gelip çocukluk arkadaşı Adèle Foucher (1803–1868) ile gizlice nişanlandı. Annesi ile yakın ilişkisinden dolayı Adèle ile evlenmek için annesinin ölümüne (1821) kadar bekledi ve 1822'de evlendi.
Adèle ve Victor Hugo'nun ilk çocuğu Leopold 1823'te doğdu ama doğduktan kısa süre sonra öldü. Sonraki sene kızları 28 Ağustos 1824'te Léopoldine doğdu. Onu 4 Kasım 1826'da doğan Charles, 28 Ekim 1828'de doğan François-Victor, ve 24 Ağustos 1830'da doğan Adèle takip etti.
Hugo'nun en büyük ve en sevdiği kızı Léopoldine, Charles Vacquerie ile evliliğinden kısa süre sonra 19 yaşındayken 1843'te öldü. 4 Eylül 1843'te Seine nehrinde boğuldu. Gemi alabaro olduğundan ağır eteği tarafından dibe doğru çekildi ve kocası Charles Vacquerie de onu kurtarmaya çalışırken öldü. O zaman metresi ile Fransa'nın güneyinde seyahat etmekte olan Hugo kızının ölümünü oturduğu cafede okuduğu bir gazeteden öğrendi. Kızının ölümü Hugo'yu oldukça harap etti.
Yaşadığı sarsıntı ve kederi yazdığı À Villequier şiirinde betimledi;
Hélas ! vers le passé tournant un oeil d'envie,
Sans que rien ici-bas puisse m'en consoler,
Je regarde toujours ce moment de ma vie
Où je l'ai vue ouvrir son aile et s'envoler!
Je verrai cet instant jusqu'à ce que je meure,
L'instant, pleurs superflus !
Où je criai : L'enfant que j'avais tout à l'heure,
Quoi donc ! je ne l'ai plus !
Sonraları da kızının yaşamı ve ölünmüyle ilgili birçok şiir yazdı. Bir biyografi yazarına göre de bundan asla vazgeçmedi. En ünlü şiiri Demain, dès l'aube kızının mezarına yaptığı bir ziyareti anlatır.
III. Napolyon'un 1851 yılının sonundaki askeri darbesi sebebiyle sürgüne çıktı. Fransa'dan ayrıldıktan sonra, Channel Adaları'na gitmeden önce kısa bir süre Brüksel'de yaşadı. 1852'den 1855'e kadar Jersey'de yaşadı. 1855'te 15 yıl yaşayacağı Guernsey'e taşındı. III. Napolyon 1859'da genel af ilan ettiğinde ülkesine dönme fırsatı elde ettiyse de sürgünde kalmayı tercih etti. Kaybedilen Fransa-Prusya Savaşı'nın sonucu olarak III. Napolyon iktidardan çekilmek zorunda kalınca ülkesine döndü. Paris Kuşatması'ndan sonra hayatının geri kalanını Fransa'da geçirmek için geri dönmeden önce tekrar Guernsey'e taşınıp 1872 ve 1873 arası orada kaldı.

Yazarlık

Hugo ilk romanını (Han d'Islande, 1823) evliliğinden bir yıl sonra yayımladı. Üç yıl sonra da ikinci romanı (Bug-Jargal, 1826) basıldı. 1829 ve 1840 arasında zamanının en iyi şairlerinden biri olarak ününü pekiştiren beş şiir kitabı (Les Orientales, 1829; Les Feuilles d'automne, 1831; Les Chants du crépuscule, 1835; Les Voix intérieures, 1837; ve Les Rayons et les ombres, 1840) yayınladı.
Zamanının çoğu genç yazarı gibi Hugo da, 19. yüzyılda Romantik Akımın ünlü temsilcisi ve Fransa'da edebi alanın önde gelen şahsiyetlerinden olan François-René de Chateaubriand'dan etkilendi. Hatta Hugo gençliğinde Chateaubriand gibi olamayacaksa bir hiç olmaya karar verdi. Hugo'nun hayatı da örnek aldığı kişiyle benzerlikler gösterir. Chateaubriand gibi Hugo da Romantizmin eksikliklerini gidermeye çalıştı, politikaya dahil oldu (genelde bir Cumhuriyet yanlısı olarak) ve siyasi görüşleri nedeniyle sürgün edildi.
Tutkusunu ve belagat yeteneğini ilk dönem eserlerine de yansıtan Hugo bu sayede genç yaşında şöhrete kavuştu. İlk şiir derlemesi Odes et poésies diverses 1822'de Hugo yalnızca 20 yaşındayken yayınlandı ve ona XVIII. Louis tarafından kraliyet maaşı bağlanmasını sağladı. Şiirlerin spontane çoşkusu ve akıcılığı büyük övgü alsa da asıl dört yıl sonra yayınlanan şiir kitabı (Odes et Ballades) Hugo'nun muhteşem bir şair ve kelime kullanma üstadı olduğunu açıkça ortaya koydu.
Victor Hugo'nun kelimenin tam olarak olgun denilebilecek ilk kurgu eseri 1829'da basıldı. Bu eserde Hugo'nun daha sonraki işlerinde de değineceği toplumsal vicdanı keskin bir biçimde inceleniyordu. Le Dernier jour d'un condamné (Bir İdam Mahkumunun Günlüğü) isimli bu roman Albert Camus, Charles Dickens ve Fyodor Dostoyevski gibi yazarlarda derin bir etki bırakmıştır. Fransa'da idam edilen gerçek bir katilin anlatıldığı kısa öykü Claude Gueux 1834'de basıldı. Bu hikâye bizzat Hugo tarafından sosyal adaletsizlik üzerine başyapıtı Sefiller romanının öncüsü kabul edilir.

Sefiller'in orijinal basımından Émile Bayard'ın yaptığı "Cosette" portresi (1862).

