25 Kasım 2014 Salı

Yunus Emre Oratoryosu


 



Yunus Emre Oratoryosu, Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelenen ve Yunus Emre şiirlerine dayanan Türkiye'nin ilk oratoryosu.

Tarihi

Saygun'un 1942 yılında tamamladığı oratoryo, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün de desteğiyle ilk kez 1946 yılında sahnelendi. İngilizce, Fransızca, Almanca ve Macarcaya çevrilen oratoryo, 1947′de Paris’te, 1958′de New York’ta Leopold Stokowsky yönetiminde Birleşmiş Milletler’de, sonraki yıllarda Budapeşte, Viyana, Bremen, Berlin, Vatikan ve Moskova’da yorumlandı
2012 yılında ise 23 Nisan 2012 tarihinde New York, 25 Nisan 2012 tarihinde Washington'da olmak üzere, TÜRKSOY Senfoni Orkestrası ve 100 kişilik Jonathan Griffith Singers ile birlikte 55 yıl sonra ilk defa Yunus Emre Oratoryosu Amerika Birleşik Devletlerinde sanatseverler ile buluştu.

24 Kasım 2014 Pazartesi

Lemi Atlı


 




Halid Lemi Atlı 1869 yılında İstanbul'da, Üsküdar'ın Sultantepesi semtinde doğdu. Doğumundan bir hafta sonra annesini, iki yaşında iken babasını yitirdi, ablası tarafından büyütüldü. Ablası ile eniştesi, Lemi Atlı'nın iyi bir öğrenim görmesi için çok özen gösterdiler. İlkokuldan sonra önce Fatih, sonra Soğukçeşme Rüştiyesi'ni okudu. 1887 yılında burayı bitirerek "Mülkiye Mektebi"ne kaydoldu ise de bitiremedi. İskender Hoca'dan Arabça, Farsça;bir İtalyan bayan öğretmenden Fransızca dersleri aldı.
Yirmi yaşlarında"Dahiliye Nezareti Mektûbi Kalemi"nde memuriyete başladı. Bir yandan da "Resmî Gazete"de yazarlık yapıyordu. Bazı günlük gazetelerde yazarlık ve muhabirlik yapmıştır. Bir süre İzmir Deniz Ticaret Müdürlüğü'nde çalıştı. Bu yıllar içinde maddî ve manevî çok sıkıntılı bir hayat sürmüştür. "Sine-i sûzanıma âhım yeter"güfteli, Hicaz şarkısının bu yılların üzüntüsünü yansıttığı söylenir. Nihayet 1907 yılında ve otuz sekiz yaşında memuriyet hayatından çekilerek İstanbul'a yerleşti;kendini bütünüyle mûsıkî çaılşmalarına verdi. "Soyadı Kanunu"nun çıkışından sonra "Şizemu" sözcüğünün Türkçe anlamı olan "Atlı" soyadını aldı. Soyu bu sıfatı taşıyan Çerkes sülâlesinden gelmedir.

Eniştesi mûsıkî sever bir kimse olduğundan her on beş günde bir evinde "Küme Faslı" yaptırır;bu toplantılara Kanunî Fenerli Mike, Tanburî Garbis, Kanunî Solak Mihal, Giriftzen Rıza Bey, Santurî Edhem Efendi katılırdı.

Hanendeler ise Beylerbeyli Hakkı Bey, Domates Ahmed Bey, Beylikçi-zâde Sadık Bey, Hafız Yusuf idi. Lemi Atlı bu atmosfer içinde , daha küçük yaşlarında mûsıkî terbiyesi almağa başlamıştı. Bu gibi toplantılarda hazır bulunur, kulaktan öğrendiği eserleri okumağa çalışırdıÇocuktaki yeteneği gören Sadık Bey, ailesine Enderunî Vasıf Bey'den ders almasını tavsiye etti. Hâfız Yusuf konağa meşke gelir, meşkten sonra da o akşamki fasıl için konakta kalırdı. Bu hocasından daha sekiz yaşında iken ilk eser olarak "Taliim düşkün, gamım efzûn, kalbi yâreyim" güfteli Kürdili-Hicazkâr makamındaki bir şarkıyı meşk etti. Bu dersler dört yıl kadar sürmüştür. Böylece on iki yaşlarında mûsıkînin içine bizzat girmiş oldu. Daha sonra Dahiliye nazırı Reşid Mümtaz Paşa'nın aracılığı ile ünlü bestekâr ve hanende Hacı Ârif Bey'le tanıştırıldı. Kendi ifadesine göre Hacı Ârif Bey'in bulunduğu bir mûsıkî toplantısında, Santurî Edhem Efendi'nin eşliğinde

"Humarı yok bozulmaz meclis-i meyhâne-i aşkın"güfteli, Muhayyer makamındaki şarkıyı okurken , karar sırasında Hacı Ârif Bey:

"-Aferin evlâdım !Bir ufak nağme ile tenvir etmişsin. İnşallah zamanın en büyük bestekârı olursun" demiş. Bundan sonra belli günlerde konağa gelen Hacı Ârif Bey, fasıldan önce dersini tamamlar sonra fasla başlardı. Bu çalışmalar Hacı Ârif Bey'in ölümüne kadar sürdü. Üstâdla tanışmasını kendisi şöyle anlatır:

". . . Bir gece evimize şeref bahşeden büyük Hacı Ârif Bey, sesim ile gösterdiğim istidada meclûp olmuş, kendilerinin tâbiri ile sesimin meclûbu olmuş ve her on beş günde bir evimizi şereflendirmeğe ve âcize metodlu bir surette mûsıkî tedrisine başlamıştı. . . . "

Daha sonra Hacı Faik Bey, Hanende Ali Bey, Bolahenk Nuri Bey, Püskülcü Osman Efendi, Hanende Nedim Bey, Hacı Kirami Efendi gibi mûsıkîşinaslardan hayli eser geçti.