Hugo'nun ilk romanı Notre-Dame de Paris (Notre Dame'ın Kamburu) 1831'de basıldığından büyük başarı kazandı ve çabucak Avrupa'daki diğer dillere çevrildi. Eserin etkilerinden biri de Paris şehrini utandırarak romanı okuyan binlerce turistin görmeye geldiği uzun süredir ihmal edilen Notre Dame Katedrali'nin restore edilmesi oldu. Roman ayrıca Rönesans öncesi yapıların da bakıma girmesi konusunda etki etti.
Hugo 1830'ların başında toplumsal sefalet ve adaletsizlik hakkında büyük bir eser üzerine çalışmaya başladı. Ama Sefiller'i tamamlamak tam 17 yıl sürdü ve roman nihayet 1862'de yayınlandı. Hugo romanının kalitesinin kesinlikle farkındaydı ve yayın hakkını da en yüksek teklife verdi. Belçikalı yayınevi Lacroix and Verboeckhoven o zaman için nadir görülen bir pazarlama kampanyasına girişti. Eser hakkındaki basın bültenleri yayından tam altı ay önce sunuldu. Başlangıç olarak romanın ilk bölümü ("Fantine") büyük şehirlerde piyasaya sürüldü. Teslim edilen kitaplar bir saat içinde tükendi ve Fransız halkında büyük etki yarattı.
Romana yapılan eleştiriler oldukça düşmancaydı. Hippolyte Taine samimiyetsiz bulmuştu, Barbey d'Aurevilly bayağı olduğundan şikayet ediyordu, Gustav Flaubert'e göre de kitapta ne gerçek vardı ne de cesamet, Goncourtlar yapaylıktan dem vuruyordu, Charles Baudelaire gazetede olumlu eleştiriler yazmasına rağmen şahsi olarak "tatsız ve beceriksizce" bulduğunu söylüyordu. Yine de Sefiller vurguladığı sorunların Fransa Ulusal Meclisi'nin gündemine girmesini sağlayacak kadar popüler oldu. Dünya çapında tanınan bir roman oldu ve zaman içinde birçok kere sinemaya, tiyatroya ve sahne gösterilerine uyarlandı.
Tarihin en kısa mektuplaşmasının Hugo ve yayıncısı Hurst and Blackett arasında geçtiği söylenir. Sefiller yayınlandığında Hugo tatildeydi. Kitabın aldığı reaksiyonu merak ederek yayıncısına sadece "?" yazarak bir telegraf gönderdi. Yayıncısı da ona sadece "!" yazarak romanın ne kadar başarılı olduğunu belirtti.
Hugo 1866'da yayınlanan bir sonraki romanı Deniz İşçileri 'nde toplumsal/siyasi sorunlardan bahsetmeye ara verdi. Buna rağmen kitap (belki de önceki romanı Sefiller'in başarısı nedeniyle) ilgiyle karşılandı. Sürgünde 15 yılını geçirdiği Guernsey adasına adadığı bu eserde, insanın denizle mücadelesini ve denizin derinliklerinde saklanan Kalamar hayvanının Paris'te alışılmadık bir şekilde moda olunuşunu anlatıyordu. Kalamar yemekleri ve sergilerinden kalamar şapkaları ve partilerine değin Parisliler o zamanlarda pek çok yönden efsanevi olduğu düşünülen bu nadir deniz yaratığının etkisi altına girmişti. Kitabın etkisiyle Guernsey Fransızca'da kalamar anlamında kullanılır oldu.
1869'da basılan bir sonraki romanı Gülen Adam'da (L'Homme Qui Rit) tekrar siyasi ve toplumsal sorunlara döndü. Aristokrasinin eleştirel bir portresinin çizildiği roman önceki eserleri kadar başarılı olamadı ve Hugo kendisini gerçekçi ve natüralist romanlarının ünü kendininkileri aşan Gustave Flaubert ve Emile Zola ile arasındaki farkın açılmaya başlaması konusunda eleştirmeye başladı.
Son romanı Doksan Üç (Quatre-vingt-treize) 1874'te yayınlandı ve Hugo'nun daha önce uzak durduğu bir konu olan Fransız Devrimi'nde meydana gelen Terör Dönemi'ni ele alıyordu. Kitap yayınlandığı zaman Hugo'nun itibarının zedelese de şimdilerde daha fazla bilinen eserleri kadar değerli olduğu düşünülür.

Siyasi Hayatı ve Sürgün


Victor Hugo Jersey'de sürgündeyken

Üç başarısız girişimden sonra nihayet 1841'de Fransız Akademisi'ne seçilebildi. Bir grup Fransız akademisyen, özellikle de Etienne de Jouy, "Romantik Devrime" karşı mücadele ediyordu. Hugo'nun akademiye seçilmesini de geciktirmişlerdi. Hugo daha sonra giderek Fransız siyasetinin içine daha fazla girmeye başladı.
1841'de Kral Louis-Philippe tarafınan asilzadeliğe yükseltildi. Ölüm cezası ve toplumsal adaletsizliğe karşı çıkıp Polonya'nın bağımsızlığını ve basın özgürlüğünü savunacağı Soylular Meclisi'ne girdi. Cumhuriyetçi hükümetin destekçisi olup, 1848 Devrimleri ve İkinci Cumhuriyetin kuruluşunu takiben Anayasa Meclisi ve Yasama Meclisi'ne seçildi.
Louis-Napolyon (III. Napolyon) 1851'de askeri darbe yapıp gücü ele geçirince anti-parlamenter bir anayasayı yürürlüğe koydu. Bunun üzerine Hugo da onu vatana ihanetle suçladı. Önce Brüksel'e ardından Kraliçe Victoria'yı eleştiren bir gazeteyi savunduğu için sınırdışı edildiği Jersey'e, son olarak da 1855 Ekim'inden 1870'e kadar kalacağı Guernsey'in başkenti Saint Peter Port'a ailesi ile birlikte taşındı.
Sürgündeyken III. Napolyon'a karşı Napoléon le Petit ve Histoire d'un crime adlı ünlü hicivlerini yayınladı. Hicivler Fransa'da yasaklandı ama buna rağmen etkileri büyük oldu. Guernsey'de sürgünde olduğu sırada aralarında Sefiller'in de olduğu en iyi romanlarını ve oldukça beğenilen üç şiir kitabını (Les Châtiments, 1853; Les Contemplations, 1856; ve La Légende des siècles, 1859) yayınladı.
İngiliz hükümetini terörist faaliyetlerden hüküm giymiş altı İrlandalıyı bağışlama konusunda ikna etti. Bu hareketiyle ölüm cezasının Cenova, Portekiz ve Kolombiya anayasalarından çıkarılmasına katkıda bulundu.Ayrıca Benito Juárez'e I. Maximiliam'ı bağışlaması için ikna etmeye çalışsa da başarılı olamadı. Ayrıca arşivinden çıkan bir mektupta ABD'ye gelecekteki itibarının zedelenmemesi için John Brown'ın hayatının bağışlanması gerektiğini yazdıysa da, mektup Brown infaz edikten sonra yerine ulaşabildi.
III. Napolyon 1859'da bütün siyasi sürgünler için genel af ilan etse de, Hugo bunun hükümete karşı eleştirilerinde daha yumuşak olmasına sebebiyet vereceğini düşünerek dönmeyi reddetti. III. Napolyon düşüp Üçüncü Cumhuriyet ilan edildiğinde nihayet 1870'te vatanına döndü ve çabucak Ulusal Meclise seçildi.
1870'te şehrin Prusya tarafından kuşatıldığı sırada Paris'teydi. Halka yemeleri için Paris hayvanat bahçesindeki hayvanlar veriliyordu. Kuşatma uzadıkça yemekler de azalıyordu. Hugo günlüğünde bilmediği şeyleri yemek zorunda kaldığını yazıyordu.
Sanatçıların hakları ve telif hakkı hakkında duyduğu endişe sebebiyle Uluslararası Edebiyat ve Sanat Derneği'ni kurdu. Bu dernek Edebi ve sanatsal eserlerin korunmasına dair Bern Konvansiyonu'nun da önünü açtı. Yine de Pauvert tarafından yayınlanan arşivlerinde "Her sanatta iki yaratıcı vardır; karışık duyguların sahibi insanlar ve bu duyguları tercüme eden sanatçılar, ve böylece insanlar sanatçıların kendi duygularına bakış açılarını takdir ederler. Yaratıcılardan biri öldüğünde verilen imtiyazlar diğerine geri dönmeli, yani halka" şeklinde görüşünü açıklıyordu.

Ölümü


Victor Hugo'nun defini

1870'te Paris'e döndüğünde Hugo halk tarafından ulusal bir kahraman olarak selamlandı. Popüleritesine rağmen 1872'de Ulusal Meclise giremedi. Kısa bir zaman zarfı içerisinde hafif bir felç geçirdi, kızı Adèle akıl hastanesine kapatıldı (hayat hikâyesi (The Story of Adele H. filmine ilham kaynağı oldu) ve iki oğlu öldü. Karısı Adèle de 1868'de ölmüştü.
Kendi ölümünden iki yıl önce 1863'te sadık metresi Juliette Drouet öldü. Kişisel kayıplarına rağmen yine de siyasetin içinde yer aldı. Yeni oluşturulan senatoya 30 Ocak 1876'da seçildi. Siyasi kariyerinin son demleri başarısızlıklarına sahne oldu. Partisiyle pek uyumsuzdu ve kısa sürede senatodan ayrıldı.
27 Haziran 1878'de hafif bir felç geçirdi. Şubat 1881'de 79. doğumgününü kutladı. Sekseninci yaşı için kutlamalar yapıldı. Kutlamalar Şubatın 25'inde Hugo'ya bir Sèvres vazosu hediye edilmesiyle başladı. Ayın 27'sinde ise Fransa tarihnin en büyük geçit törenlerinden biri yapıldı.
Hugo'nun mezarı
Gösteriler yaşadığı yer Avenue d'Eylau'dan başlayıp Paris'in merkezine kadar yayıldı. Geçit törenindeki yürüyüşçüler evinin penceresinde oturan Hugo'nun onuruna altı saat yürüdü. Törendeki her santim ve detay Hugo içindi; resmi rehberler bile Sefiller'deki Fantine'nin şarkısına bir gönderme olarak peygamberçiçeği takmışlardı. Ayın 27'sine gelindiğinde Avenue d'Eylau'nun adı Avenue Victor-Hugo olarak değiştirildi.Yazara gönderilen mektuplarda bile artık « Bay Victor Hugo'ya, Onun Paris'teki caddesine » şeklinde adres belirtiliyordu.
Victor Hugo 22 Mayıs 1885'te 83 yaşındayken zatürreden öldü. Ülkeye bir yas havası hakim oldu. O sadece saygı duyulan önemli bir edebi figür değil aynı zamanda Fransa'da Üçüncü Cumhuriyet'e ve demokrasiye yön veren bir devlet adamıydı. Zafer Takı'ndan gömüleceği Panthéon'e kadar götürüldüğü Paris'teki cenaze törenine iki milyondan fazla insan katıldı. Hugo, Panthéon'da Alexandre Dumas ve Émile Zola gibi önemli yazarlarla aynı yerde yatıyor. Fransa'da pek çok büyük yere onun adı verildi.
Hugo ölmeden önce arkasında son sözleri olarak yayınlanacak beş cümle bıraktı;
« Je donne cinquante mille francs aux pauvres. Je veux être enterré dans leur corbillard.
Je refuse l'oraison de toutes les Eglises. Je demande une prière à toutes les âmes.
Je crois en Dieu. »
("Fakirlere 50.000 frank bırakıyorum. Mezarlığa onlara mahsus cenaze aracı ile nakledilmek istiyorum.
Hiçbir kilisenin benim için ayin yapmasını istemiyorum. Bütün ruhlardan benim için dua etmelerini rica ediyorum.
Tanrı'ya inanıyorum.")

Eserleri

Şiirleri

  • Odes et poésies diverses (1822; Odlar ve Çeşitli Şiirler)
  • Nouvelles Odes (1824; Yeni Odlar)
  • Odes et Ballades (1826; Odlar ve Baladlar)
  • Les Orientales (1829; Doğulular)
  • Les Feuilles d'automne (1831; Sonbahar Yaprakları)
  • Les Chants du crépuscule (1835; Şafak Türküleri)
  • Les Voix intérieures (1837; Gönülden Sesler)
  • Les Rayons et les Ombres (1840, Işınlar ve Gölgeler)
  • Les Châtiments (1853; Azaplar)
  • Les Contemplations (1856; Düşünceler)
  • La Légende des siècles (1859, 1877, 1883; Yüzyılların Efsanesi)
  • Les Chansons des rues et des bois (1865; Sokak ve Orman Şarkıları)
  • L'Année terrible (1872; Korkunç Yıl)
  • L'Art d'être grand-père (1877; Büyük Baba Olma Sanatı)
  • Le Pape (1878)
  • La Pitié suprême (1879)
  • L'Âne (1880)
  • Religions et religion (1880)
  • Les Quatre Vents de l'esprit (1881; Usun Dört Rüzgarı)
  • La Fin de Satan (1886; Şeytanın Sonu)
  • Toute la Lyre (ös 1888, 2 dizi; 1893, 1 dizi; Bütün Lir)
  • Dieu (1891; Tanrı)
  • Les Années funestes, 1852-1870 (ös 1898; Uğurusuz Yıllar: 1852-1870)