En çok beraber olduğu sanatkâr, ünlü hanende ve bestekâr Rifat Bey'di. Reşad Ekrem Koçu'nun verdiği bilgilere göre yaz tatillerini Sarıyer'de birlikte geçirirlerdi. Bu münasebetle Sarıyer'de oturmakta olan Dr. Kadri Bey ile Kanunî İsmail Bey'den Muhayyer-Kürdî faslını meşk etti. Reşad Ekrem Koçu anlatıyor:

"Lemi Bey bir gün Tanburî Reşid Molla'nın evinden bir araba ile Sultansuyu'na gidiyormuş. O sırada bir arabanın içinde Neyzen Aziz Dede'ye rastlamış. Aziz Dede arabanın içinde Segâh makamında bir taksim etmiş, taksime Lemi Bey cevap vermiş, sesine meftun olan Aziz Dede, her gittiği yerde bir fırsatını bulur, Sultan suyu gezisine yoldaş olan (o sesin sihir ve fusûnundan)söz edermiş.

Bir kerresinde de sesini dinleyen Balıkhâne Nazırı Ali Rıza Bey, ".Lemi Bey ! Sen Külhanbeyi Hüseyin Dede'nin boş bıraktığı yeri doldurdun. . . " demiş. Böylece bu gibi ustalardan mûsıkî kültürü ile mûsıkî zevkini geliştiren Lemi Atlı, bu sanatın bilimsel yönünden çok pratik yönleri ile uğraştığından nota öğrenmedi.

Gittikçe gelişen bir sanat hevesi ve kabiliyetinin etkisi ile bestekârlığa çok erken, daha on yedi yaşında başladı. İlk olarak sözleri Reşid Mümtaz Paşa'nın olan Karcığar makamındaki "Hüsnüne etvârı nazın şan senin"şarkısını 1888 yılında besteledi. Bu şarkıyı Hicazkâr makamındaki şarkısı izledi. Lemi Atlı bu Hicazkâr şarkının bestelenişini şöyle anlatıyor:". O tarihlerde henüz yirmi iki yaşında bir delikanlı idim. Devrin Nafıa Nazırı Mahmud Celâleddin Paşa'nın Kuzguncuk'taki yalısında yaz geceleri fasıl mûsıkîsi yapıyoruz. Paşa, ne zaman bir şarkı güftesi hazırlatsa ertesi gün mutlaka bizi davet eder. Fakat, yalıya gelinceye kadar sabredemediğinden, vapurun vükelaya ait yan kamarasına girer, hepimizi etrafına toplayarak şarkısını yüksek sesle okurdu. "

"Yine böyle bir akşamdı;Köprüden kalkan vapurda Paşa ile karşıya geçtik.

(Gel, gel, Lemi Bey) diye yanına çağırdı;hemen koştum, yan kamaraya yerleşince , Paşa cebinden bir kâğıt çıkararak meşhur şarkısını okumağa başladı:

Pembelikle imtizaç etmiş tenin
Sime ya kâfura benzer gerdenin
Ben siyah pırlanta zannettim benin
Görmedim cânânım emsalin senin
Herkes gibi o zamanlar benim de kulağıma çalınmıştı. Paşa'nın (Cânân) adındaki bir cariyesiyle fazlaca meşgul olduğu söyleniyordu. Bu şarkıyı işte besbelli ki Cânân'ı için yazmıştı. Güftenin okuması bitince yüzüme baktı, (Haydi Lemi Bey göreyim seni;yarına kadar bu şarkıya güzel bir beste hazırla) dedi. Temannayı basıp ayrıldım. Ertesi güne kadar kim sabreder !. . . Doğruca Köprü Gazinosu'na. . . . Bir elimde kahve fincanı, öteki elimde kâğıt-kalem. . . .

İki saate varmadan besteyi bitirdim. Akşam vapur dönüşü karşısına çıkıp, (Paşam, beste hazır) deyince şaşa kaldı. Hazırladığım besteyi yan kamarada ağır ağır geçtim. Ertesi sabah bir de ne bakayım, Paşa'nın ağası, elinde pırlantalı bir altın sigara tabakası harıl harıl beni arıyor. Aksi gibi elimde de on para yok. Tabakayı kuyumcunun birine götürüp beş altına sattım. . "

Bu iki eseri ile pek genç yaşında büyük bir ün yaparak mûsıkîşinaslar arasında kendisine iyi bir yer edindi. Bir yandan mûsıkî kültürünü ilerletip şarkı repertuvarımıza yeni ve güzel eserler kazandırırken, bir yandan da asil uslûbu ve güzel sesi ile iyi bir hanende olarak mûsıkî toplantılarına katılıyor, sanat ufkunu genişletiyordu. Gür ve etkili sesi, okuyuş edası ile o zamanki İstanbul'un mûsıkî sever ve sanattan anlayan kesimini kendine meftun etmiş ve "Boğaziçi Bülbülü" sıfatı ile anılır olmuştu. Kendisini dinleyenler, "Akan bir su şırıltısını yâhut şakıyan bir bülbül sesini andıran gırtlak nağmeleri ile okur" diyorlardı. Tanburî Cemil Bey'le okumaktan zevk aldığını anılarında anlatır. İkinci eserinin bestelenişinden sonra, mûsıkîşinas bir devlet adamı olan Mahmud Celâleddin Paşa'dan yakın ilgi ve himaye gördü.

Geleneksel ses icramızın büyük bir ustası olan Lemi Atlı'dan , onun ünlü bir okuyucu olduğu dönemlerde plâkçılık yaygınlaşmış olduğu halde, bir icra örneğinin günümüze gelememiş olması, mûsıkî sanatımız için bir kayıptır. Son bestesi, sözleri Mustafa Nafiz Irmak'a ait, dörtlüğün baş harflerinin adını "Akrostiş" olarak yazdığı şu şarkısıdır:

Leylâ mı nesin ? Ruhumu Mecnûn'a çevirdin
Ey gonca benizlim ne çabuk kalbime girdin ?
Mehtabı erittin gözünün şen seherinde
İçtim o alevden, bana sen aşkı içirdin.
Bütün mûsıkî hayatı boyunca üç yüz kadar şarkı bestelemiş ve bir bölümü de zamanında notaya alınamadığı için unutulmuştur. Şarkı formunun dışında Mahûr makamında bir Saz Semâisi ile bir de "İstiklâl Marşı" bestelemiştir. Böyle olduğu halde eski ustaları ima ederek eserinin azlığından yakınırmış. Bestelerini Leon Hancıyan, Fulya Akaydın, Selâhaddin Pınar, Suat Gün gibi mûsıkîşinaslar notaya almıştır.

Eserlerine güfte seçmekte çok hassas ve usta olan Lemi Bey'in şarkılarında sözlerle melodi âdeta kaynaşmış gibidir. Şarkılarının çoğunun bir hikâyesi vardır. Bir gün Leon Hancıyan'la "Beşiktaş Muhafızı" Hasan Paşa'nın oğlu Said Paşa'nın yalısında verilen bir yemekden sonra aynı odada misafir edilmişler.

Lemi Atlı, Namık Kemal'i rüyasında görmüş. Şair kendisine bir hayli iltifat ettikten sonra "Zevkin ne ise söyle hicab eyleme benden" şiirini Manyasî-zâde Refik Bey'in bestelediğini, bir kez de kendisinin bestelemesini istemiş. Bu iltifata çok sevinen Lemi Bey, rüyasında şiiri Nihavend makamında bestelemiş, uyanır uyanmaz uyumakta olan Leon Hancıyan'ı kaldırarak eserini notaya aldırtmıştır.

Lemi Atlı'nın bestekârlık hüviyetini şu satırlardan okuyalım:

". . . XIX. yüzyılın şarkı bestekârlarının dizi dibinde yetişmiş ve mûsıkî tarhimizin altmış senelik gelenekleri içinde büyümüş olan Lemi Atlı, eskilerin -Bakiyetülselef- dedikleri tipte bir bestekârımızdı. Hacı Ârif Bey, Şevki Bey bestekârlığı zincirinin son halkasıdır. "

"Lemi Atlı'nın şarkılarını dinlerken umûmiyetle hür ve şuh bir lirizmin melodik tezahürlerini duyarız. Fakat, bazen de geçmiş günlerin hülyalı hatıralarını terennüm eden şarkılarında zevkimiz, sanat kaidelerinin biraz ruh ve heyecanı daraltan hendesî köşelerine takılır gibi olur. Fakat hemen ilâve edelim ki, bu bir kusur değil bilâkis ilk emekleme ve gelişme anlarının verdiği bir cüretsizlik ve hız almak için dayanacak bir nokta aramak, bulmak ve sonra her sanatkârın zamanın icaplarına uymak endişesi ve zaruretinden doğan bir keyfiyettir. Nitekim Lemi Atlı, bu intikal devresini pek çabuk atlatmış ve kendini bütün bu icap ve zaruretlerden kurtararak sanatın hür ve temiz heyecanını duymağa ve duyurmağa başlamıştır. Bu geniş, hudutsuz duygu ve heyecan sayesindedir ki, melodi ve ritmler onun sanatkâr varlığının süzgecinden geçtikten sonra yuvarlak, yumuşak bir manzara ve her gönüle sığabilecek bir karakter ve mahiyet almıştır. Rast makamındaki -Bu zevk-u safa. . . -güfteli şarkısının melodik yapısında , bizi daha öncelere , meselâ XVIII. yüzyıldan biraz daha öne götüren, fakat bununla beraber bugünkü zevklere seslenen bir özelliği, başarısı vardır. "

Bestelerini kendi sesi ve okuyuş uslûbuna göre bestelemiş olduğu ileri sürülür. Gerçekten de bu eserlerin icrası için kıvrak bir hançereye sahip olmak gerektiği kabul edilir. Yaşadığı sürece mûsıkîşinaslar ve icrakârlarca büyük saygı duyulmuş, o gün ve bugün de aranan bir bestekâr olmuştur. Mesud Cemil yetmiş beşinci yaş günü için şu telgrafı göndermiş:". . . Yetmiş beşinci yıldönümüz için bütün arkadaşlarımın namına daha uzun ömürler dileriz. Mutlaka yarın sabah Ankara Radyosu'nu dinlemenizi rica ederiz. Hepimiz ellerinizden öperiz. "

Münir Nureddin Selçuk'un aşağıdaki mektubu da aynı özellikte:"Muhterem Lemi Bey'ciğim, lûtfedilen yeni şarkınızı aldım;çok teşekkür ederim. Bu yeni doğmalar inşallah diğerleri gibi size hayırlı evlat olurlar. Ben de onların neşvenümasına müsadeleriyle ihtimam edeceğim. Ve size onların tatlı ses ve nağmelerini dinletmeğe çalışacağım. Bu vesile ile size yeni tarzda yazılmış bugünkü halkın çabuk sevip anlayacağı bir-iki güfte takdim edeceğim. Bunların da sây-i üstâdelerinde ve güzel zevkinizle pek güzel, câzibeli hayrülhalef yetişeceklerine kuvvetle itimadım vardır. "

Eserlerine çağdaşı olan şairlerin, bazen Divan Edebiyatı şairleri ile Vecdi Bingöl'ün şiirlerini seçmiştir.

Yaratılış itibariyle son derece terbiyeli, mültefit, nazik, alçak gönüllü bir kimse olan Lemi bey, kendine "Üstadım" diyenlere, büyük bir mahcubiyetle üstad olmadığını, mûsıkîde amatör bir kimse olduğunu söylermiş.

Başından dört evlilik geçen ve bu evliliklerden çocuğu olmayan Lemi Atlı, yaşamış olduğu duyguları şarkılarına da yansıtmıştır. Meselâ:Kürdili-Hicazkâr makamındaki sözleri "Nazlandı bülbül güller sarardı" olan şarkıda bunları hissetmek mümkündür.

Bir süre Kanlıca ve Rumelihisar'ında oturduktan sonra , ömrünün son yıllarını Suadiye'de yeğenlerinin yanında geçirdi. Küçükağa sokağında olan bu eve Selâhaddin Pınar, Nuri Duyguer, Fevzi Aslangil, Sadi Hoşsses, Dr. Hamid Hüsnü Bey, Bedriye Hoşgör, Melek Tokgöz, Ârif Sami Toker gibi sanatkârlar devam ederdi. Ölümüne yakın bir tarihe kadar isteyene ders vermiştir. Söylenenlerin aksine son yıllarını oldukça rahat ve huzur içinde geçirmiştir. Yakın dostu Kemal Niyazi Seyhun'la dolaşır, Çamlıca'ya gider, Setbaşı gazinosunda fasıl dinler, orada bulunduğunu hisseden gazino sanatkârları fasla çeki düzen verir ve dikkatli olurlardı. Lemi Atlı 25 kasım 1945 tarihinde hayata gözlerini yumdu;Erenköy mezarlığında toprağa verildi.