Romanlar

  • Han d'Islande (1823; İzlanda Hanı)
  • Bug-Jargal (1818)
  • Le Dernier Jour d'un condamné (1829; İdam Mahkûmunun Son Günü)
  • Notre-Dame de Paris (1831; Notre Dame'ın Kamburu)
  • Claude Gueux (1838)
  • Les Misérables (1862; Sefiller)
  • Les Travailleurs de la mer (1866; Deniz İşçileri)
  • L'Homme qui rit (1869; Gülen Adam)
  • Quatrevingt-treize (1874; Doksan Üç İhtilali)

Oyunlar

  • Cromwell (1827)
  • Amy Robsart (1828)
  • Hernani (1830; Hernani)
  • Marion de Lorme (1831; Marion de Lorme)
  • Le roi s'amuse (1832; Kral Eğleniyor)
  • Lucrèce Borgia (1833)
  • Marie Tudor (1833)
  • Angelo, tyran de Padoue (1835; Padova Tiranı Angelo)
  • Ruy Blas (1838; Ruy Blas)
  • Les Burgraves (1843; Derebeyler)
  • Théâtre en liberté (1886; Özgürlükte Tiyatro)

Diğer

  • Le Rhin (1842; Ren)
  • Napoléon le Petit (1852; Küçük Napolyon)
  • Actes et paroles - Avant l'exil (1841-1851; 1. c. Eylemler ve Sözler - Sürgünden Önce)
  • Actes et paroles - Pendant l'exil (1852-1870; 2. c. Eylemler ve Sözler - Sürgünden Sonra)
  • Actes et paroles - Depuis l'exil (1870-1885; 3.-4. c. Eylemler ve Sözler - Sürgünden Bu Yana)
  • Histoire d'un crime (1877; Bir Suç Öyküsü)
  • Alpes et Pyrénées (ölümünden sonra 1890; Alpler ve Pireneler)
  • La France et la Belgique (ölümünden sonra 1894; Fransa ve Belçika)
  • Choses vues (ölümünden sonra 1887-1899, 2 cilt; Görülen Şeyler)

İbrahim Çallı

 

İbrahim Çallı (d. 13 Temmuz 1882, Çal, Denizli - ö. 22 Mayıs 1960 İstanbul), Türk ressam.

Yaşamı

Rüştiyeyi doğum yeri olan Çal’da, Mülki İdadisini ise İzmir’de bitirdikten sonra, ailesi tarafından askeri okula girmek üzere İstanbul’a gönderildi. Ancak; o, çocukluğunun tutkusu olan resim çalışmalarına yönelerek, o dönemde konaklamak için kaldığı handa konaklayan ve resim dersi alan Vefa İdadisi öğrencilerinin arasına katılarak resim dersleri almaya başladı. Parasını çaldırıp maddi sıkıntı içine girince arzuhalcilik ve daha sonra adliyede kâtiplik gibi farklı işlerde çalıştı. Ermeni asıllı bir ressamla tanıştı ve ondan resim dersleri aldı. Ressam Roben Efendi’den de resim dersleri alan Çallı, Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzet Bey’le tanıştı. İzzet Bey’in aracılığı ile Şeker Ahmet Paşa’nın önerisi üzerine 1906 yılında şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan dönemin Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi. Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi.
İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan değişikliklerle birlikte, toplumun tüm kesimlerinde hemen hemen her alanda siyasal, sanatsal ve düşünsel yönden haklar verilince; Ressam Ruhi’nin önerisiyle çoğunluğu Sanayi-i Nefise Mektebi mezunu Sami Yetik, Şevket Dağ, Hikmet Onat, Agah Bey, Mehmet Ruhi Arel, Ahmet Ziya Akbulut, Halil Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Nazmi Ziya Güran, Hüseyin Avni Lifij, Feyhaman Duran, Mehmet Ali Laga ve Müfide Kadri gibi genç ressamlardan oluşan ve Türk ressamlarının ilk örgütü olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin üyesi oldu

İbrahim Çallı'nın Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi önünde bulunan anıtı

1910 yılında Maarif Vekaleti’nin açmış olduğu burs sınavını birinci olarak Çıplak Adam ve Harekat Ordusunun Muhafız Alayı'ndan Maksut Çavuş adlı çalışmalarıyla kazandı ve Fransa’ya gönderildi. 1910 ile 1914 yılları arası Paris’te Fernand Cormon’un atölyesinde öğrenimini sürdürdü.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yurda döndü. Vallaury’nin yardımcısı olarak Sanayi-i Nefise Mektebi’ne atanan sanatçı, müttefik ülkelere Türk toplumunun değişen yüzünü sanat yoluyla aktarmak amacıyla gerçekleştirilen “Şişli Atölyesi” etkinlikleri kapsamında ürettiği çalışmarının Viyana ve İstanbul sergilerinin 1917 yılında altı eseriyle katıldığı İstanbul sergisinde “Sanayi-i Nefise Madalyası” kazandı. 1914 Kuşağı onun adıyla “Çallı kuşağı” olarak anıldı.
Çallı'nın, iyi sanatçı olmanın yanı sıra iyi bir öğretmen olduğunu da yetiştirdiği öğrencilerden anlamak olasıdır. Şeref Akdik, Refik Epikman, Saim Özeren, Elif Naci, Mahmut Cuda, Muhittin Sebati, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu yetiştirdiği öğrenciler arasında gösterilebilir.
1947 yılında emekli olan ve 22 Mayıs 1960 yılında mide kanaması sonucu İstanbul’da yaşamını yitiren Çallı'yla Son Buluşmayı Hasan Âli Yücel, ölümünden sekiz gün sonra, 30 Mayıs 1960'ta kaleme aldığı "Dostum Çallı" yazısında, şöyle anlatıyor:
"Onu son defa Taksim civarında görmüştüm. O şakacı Çallı, benimle uzun bir seyahate çıkacakmış gibi içli içli konuştu. Sesi, kederli bir inilti kadar ihtiyar ve bitkin, titriyordu. Ayrılırken öpüştük, aksi yönlere yürüdük. Garip iç dürtüsüyle arkama döndüm, ne göreyim, o da bana bakıyordu. Birbirimizi bir kere daha selamladık."