20 Kasım 2014 Perşembe

Anna Karenina

 




Anna Karenina (Rusça: Анна Каренина; ˈanə kɐˈrʲenʲɪnə), (Bazen Anna Karenin olarak ingilizceleştirilir) Lev Tolstoy tarafından yazılmış, Rus Habercisi'nin 1873-1877 yılları arasındaki döneminde, bölümler halinde basılmış romandır. 125 farklı yazarın belirlediği bir listede zamanımıza kadar yazılmış en iyi roman olarak görülmüştür.
Eser, 1870'lerin Rusya'sında, toplumun üst sınıfına mensup kimseler arasında yaşanan birbirinden bağımsız iki aşk macerasını anlatır. Olaylar Moskova'da, Petersburg'da ve asilzadelerin yazlık malikanelerinde geçer. Romanda dürüst bir evliliğin mutluluğu ile yasak bir ilişkinin düş kırıklıkları karşılaştırılır; sadakat, tutku, kıskançlık gibi temalar işlenir; bir yandan da o dönemde Rusya’da kadınların durumu, eğitim reformu gibi konular dile getirilir.

Özet[

Romanın başlangıç cümlesi:
Все счастливые семьи похожи друг на друга, каждая несчастливая семья несчастлива по-своему.. (Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.)

Romanın baş karakteri Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup şık ve güzel bir kadındır. Yüksek bir devlet memuru olan Aleksey Aleksandroviç Karenin ile evli ve bir çocuk sahibi olan Anna Karenina'nın sevgisiz ve monoton bir evlilik hayatı vardır.
Anna Karenina bir gün, eşini aldattığı ortaya çıkan ağabeyi Prens Stepan Arkadyaviç'in (Stiva) Moskova'daki evine, karı-kocayı barıştırmak üzere gider ve orada Vronski adlı bir genç kont ile tanışır. Vronski, Stiva'nın eşi Darya Aleksandrovna (Doli)'nın kızkardeşi Prenses Yekaterina Aleksandrovna Şçerbatski (Kiti)'ye kur yapan bir gençtir. Kiti, kendisine evlenme teklif eden Konstantin Dmitriyeviç Levin adlı bir başka genci, Vronski nedeniyle reddetmiştir. Levin ve Vronski arasında kararsız kalan Kiti, sade bir çiftçi olan Levin yerine parlak geleceği olan Vronski ile evlenmesini uygun bulan annesinin etkisiyle Levin'in teklifini geri çevirmiştir. Levin, köyüne dönüp Kiti'yi unutmaya çalışır. Ne var ki Vronski, Anna ile tanıştıktan sonra Kiti'ye ilgisini kaybeder, Anna'ya kur yapmaya başlar. Vronski'nin ilgisini kaybetmesi ve ona karşı karşılıksız sevgi uğruna değer verdiği Levin'i yitirmesi, Kiti'nin üzüntüden hastalanmasına sebep olur. Ailesiyle birlikte gittiği bir Alman kaplıcasında sağlığına kavuşur ve Vronski'ye olan duygularını unutur.
Anna kendisi ile birlikte Moskova'dan Petersburg'a dönen ve aşkın ilanı eden Vronski'ye kayıtsız kalamaz. Dedikodulara aldırmadan genç kont ile aşk yaşar ve bu ilişkisinden hamile kalır. Petersburg'da katıldığı bir engelli at yarışından hemen önce bu haberi alan Vronski yarışta atının tökezlemesi sonucu feci biçimde düşer. Yarışı kocasının uzaktan gözlemi altında izlemekte olan Anna, sevdiği adamın öldüğünü düşünür ve yarışmadan sonra heyecanla kocasına Vronski ile yaşadığı aşkı itraf eder. Karenin, bu itirafa rağmen itibarının sarsılmaması için boşanmayı reddeder ve Anna'dan bu ilişkiye son vermesini ister. Fakat Anna her şeye rağmen ilişkisine devam edince boşanma kararı alan Karenin, karısının çocuk doğurduğu ve ölmek üzere olduğu haberi üzerine onunla barışır; hem onu hem Vronski'yi affeder. Vronski, utancından kendisini öldürmek düşüncesine kapılır ve silahla kendisini yaralar. Bir süre sonra Anna da, Vronski de iyileşecek, Anna kocasından ayrılıp bu evlilikten olma oğlunu ona bırakmaya; Vronski'den olma kızını yanına almaya; Vronski ise ordudan ayrılmaya karar verir. İki sevgili İtalya'ya kaçıp bir süre gözlerden uzakta yaşar.
Bu arada Doli, çocukları ile birlikte Levin'in köyüne yakın bir köyde yazı geçirmeye gider. Burada verdiği uğraşların ardından, Levin'in Kiti ile evlilik umudu artar. Moskova'da bir davet sırasında Kiti'ye yeniden evlenme teklif eden Levin sonunda mutluluğuna kavuşur. Çift evlenir, mutlu bir evlilikleri ve bir çocukları olur.
Oğlunun özlemi ile Avrupa'dan dönen Anna ise Rusya'da toplumdan dışlanır; gittikçe huysuz, kıskanç bir kadına dönüşür ve Vronski ile arası bozulur. Gittikçe içe-dönük bir kişi olan Vronski'nin artık kendisini sevmediği düşüncesiyle bunalıma giren Anna, yaptıklarından büyük bir pişmanlık duyar ve intihar eder. Anna'nın ölümünden sonra ruhsal çöküntü yaşayan Vronski ise çareyi orduya gönüllü yazılmakta bulur.

Savaş ve Barış

 



Savaş ve Barış (Rusça: Война и мир, Voyna i mir), Napolyon
döneminde geçen Rusya ve Fransa arasındakı çekismeli savaşı anlatmasının yanında saray hayatı ve saray insanlarının bulundukları konumlardan nasıl değişikliğe uğradıgı da anlatılmaktadır.

Kurgu

Yapıtın isminde yer alan savaş Rusya ile Fransa arasındaki bitmek bilmeyen savaşlar, barış ise kişiler arasında yaşanan aşklar olarak kurgulanmıştır.

Gelişim

  • Piyer’in babasının hastalanıp ölmesi.
  • Savaş hazırlıklarının yapılması ve savaşın başlaması.
  • Piyer ile Helen’in evlenmesi.
  • Andrey’nin esir düşmesi.
  • Piyer’in Dolohov ile düello yapması.
  • Prens Andrey’nin dönüşü ve Prenses Lisa’nın ölümü.
  • Kont Piyer’in Kontes Helen'i tekrar kabul etmesi.
  • Andrey'in Nataşa'ya aşık olması.
  • Nataşa’nın Anatol’a aşık olması.
  • Savaşın tekrar başlaması.
  • Andrey'in tekrar ortaya çıkması.
  • Piyer’in esir düşmesi.
  • Andre’nin ölümü.
  • Nataşa ile Piyer’in evliliği.
  • Nikola ile Mari’nin evlenmesi.

Karakterler

Piyer


İri yapılı, cesur bir adamdır, fakat biraz çekingendir. Babası Prens Bezukof’un nikahsız bir kadından olma çocuğudur. İlk olarak Elen’i sevmekteydi fakat daha sonra Nataşa’ya değişik duygular hissetmeye başlamıştır. Fakat Andre’den dolayı ona açılamamaktadır. Karısının ölümünden sonra ona daha da aşık olmaya başlamıştır. Andre öldüğünde evlenmişlerdir.

Andrey

Kısa boylu cesur ve akıllı bir askerdir. Prenses Liza ile evlidir. Karısı doğururken öldükten sonra Nataşa’ya açılmaya karar vermiştir. Son savaşta ağır yaralanması sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Arkasında yetim bir çocuk bırakmıştır. Piyer’in iyi bir dostudur.

Nikola[

Çok büyük bir vatanseverdir. Ailesine çok düşkün, hep onların dediğinin olmasını isteyen bir karakterdir. Hatta bu sebepten dolayı, biraz da çıkan aksiliklerden dolayı sevdiği kızı, Sonya’yı terk etmiştir. Daha sonra gönlünü Prenses Mari’ye kaptırıp onunla evlenmiştir. Savaşa askerlik yapmaya gitmiştir.

Nataşa[


Yaşadıklarından çok çabuk etkilenen bir kızdır. Aşk bakımından kararları çok değişmektedir. Önce Boris’e gönlünü kaptırır, daha sonra Andre’ye, sonrasında Anatol’a ve sonra tekrar Andre’ye dönmüştü, fakat Andre aynı günlerde ölür. Bunun etkisini üzerinden attığında Piyer’le evlenmiş ve mutlu bir yaşam sürmüşler.

Sonya

Fakir ama çok güzel bir kızdır. Kuzeni Nikola’yı sevmektedir ve aşkı karşılıksız değildir, fakat bir süre sonra ona bir mektup yazarak ayrılmıştır. Nikola, Mari ile evlendiğinde Mari’den nefret etmeye başlmıştır.

Mari[

Biraz çirkindir, fakat vefalı bir insandır. Babasının ona o kadar çektirmesine rağmen onu ölümüne kadar yalnız bırakmamıştır. Nikola’yı sevmektedir.

Elen


Çok güzel, fakat huysuzdur. Erkeklerin hepsi ona hayrandır. O yaşadığı yanlış bir şeyden dolayı Piyer’le kısa süreliğine bozuşur. Daha sonrasında anjinden ölür.

Liza

Andrey’nin eşidir ve ona çok bağlıdır. Çok güzel bir kadındır ve bir o kadar da güzel huyludur. Doğum yaparken ölür.

Denisof

Oldukça cana yakın ve samimi bir insandır. Nataşa’yı sevmektedir, fakat Nataşa ona yüz vermeyince vazgeçer.

Dolohov

Denisof’un tam tersine bir adamdır. Bir zamanlar Piyer’in arkadaşı idi, fakat Piyer’in karısı Elen’i lekelemesi sebebiyle Piyer onu arkadaşlıktan siler. Daha sonra Sonya’ya bir evlilik teklifinde bulunur fakat Sonya onu kabul etmeyince vazgeçer.

Tarihi arka plan

Fransa-Rusya savaşları dönemini anlatmaktadır.

Mekân

Olayın geçtiği veya söz edilen belirli bir yer yoktur; birkaç yer mevcuttur. Bunlar Lisi-Gori, Moskova, St. Petersburg ve savaşların yaşandığı bölgeler; smolenks borodino vilna gibi.

Dil[

Yazar akıcı ve sade bir dil kullanmıştır. Bu doğrultuda anlatımda açık ve akıcıdır. Yer yer süslü anlatımlara yer verilmiştir. Fakat yapıtın geneli sade bir şekilde yazılmıştır.

Lev Nikolayeviç Tolstoy

 




Lev Nikolayeviç Tolstoy (Rusça: Лев Никола́евич Толсто́й; 9 Eylül 1828 - 20 Kasım 1910), Rus yazar.