“Zeybekler”e düzeltme


Atatürk'ün "Biz ekmek bulamıyorduk. Bu atlar nasıl böyle semirmiş" dediği Zeybekler Kurtuluş Savaşında adlı tablosu

Yeniden sergilemeye açılan Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi İbrahim Çallı Salonu’nda 1914 kuşağı sanatçılarının resimleri yer alıyor. İbrahim Çallı’nın Zeybekler tablosu'nun özel bir öyküsü bulunmaktadır. Aynı zamanda Osman Hamdi’nin asistanı da olan Çallı, Atatürk’ün isteği üzerine Etnoğrafya Müzesi’nde bir sergi açar. Bu sergide de yer alan “Zeybekler” tablosunu gören Atatürk, Çallı’ya döner ve “Biz Kurtuluş Savaşı’nda yemeye ekmek bulamıyorduk, senin resmindeki atlar nasıl semirmiş böyle?” diye sorar. Usta ressam malzemelerini alır ve tablosundaki atı bir deri bir kemik hale getirir

Çalışma üslubu

Yrd. Doç. Dr. Özand Gönülal, İbrahim Çallı’nın resimlerini, genel olarak "manzara, natürmort, nü, ve portreler olmak üzere gruplandırmak mümkündür" diyor; ve devamla: "Manzara"  resimlerine baktığımızda panoramik doğa görüntülerinin yanı sıra şehir kesitlerini ve “balıkçılar” resminde olduğu gibi, doğa içinde günlük yaşam öykülerini bulmak mümkündür."
"Adalardan" adlı resminde olduğu gibi panoramik anlayışa sahip olmasına karşın komposizyonu oluşturan biçimlerin daha belirgin vurgulanmasını sağlamıştır. Şehir kesitlerini yansıttığı resimlerinde, belgesel niteliğinde bir yaklaşım sergilenmiştir. “Bursa Türbeleri” adlı resim bu yaklaşımın önemli bir örneğini oluşturmaktadır."
"Balıkçılar" adlı çalışmasında, resim yüzeyine tamamen hakim olan kayık ve içinde bulunduğu denizin ilişkisi, bir görüntü oluşturmaktan çıkmış, yaşamdan alınmış bir zaman diliminin dinamik karakterini belirgin bir şekilde yansıtmaktadır. Buna karşın kayıktaki figürlerin sahip olduğu biçim statik bir yapıyı yansıtmasına karşın, lekesel değerler sayesinde hareketin varlığını sergilemektedir. Fırça vuruş biçimi ve farklı renk lekeleriyle kayığın içinde bulunduğu denize çırpıntılı bir karakter katarak izleyicinin derinliklerinde bir heyecan oluşmasını sağlamıştır. Resim yüzeyinde kullandığı renk skalası içerisinde yer alan çarpıcı renkleri, kayığın üzerinde topluyor olması, dikkati insan varlığının gün içerisinde yaşadığı zorlu bir yaşam kesitine çekmeye çalıştığı izlenimi yaratmaktadır."

İbrahim Çallı, Manolyalar

"Natürmort", İbrahim Çallı’nın yaratı süreci içerisinde farklı bir yere sahiptir. Bu resimlerinde kullandığı ışık ve bununla belirginleşen lekesel değerler ile renk skalası yaşam derinliğine kökleri uzanan bir tutkunun varlığına işaret etmektedir. Bu eserlerinde ölü bir doğa resmetmesine karşılık, kompozisyon düzeni ve fırça vuruşlarıyla yaşama ilişkin bir dinamiği yakalamak mümkündür."
"1Ay Çiçekleri" adlı resmi ile, Van gogh’un "Ay çiçekleri" arasında bir ilişki kurulmaya çalışılsa da İbrahim Çallı ruhsal bir çöküntünün değil, yaşam serüveninin dışa vurumunu gerçekleştirmiştir. Özellikle komposizyonun solunda yer alan ayçiçeğinin üzerine düşen gün ışığı ve gerilmiş taç yaprakları, ölümün suskunluğunu değil yaşamın heyecanını betimlemektedir.
İbrahim Çallı’nın portreleri diğer resimlerine oranla biçim kaygısını daha fazla taşıdığı çalışmalarıdır. Ancak bu çalışmalar arasında da portresini yaptığı kişiye göre değişerek kullanılan resimsel dile ait ifadeyi görmek mümkündür. Örneğin: Celal Bayar’ın portresinde kişisel kimliğin yansıtılmasının dışında, giyinişi ve genel duruşuyla devlet adamı ciddiyetini yansıtacak biçimsel kuralcılık uygulanmışken, Neyzen portresinde izlenimciliğe ilişkin lekesel değerler ve fırça vuruşları daha serbest gerçekleştirilmiştir.
İbrahim Çallı’nın çıplak kadın resimlerinde, figür mekân ilişkisi ön plana çıkmaktadır. Her ne kadar figür ön planda olsa da mekân içerisindeki diğer unsurlarda aynı etki ile izleyicinin karşısına çıkmaktadır. Bu resimlerde yer alan kadın figürlerinde zaman zaman duygusal boyutun yansımasını vücut biçimlerinde görmek mümkündür.
Sonuç olarak 1914 kuşağı ressamları arasında bu gruba adını verecek kadar ön plana çıkan İbrahim Çallı, Türkiye Cumhuriyeti’nin resim alanında batı anlayışına yönelik bir sürece girmesinde önemli itici güçlerden birisi olmuştur. Çalışmalarının tümünde gözlemlenen izlenimci anlayış, Avrupa’nın resim uygulamalarında görülen izlenimcilik akımının kurallarını sıkı sıkıya uygulamaktan çok, kendine özgü bir karakter sergileşmiştir. Bu karakter Çallı’nın komposizyonu oluşturan unsurların seçiminde ve resimsel dili oluşturmasındaki tavrı ile ortaya çıkmaktadır.