Hayatı

Zengin bir ailenin çocuğu olarak Rusya'nın Tula şehrindeki Yasnaya Polyana adlı konakta doğdu. Çok küçük yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybetti, yakınlarının elinde büyüdü. Çocukluğundan beri gerçekleri incelemeye karşı büyük bir ilgisi vardı. Öğrenimini tamamlamak için Moskova'ya gitti. Çalışkan zeki bir öğrenci olarak başarı ve sevgi kazandı. Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire'i ve J. J. Rousseau'yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetli etkisinde kalmıştı. Yasnaya-Polyana'ya döndü, yoksul köylüler arasına katıldı. İlk eseri olan "Çocukluk"u bu sıralarda yazdı.
Bir süre sonra orduya girdi; Kafkasya'ya gitti. Kafkas halkının yoksulluk dolu yaşayışlarını ele aldığı izlenimlerle ilk gerçekçi hikâyelerini yazdı. 1854'te Kırım savaşı'na subay olarak katıldı. Sonra askerlikten ayrılıp Petersburg'a gitti. Bir kısım eserlerini oldukça sakin geçirdiği o yıllarda yazdı. Gene de içinde, aradığını bulamayan bir ruh çalkalanıyordu. Batı Avrupa ülkelerinde uzun bir gezintiye çıktı. Almanya, Fransa, İsviçre'de dolaştı. Yurduna dönüşünde gene Yasnaya-Polyana'ya yerleşti. Asalet ünvanlarından, lüksten sıkılıyordu. Köyünde bir okul kurdu. Bu okul, öğrenim, eğitim bakımından yepyeni bir kurumdu. Huzura kavuştuğuna kanaat getirdikten sonra, 1862'de evlendi.
Tolstoy evlendiğinde karısı Sophie Behrs 16 yaşında idi. Bu evlilik onun düzenli bir hayat özlemini giderecekti. Bu evlilkten 12 çocukları oldu; bu çocuklardan 5'i öldü. Eserlerinden en kuvvetli olan iki romanı "Savaş ve Barış" ile "Anna Karenina'yı" bu dönemde yazdı. Karısı, eserlerini yazmasında en büyük yardımcısıydı. Hatta "Savaş ve Barış"ın düzeltmelerini 12 kez yapıp yazmıştır. Aradan bir süre geçince yeniden, bu sefer eskilerden daha şiddetli bir moral çöküntüsüne uğradı. Geniş halk yığınlarının, özelikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Kaba saba giyiniyor, giydiği her elbiseyi kendisi dikiyordu. Değişmeyen tek tarafı bıkıp usanmadan yazmasıydı. "Kroyçer Sonat", "Efendi ile Uşak", "Karanlıkların Gücü", "İman nedir", "İnciler", "Kilise ve Devlet", "İtiraflarım" hep bu yılların ürünleridir.
Eserlerinde insanlığın çeşitli meselelerine değinen Tolstoy'un dünya ölçüsünde bir sanat ve fikir değeri vardır. Kendi ülkesinin toplumsal siyasal çalkantılarını, halkının yaradılışını, yaşayışını büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden olduğu kadar, bir filozof ve bir eğitimci olarak da ün kazanmıştı. Yukarıda sayılanların dışında "Diriliş", "Gençliğim", "Çocukluk", "Hacı Murat", "Ayaklanış", "Sergi Baba", "Tanrı Bizim İçimizdedir", "Kazaklar", "Tesadüf", "İki Süvari" gibi eserleri vardır.
Tolstoy 82 yaşındayken, 1910 yılında öldü. Kış ortasında evini terk ettiğinde hasta düştükten sonra, Astapovo'da tren istasyonunda zatürre'den öldü. Polis, cenazesine katılmak isteyenlere ulaşımı sınırlandırmak için çalıştı, ama binlerce köylü cenazesinde sokakları doldurdular.
82 yaşında vefat eden Tolstoy birçok kez büyük sıkıntılar yaşamıştır. Marksizm'den etkilenerek oluşturduğu mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Bu sebeple ailesiyle arası açıldı. Hıristiyan anarşizmini geliştirmeye çalıştığı "tanrının egemenliği içimizdedir" kitabıyla yeni bir hristiyanlık akımı tanımlaması, Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edilmesine sebep oldu. Tolstoy, ömrünün son yıllarını büsbütün derbeder bir şekilde geçirdikten sonra, bir küskünlük sonucunda, evini bırakıp yollara düştü. Astapovo tren istasyonunda ölü olarak bulundu. Ölümüne zatürrenin sebep olduğu bilinmektedir. Hayatı boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalıştı. Eserlerinde bunu eksiksiz olarak yansıtmayı hedef edinmiş en büyük Rus yazarlarından birisi olarak edebiyat ve dünya tarihindeki yerini aldı.

Romanları

  • Hazin Bir Evliliğin Romanı
  • Çocuklukluğum
  • İlk Gençlik
  • Gençlik
  • Sivastopol Serisi
  • Kazaklar
  • Savaş ve Barış
  • İnsan Ne İle Yaşar?
  • Ivan Ilyiç'in Ölümü
  • Anna Karenina
  • Kroyçer Sonat
  • Diriliş
  • Hacı Murat
  • Sergi Baba
  • Efendi İle Uşağı

Öyküleri

  • Toprak Ağasının Sabahı
  • Baskın
  • Ormanın Kesimi
  • Notes of a Billiard Marker
  • İki Süvari Subayı
  • Bir Karşılaşma
  • Tipi
  • Lucerne
  • Albert
  • Üç Ölüm
  • Aile Saadeti
  • Polikuska
  • The Decembrists
  • Caucasus Mahkumu
  • İvan İlyiç'in Ölümü
  • Holstomer
  • İnsanlar Arasında Boş Bir Konuşma
  • Usta ve Çırak
  • Köyde Şarkı Söylemek
  • Köyde Dört Gün
  • Yanlış Kupon
  • Oyun'dan Sonra
  • Erik Çekirdeği

Masalları

  • Fil ile Tilkiler
  • Masallar
  • an Masallar

Günlük ve Mektuplar

  • İlk hatıralar
  • İtiraflarım
  • Sevginin Talebi
  • Hz. Muhammed

Eğitim

  • Popüler Eğitim
  • Eğitim ve Öğretim Programları ve Danışmanlığın Tanımı
  • Bir Okuma Kitabı
  • Popüler Öğretim
  • Yeni Bir Okuma Kitabı

Din ve Ahlak

  • Doğmatik Teolojinin Eleştirisi
  • İncil'in Kısa Bir İzahı
  • The Four Gospels Unified and Translated
  • Church and State
  • Neye Güveniyorum?
  • Hayat
  • Sevgi Tanrısı ve Komşunun Biri
  • Timothy Bondareff
  • İnsanlar Niçin Sarhoş Olurlar?
  • On Non-Resistance
  • Birinci Adım (Vejetaryenlik üzerine)
  • Tanrı'nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir
  • Non-Activity
  • The Meaning of the Refusal of Military Service
  • Sebep ve Din
  • Din ve Erdem
  • Hıristiyanlık ve Vatanseverlik
  • Non-Resistance ( Ernest H. Crosby'e bir mektup)
  • Kutsal Kitab'ı nasıl Okumalıyız?
  • Kilise'nin Aldatmacası
  • Hıristiyan Öğretisi
  • İntihar
  • Öldürmeyeceksin
  • Aziz Sinot'a Yanıt
  • Sadece Savaş
  • Dinde Hoşgörü
  • Din Nedir?
  • Ortadoks Rahiplerine
  • Bilgeleri Düşünceleri (derleme)
  • Tek İhtiyacımız
  • Büyük Günah
  • A Cycle of Reading (derleme)
  • Adam Öldürme!
  • Birbirinizi Sevin
  • Gençliğin Savunması
  • Şiddetin Yasası ve Sevginin Yasası
  • Tek Emir
  • Her Gün İçin (derleme)