Eserlerinden bazıları


İbrahim Çallı, Hatay'ın Anavatana Hasreti

Devlet Resim ve Heykel Sergileri’ne aralıklı, ancak; Galatasaray Sergileri’ne düzenli katılan Çallı’nın bazı eserleri şöyle sıralanabilir:
  • Defli Kadın
  • Zeybekler
  • Arzuhalci*
  • Mevleviler
  • Boğaziçinden Peyzaj
  • Balıkçı
  • Gül Koklayan Kadın
  • Bir Balo Gecesi
  • Hatay’ın Anavatana Hasreti
  • Adada Sabah Gezintisine Çıkan Kadınlar
  • Moda Deniz Hamamı
  • Tefli Kadın
  • Dolmabahçe Sarayı'ndan
  • Balıkçılar
  • Manolyalar
  • Çayır ve Evler
  • Sandalyede oturan çıplak kadın
  • Çıplak Yatan Kadın
  • Türk Topçuları
  • Atatürk Portresi
  • İsmet İnönü
  • Yıldız Parkından Boğaza bakış
  • Göksu Deresi
  • II. Selim Türbesi
  • Osman Hamdi Bey
  • Heykeltraş İhsan Bey'in profil Portresi
  • Dikiş Diken Kadın
  • Bahçede Kadın
  • Erkek Portresi
  • Yeşil Elbiseli Kadın "Bayan Vicdan Moralı'nın Portresi
  • Kadın Portresi
  • Şair Yahya Kemal'in Portresi
  • Demiryolu ve Köylüler
  • Uzanmış Nü
  • Portre (Çallı'nın kızı Belma)
  • Avluda oturanlar

Günümüzde eserleri

14 Aralık 2014 tarihinde İstanbul'da düzenlenen müzayede de Çallı'ya ait 1913 tarihli Avluda oturanlar eseri 2 milyon 460 bin liraya satılmıştır. Bu eser bu tarihe kadar satılan en yüksek tutarlı Çallı tablosu oldu.

19 Mayıs 2015 Salı

Clara Josephine Wieck (clara Schumann)

Clara Josephine Wieck (13 Eylül 1819, Leipzig - 20 Mayıs 1896, Frankfurt), Romantik Dönem'in önde gelen piyanist ve bestecilerinden. 61 yıllık konser kariyeri boyunca piyano konserlerinin format ve repertuvarında önemli değişikliklere öncülük etmiştir. Romantik Alman besteci Robert Schumann ile evliliğinden sonra Clara Schumann adını kullanmıştır, ancak evliliğinden önce Clara Wieck olarak da kayda değer bir üne sahipti.
Clara Josephine Schumann Leipzig'de doğdu. Babası Friedrich Wieck tanınmış bir müzik pedagogu ve piyanistti. İlk derslerini babasından aldı. Robert Schumann'la 1840'da evlendiler. On yıl sonra besteci Schumann akıl hastalığına yakalanarak öldü. Özellikle büyük besteci Johannes Brahms'a yakın bir dostlukla bağlıydı. Bir yandan konserler veriyor, bir yandan öğretmenlik yapıyordu. 1878'den 1892'ye kadar Frankfurt yüksek konservatuvarında piyano profesörlüğü yaptı ve orada öldü. Clara besteci olarak Robert Schumann'a "Rückert Lied"lerinden op. 12, 4 ve 11 numaralılarını bestelemiş, ayrıca piyano eserleri, bir piyano konçertosu ve oda müziği eserleri bırakmıştır.

5 Mayıs 2015 Salı

İvan Ayvazovski







İvan Ayvazovski (Rusça: Иван Константинович Айвазовский / Ivan Konstantinovich Ayvazovskiy, Ermenice: Հովհաննես Այվազովսկի / Hovhannes Aivazovsky, Hovhannes Ayvazyan), (d. 29 Temmuz 1817; Feodosya - ö. 5 Mayıs 1900; Feodosya), eserlerinin yarıdan fazlasının konusu deniz manzaraları olan Ermeni asıllı Rus ressamdır.

Yaşamı

Kırım'da bir Karadeniz liman şehri olan Feodosiya'da Ayvazyan soyadını taşıyan yoksul bir Ermeni ailesinde dünyaya geldi. Simferopol Lisesi'nde iken resim yeteneğinden ötürü 16 yaşında Çar I. Nikolay'ın emriyle St. Petersburg Akademisi'ne alındı. 1836'da akademiden mezun olduktan sonra devlet tarafından Avrupa'ya gönderildi. Yıllar süren seyahatleri sırasında birçok ülkede sergileri açıldı, çağın en yetenekli Rus ressamı olarak ün kazandı.
1844'te Rusya'ya dönüşünde Rus Donanması'nın resmi ressamlığı görevine atandı. Bu görevi dolayısıyla yaşamı boyunca çok sayıda deniz ve gemi resmi yaptı.
1845'te geldiği İstanbul'da Sultan Abdülmecit tarafından Beylerbeyi Sarayı'nda kabul edildi. 1845-1890 arasında İstanbul'a toplam dört ziyaret yaptı. 1874'teki ziyaretinde Mimarbaşı Sarkis Balyan'ın Kuruçeşme Adası üzerinde bulunan ikametgâhında bir ay kadar misafir olarak Sultan Abdülaziz'in Dolmabahçe Sarayı için sipariş ettiği tabloları hazırladı. 1890'daki son ziyaretinde Sultan II. Abdülhamid'in huzuruna kabul edilerek padişaha iki tablosunu hediye etti.
Beşbinin üzerinde eseri olan Ayvazovski'nin tablolarının büyük bir kısmı St. Petersburg, Moskova ve Erivan devlet müzelerinde sergilenmektedir. 30 kadar eseri Türkiye'de Dolmabahçe Sarayı, Deniz Müzesi, Askeri Müze, Fener Rum Patrikhanesi ve İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi'nin koleksiyonlarında bulunmaktadır.



http://5162cb.tumblr.com/post/118188281460/ivan-ayvazovski-rusca

Aivasovsky Ivan Constantinovich storm 1886 IBI.jpghttp://5162cb.tumblr.com/post/118188281460/ivan-ayvazovski-rusca

By İvan Ayvazovski - http://www.artrenewal.org/, Kamu Malı, https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=913

1 Mayıs 2015 Cuma

Antonín Dvořák

 



Antonín Dvořák (Türkçe okunuşu; Antonin Dvorjak) (d. 8 Eylül 1841 – ö. 1 Mayıs 1904 Prag). Çek, geç romantik dönem, klasik batı müziği bestecisi ve keman ve org virtüözüdür.


Yaşamı

Bohemya’da Prag yakinlarinda olan "Nelahozeves" kasabasinda 8 Eylül 1841’de bir kasabın oğlu olarak dünyaya geldi.
Bedřich Smetena’nın müziğini işittiğinde besteci olmaya karar verdi. Sonunda, Smetana’nın orkestra şefi olduğu Prag Ulusal Tiyatrosu’nda viyolacı oldu. Bestelerini üretebilmek için 1873’de orkestradan ayrıldı ve 1 yıl içinde Avusturya ulusal ödülünü alan 3 numaralı senfonisini yazdı ve jüride yer alan Johannes Brahms’ın takdirini kazandı.
1878’de Dvořák’ın ünü dünyaya yayılmıştı. Sadece Brahms’ın değil, eserlerini konserlerinde ve turnelerinde seslendiren Richard Wagner, Edward Elgar gibi bestecilerin de desteğini aldı. Bu dönemde defalarca İngiltere’ye gitti. Prague Konservatuarı’nda profesör oldu, Cambridge Üniversitesi’nden onursal doktora aldı; New York’taki Ulusal Müzik Konservatuarı’nın yöneticiliğine getirildi. Yurt sevgisinden ötürü Amerika’dan gelen teklifi başlangıçta kabul etmediyse de Prag’daki işinden kazandığının 25 katının ödeneceğini öğrenince fikrini değiştirdi.
3 yıl ABD’de yaşayan Dvořák, çok verimli bir dönem geçirmesine rağmen büyük vatan özlemi yaşadı. Bu özlemin etkisiyle eserlerinde Amerikan folk geleneklerinin öğelerini kullandığı söylenir. "Yeni Dünya Senfonisi"nde de Amerikan yerlilerinin melodilerini tema olarak almış ancak bu tematiklik Dvořák' ın düşüncelerindeki tahminsel ve kurgusal bir üretim olmuştur, özellikle bu eserdeki "Amerikan folk müziği" Dvořák' ın kendi tasarısı olan bir üründür. 1895’te ailesiyle birlikte yurduna döndü ve Prag Konservatuarı’ndaki görevine geri geldi. 1901’de konservatuarın yöneticisi oldu. 1904’te bir İnme sonucu öldü.
En popüler eseri "9. Senfoni"dir. Bu eserin popülerliği sebebiyle uzun zaman diğer eserleri gözardı edilmiştir. Brahms etkisinin açıkça görülebildiği 8 numaralı Sol Majör Senfonisi de oldukça popülerdir. 7 numaralı Re minör Senfonisi en önemli eserlerindendir. Çello Konçertosu No:2 ve Keman Konçertosu, en önemli konçertolarıdır. Bestelediği 10 opera arasında ise Rusalka başyapıtıdır ve yurtdışında tanınmasını sağlamıştır. Bununla birlikte senfonik şiirleri (Vodnik, Polednice) orkestral müziği açısından önemli yapıtlarıdır.

Necdet Tosun

 



Necdet Tosun (3 Ağustos 1926, Balıkesir - 10 Mayıs 1975, İstanbul), Türk oyuncu.
Lokantacılık, leblebicilik yapan ve en son terzide çalışırken, çekim için Burhaniye'ye gelen bir film ekibinin dikkatini Tosun'un fiziği çeker, İstanbul'a davet edilmesi üzerine sanat hayatına başlar. Burhaniyeli olan sanatçı 400'e yakın filmde rol almıştır. Gürdal Tosun ve Erdal Tosun kardeşlerin babasıdır. Birçok filmde, şişman güleryüzlü "aşçı" rolünü canlandırdığı sevecen tipiyle izleyicinin sempatisini kazanmıştır.
Aynı zamanda çok çalışkan olan Tosun'un sinemada yıllarca başarılı olmasını bu iki unsur sağlar. Necdet Tosun, sinemada siyah-beyaz döneme ve dolayısıyla Türk sinemasının komedi filmlerine damgasını vurur.
Erdal ve Gürdal isimli iki oğlu olan oyuncu, iş dolayısı ile Almanya
'ya gittiğinde geçirdiği bir trafik kazası sonucu, İstanbul'a getirildikten 13 gün sonra, 10 Mayıs 1975'te yaşama veda eder.

Önemli rolleri

'Yasemin'in Tatlı Aşkı', 'Fadime', 'Fatoş Sokakların Meleği' ve 'Veda' filmlerinde aşçı, 'Fakir Gencin Romanı'nda Nuri, 'Babamız Evleniyor'da Necabettin, 'Efkarlı Sosyetede' filminde Şemsi, 'Sevgili Babam'da darbukacı, 'İstanbul Tatili'nde Kahveci Tosun, 'Cambazhane Gülü Fadime'de Hüdaverdi, 'Öksüzler'de paketlerini taşırken cüzdanı çalınan zengin adam, 'Arkadaşlık Öldü mü' filminde bir yandan hastalıktan kıvranırken bir yandan da kendisine ziyafet çeken Hüdaverdi Ağa, 'Oyun Bitti'de oto tamir ustası Kadir, 1973 yapımı 'Acı Hayat' ve 'Yaz Bekarı' filmlerinde otel sahibi, 'Bitirimler Sosyetede' filminde baba, 'Cilveli Kız'da işportacı Tosun, 'Yumurcak'ta Şerbetçi Tosun, 'Yumurcak Küçük Şahit'te kapıcı, 'Yumurcak Köprüaltı Çocuğu'nda Trafik Ahmet, 'Parasızlar'da vapur görevlisi, 'Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'da belediye başkanı...