Sanat ve Edebiyat

  • Sanat Nedir?
  • Sanat ve Sanatsal Olmayan
  • Shakespeare ve Drama
  • Dr.Alice Stockham'ın Edward Carpenter Tarafından Yazılan "Modern Bilim Cevirisi"nin Önsözü
  • Orloff'un Albümü
  • Amiel
  • Guy de Maupassant Hikayelerinin Serbest Çevirileri
  • Bernardin de St. Pierre

Halk İçin Kısa Öğretici Hikayeler

  • İnsan Neyle Yaşar
  • Sevgi Nerdeyse Tanrı da Ordadır
  • İki Yaşlı Adam
  • İhmal Edilen Bir Ateş Evi Yok Eder
  • Nicolas Stick (Çar 1.Nicolas )
  • Bir İnsana Fazla Mülkiyet Gerekir mi?
  • Ifias
  • Tanrı'nın Oğlu
  • Üç Münzevî Adam
  • Mum
  • Pişman Günahkâr
  • İlk Damıtıcı
  • Aptal İvan
  • Boş Davul
  • Işıkla Birlikte Işıkta Yürümek
  • Üç Mesel
  • Esarheddon
  • Üç Soru
  • Cehenneme Dönüş
  • Çalışmak, Ölmek ve Hastalanmak
  • Bir Dua
  • Meyveler
  • Korney Vasilyeff
  • Niçin?
  • İlahiyatçı ve İnsan
  • Bir Köylüye Bilimsel Bir Mektup
  •  

    Sosyal ve Siyasi Denemeler

  • Moskova'nın Nüfus Sayımı (1882'de)
  • M. A. Engelhardt'a Mektup
  • O Halde Ne Yapmalıyız?
  • Kadınlar
  • El Emeği
  • Zihinsel Hareketlilik ve El Emeği
  • Kültür Şöleni (Moskova Üniversitesinin Yıldönümü'ne)
  • Bir Devrimci'ye Mektup
  • Açlık (rapor ve mektuplar)
  • Utandır! (bedensel cezaya karşı)
  • Vatanseverlik ve Barış
  • Liberallere
  • Bakanlara
  • Sonun Başlangıcı
  • Terfi Ettirilmemiş Bir Görevliye Mektup
  • Hague Barış Konferansı
  • İki Savaş
  • Suçlu Kim?
  • Carthago Delenda Est
  • Zamanımızın Köleliği
  • Çıkış Nerede?
  • Vatanseverlik ve Hükümet
  • Gerçekten Zorunlumu?
  • Çar'a ve Yardakçılarına
  • Çağın Yaklaşan Sonu
  • Askerlik Hatıraları
  • Memurluk Hatıraları
  • İşçi Sınıfı Problemi
  • Çar'a Mektup
  • İşçi Sınıfına
  • Politikacılara
  • Sosyal Reformlara
  • Pietro Mazzini'ye Mektup
  • Kendinizi Hatırlayın
  • Rus Devrimi
  • İşçi Sınıfı Nasıl Özgür Kılınabilir?
  • Büyük Bir Adaletsizlik
  • Rusya'da Sosyal Hareket
  • Çağın Sonu
  • Halkın Savunması
  • Askerlik Hizmeti
  • Rus Devrimi'nin Anlamı
  • Ne Yapılmalı?
  • Hükümetin, Devrimcilerin ve Halkın Bir Savunması
  • Mülkiyet Sorununun Tek Çözümü
  • Susamam
  • Molochnikoff'un Tutuklanmasıyla İlgili
  • Bosna ve Herzegovina'nın İlhakı
  • Kaçınılmaz Devrim
  • Stockholm Barış Konferansı'na Bir Adres
  • Faydalı Bir çare

Oyunlar

  • Karanlığın Gücü
  • Aydınlanmanın Meyveleri (komedi)
  • Ceset (tamamlanmamış dram)
  • KAYNAKÇA:
  • WİKİPEDİ ANSİKLOPEDİ