Filmografisi (kayıtlarda bulunanlar)

  • Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz - 1974
  • Yumurcak / Veda - 1974
  • Ayrı Dünyalar - 1974
  • Yaz Bekarı - 1974
  • Bitirim Kardeşler - 1973
  • Elbet Birgün Buluşacağız - 1973
  • Acı Hayat - 1973
  • Bitirimler Sosyetede - 1973
  • Yumurcak Küçük Şahit - 1972
  • Kanlı Para - 1972
  • İtham Ediyorum - 1972
  • Fakir Kızın Kısmeti - 1971
  • Kavanoz Dipli Dünya - 1971
  • Büyük Acı - 1971
  • Aşkımı Kanla Yazdım - 1971
  • Fadime Cambazhane Gülü - 1971
  • Yağmur - 1971
  • Bebek Gibi Maşallah - 1971
  • Oyun Bitti - 1971
  • Yumurcağın Tatlı Rüyaları - 1971
  • Fadime - 1970
  • Beleşçi Murat - 1970
  • Bir Lokma Ekmek - 1970
  • Hayatımı Mahveden Kadın - 1970
  • İç Güveysi - 1970
  • Saadet Şehri - 1970
  • Kaçak - 1970
  • Yusuf İle Züleyha - 1970
  • İşportacı Kız - 1970
  • Güzel Şoför - 1970
  • Yumurcak Köprüaltı Çocuğu - 1970
  • Yarım Kalan Saadet - 1970
  • Esmerin Tadı Sarışının Adı - 1969
  • Altın Kalpler - 1969
  • Sabah Olmasın - 1969
  • Yumurcak - 1969
  • Muhabbet Kuşu - 1969
  • Hayat Kavgası - 1969
  • Gül Ayşe - 1969
  • Kaldırım Çiçeği 1969
  • Lekeli Melek - 1969
  • Cilveli Kız - 1969
  • Deli Murat - 1969
  • Hırsız Kız - 1968
  • Efkarlı Sosyetede - 1968
  • Son Vurgun (Kurşunların Yağmuru) - 1968
  • Benimle Evlenir misin - 1968
  • Sabahsız Geceler - 1968
  • Yasemin'in Tatlı Aşkı - 1968
  • Son Hatıra - 1968
  • İstanbul Tatili - 1968
  • Gül Ağacı - 1967
  • Korkunç Yumruk - 1967
  • Sevda - 1967
  • Kader Bağı - 1967
  • Parmaklıklar Arkasında - 1967
  • Bekar Odası - 1967
  • Ringo Kazım - 1967
  • Silahlı Paşazade - 1967
  • Garipler Sokağı - 1967
  • Üç Sevdalı Kız - 1967
  • Avare Kız - 1966
  • Kaderin Cilvesi - 1966
  • Bar Kızı - 1966
  • Fabrikanın Şoförü - 1966
  • Kenarın Dilberi - 1966
  • Milyonerin Kızı / İntikam Hırsı - 1966
  • İntikam Uğruna - 1966
  • Korkunç Arzu - 1966
  • Çıtkırıldım - 1966
  • Beyoğlu Esrarı - 1966
  • Sokak Kızı - 1966
  • Bir Ateşim Yanarım - 1966
  • Ölmek mi Yaşamak mı - 1966
  • Tamirci Parçası 1965
  • Fişek Necmi / Kasımpaşa'nın Belalısı - 1965
  • Babasına Bak Oğlunu Al - 1965
  • Berduş Milyoner - 1965
  • Yankesicinin Aşkı - 1965
  • Kalbimdeki Serseri - 1965
  • Şenol Birol Gool - 1965
  • Bekri Mustafa - 1965
  • Oğlum Oğlum - 1965
  • Fakir Gencin Romanı - 1965
  • Serseri Aşık - 1965
  • Babamız Evleniyor - 1965
  • Zennube - 1965
  • Sevişmek Yasak - 1965
  • Aramızdaki Düşman - 1965
  • Mirasyedi - 1965
  • Yumruk Yumruğa - 1965
  • Çiçekçi Kız - 1965
  • Halime'den Mektup Var - 1964
  • Kader Kapıyı Çaldı - 1964
  • Bir İçim Su - 1964
  • Ayvaz Kasap - 1964
  • Asfalt Rıza - 1964
  • Yankesici Kız - 1964
  • Kadın Berberi - 1964
  • Son Tren - 1964
  • Meyhaneci / Can Düşmanı - 1964
  • Ölüm Allahın Emri - 1964
  • Bana Derler Külhanlı - 1964
  • Kaynana Zırıltısı - 1964
  • Dişi Kurt - 1963
  • Çalınan Aşk - 1963
  • Bulunmaz Uşak - 1963
  • Tosun İle Yosun - 1963
  • Bahriyeli Ahmet - 1963
  • Bekarlık Sultanlıktır - 1963
  • Yedi Kocalı Hürmüz - 1963
  • Yaralı Ceylan - 1963
  • Ölüm Bizi Ayıramaz - 1963
  • Makber - 1963
  • Beyoğlu Piliçleri - 1963
  • Yolcu - 1963
  • Yaralı Aslan - 1963
  • Şafak Bekçileri - 1963
  • Çifte Kumrular - 1962
  • Gençlik Hülyaları - 1962
  • Küçük Beyefendi - 1962
  • Dilberler Yuvası - 1962
  • Akasyalar Açarken - 1962
  • Çöpçatan - 1962
  • Günahsız Aşıklar - 1962
  • Aşk Orada Başladı - 1962
  • Çıkar Yol - 1962
  • Kısmetin En Güzeli - 1962
  • Biz de Arkadaş mıyız? - 1962
  • Sokak Kızı - 1962
  • Bir Çiçek Üç Böcek - 1962
  • Kader Yolcusu - 1961
  • Cilalı İbo - 1961
  • Dikenli Gül - 1961
  • Acar Kardeşler - 1961
  • Doğmadan Ölenler - 1961
  • Cambaz Kızın Aşkı - 1961
  • Mor Sevda - 1961
  • Yaman Gazeteci - 1961
  • Şafakta Buluşalım - 1961
  • Seni Benden Alamazlar - 1961
  • Hancı - 1961
  • Camp Der Verdammten - 1961
  • Tatlı Bela - 1961
  • Ayşecik Şeytan Çekici - 1960
  • Can Mustafa - 1960
  • Satın Alınan Adam - 1960
  • Telli Kurşun - 1960
  • Mahallenin Sevgilisi - 1960
  • İçimizden Biri / Ölüm Çemberi - 1960
  • Ayşecik - 1960
  • Kendi Düşen Ağlamaz - 1959
  • Cilalı İbo Casuslar Arasında - 1959
  • Aşkın Gözyaşları / Şoför Ömer - 1959
  • Kaderim Böyle İmiş - 1959
  • Çakır Eminem - 1959
  • Abbas Yolcu - 1959
  • Yavrum İçin - 1958
  • Tütüncü Kızı Emine - 1958
  • Allı Gelin - 1957
  • Üç Garipler - 1957
  • Üsküdar'a Giderken - 1955
  • Katibim - 1956