18 Kasım 2014 Salı

Yıldırım Gürses

Yıldırım Gürses, (d. 21 Ocak 1938, Bursa - ö. 18 Kasım 2000, İstanbul) Türk Müziği ses sanatçısı, bestekar ve tenor.
Liseyi Bursa Erkek Lisesi'nde okudu ve Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi'ni kazanarak üniversite eğitimine devam etti. Yirmi yaşında 1959 yılında Ankara Devlet Operası imtihanına girdi ve Türkiye birincisi oldu. Opera'da 7-8 ay çalıştıktan sonra ayrıldı ve TRT Ankara Radyosu sınavını yine üstün başarıyla birincilikle kazanarak çalışmalarına burda devam etti, 1961 yılında üniversiteden mezun oldu. Bu yıllarda kendi bestelerini Kazablanka Gazinosu'nun sahnelerinde seslendiriyordu.
1962 yılında kendisi gibi TRT ses sanatçısı olan Ayla Gürses'le evlendi. Bu evlilikten Beyazıt adını verdiği bir oğlu dünyaya geldi.
1965 yılında Hürriyet Gazetesi'nin Altın Mikrofon Yarışması'na sözü, müziği kendisine ait Gençliğe Veda isimli eseri ile 20 kişiye yakın türk ve batı müziğinden oluşan orkestrası eşliğinde katılarak birinciliği kazandı ve böylece Türk Sanat müziğinde çok sesliliğe geçiş dönemini başlatmış oldu.
Altın Mikrofon'daki bu başarının ardından Yıldırım Gürses, albüm, konser ve müzik çalışmalarına hız verdi. Sanatçı popüler müziğin en önemli isimlerinden biri haline geldi. "Son Mektup", "Mazideki Aşk", "Bir Kırık Kalp", "Bir Garip Yolcu", "Sonbahar Rüzgârları" parçaları ile başarı yakaladı. Bu öyle bir başarıydı ki müzik hayatında 30'a yakın albüm yaptı. Ayrıca Yıldırım Gürses film müziklerinde de besteleri kullanılan en başarılı sanatçılardan biriydi.
80'lerin başında Ajda Pekkan ile birlikte "Affetmem Asla Seni" ile yeni bir hamle yaptı. Aynı albümde yer alan "Dertliyim Arkadaş" ve sonra çıkan "Eller Eller" ile "Gül Dudaklım" sanatçının ses getiren şarkıları oldu.Sanatçının diğer önemli şarkılarından bazıları şunlardır; Mevsimler Yas Tutup Çöller Ağlasın, Liseli Kız, Çal Kanunum Çal, Mazideki Aşk. Aynı zamanda Arif Nihat Asya' nın Fetih Marşı isimli şiirinin sanatçı tarafından yapılan yorumu çok beğenilmiştir. Yıldırım Gürses'in önemli bestelerinden biri "İçime hep hüzün doluyor" sözleriyle başlayan Rast makamındaki şarkısıdır.
Yine 80'li yıllarda Hoş Sada Albümü ile Türkiye'de en çok satan albümler arasında yer aldı ve çok başarılı konserler verdi, ayrıca sanatçı Emel Sayın ile birlikte Neşe-i Muhabbet Müzikalini gerçekleştirdi, müzikal Yıldırım Gürses'in bestelerinden oluşmaktaydı, müzik direktörü de Yıldırım Gürses'ti. Bu müzikal de yine Türkiye'de yıllarca rating rekorları kırmıştır.
Yıldırım Gürses'e ait 350 beste bulunmaktadır, bestelerine günümüzde de yoğun ilgi ve talep olmaktadır.
1986 yılında kendisi kurucu ve başkan olmak üzere ekibi ile birlikte MESAM' ı kurdu ve böylece Türkiye'de ilk kez bestekar ve söz yazarlarının haklarını koruyan Türkiye Musıki Eseri Sahipleri Meslek Birliği adı altında bir meslek birliği kurmuş oldu.
Yaşamında 30'a yakın albüm yapan ünlü sanatçının son olarak da sanatçının 1999 yılında "Best Of" 'u, 'Anılarla Yıldırım piyasaya çıktı.
Yıldırım Gürses 18 Kasım 2000 tarihinde 62 yaşında geçirdiği kalp krizi ardından hayatını kaybetmiştir.

Nejat Uygur

 




Nejat Uygur (d. 10 Ağustos 1927, Kilis – ö. 18 Kasım 2013, İstanbul), Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu

Yaşamı

Öğretmen bir annenin ve subay bir babanın üç çocuğundan ortancası olan Uygur, Kilisli sanatçı İsmail Dümbüllü tarafından keşfedilmiş ve meşhur edilmiştir. Eğitimini Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde tamamlamıştır. İlkokulu Siirt, Ezine ve İntepe'de okumuş ve bu dönemde tiyatroya müsamerelerle başlamıştır. Sarıyer, Çanakkale ve Manisa'da ortaokulu tamamladıktan sonra Güzel Sanatlar Akademisi'nin Heykel
bölümüne girmiş; fakat mezun olamamıştır.
1943 yılında Sarıyer Halkevi'nde başladığı boksla beraber spora karşı ilgisi artmıştır. Atletizm ve su topu dışında iyi de bir at binicisidir. 1950 yılında Necla Uygur ile hayatını birleştirmiştir.
Tiyatroya profesyonel anlamda 1949'da "Nejat Uygur Tiyatrosu" ile adım atmıştır. Nejat Uygur, düşündüğü ilk mesleğin tiyatro olmadığını belirtmiştir:
"Benim düşündüğüm ilk meslek pilotluktu. Çocukluğumda pilot olacağımı düşünürdüm. Hatta hiç unutmam Manisa'da olduğumuz yıllarda, yatak çarşaflarını alıp yüksek bir yerden aşağı atlamayı planlamıştım. Tecrübe pilotu olarak önce ağabeyim atladı ve ayağını kırdı. Ağabeyim Zeki Ayhan Uygur, Amerika'da ünlü bir beyin cerrahı şimdi. Onunla gurur duyuyorum. Ağabeyim burada deniz albayıydı, ordudan ayrıldı sonra." 

Gençlik yıllarında Amerika'ya ulaşmak isteğiyle gemici olmuştur:
"Benim gençliğimde herkeste Amerika'ya gitmek gibi çok yoğun bir istek vardı. Bu yüzden liman cüzdanı çıkarttım ve gemici oldum. Hiç unutmam, bir Panama şilebinde çalıştım. Gemide kimsenin canı sıkılmazdı. Onlara fıkralar anlatır, taklitler yapardım. Herkes çok gülerdi. Sonra askere gittim, orada da arkadaşlarımı çok güldürürdüm. Giderek insanların yüzünü güldürmek bende tutku oldu. Sonra da tiyatro başladı zaten." 

13 yıl süren Anadolu turneleri sürecinde sırasıyla Ahmet, ikiz kardeş olan Süheyl ile Süha, Kemal, Behzat adlı beş erkek çocukları dünyaya gelmiştir. Süheyl ve Behzat babalarının deyimiyle "armut ağacının dibine düşmüş" ve tiyatrocu olmuşlardır.
1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.

Hayatının son yılları ve Ölümü

Uygur, 10 Eylül 2007'de beyin damarlarında oluşan bir tıkanıklık nedeniyle vücudun sol tarafında kısmî felç geçirmiştir. Sağlık durumuna ilişkin yapılan basın toplantısında Uygur'un sol kolunu hareket ettiremediği, yüzünde kayma olduğu, bacağında biraz hareket olduğu, konuşmasının ise düzgün olduğu ifade edilmiştir.Oğulları Süheyl ve Behzat Uygur son açıklamalarında Nejat Uygur'un artık geçmişiyle yaşadığını söylemişlerdir.
Usta tiyatro sanatçısı Nejat Uygur, uzun süre hastanede tedavi görmesine rağmen 18 Kasım 2013 günü saat 19:57 civarlarında solunum yetmezliği (respiratuar yetmezlik) sebebiyle Medistate Kavacık Hastanesi'nde, 86 yaşında hayatını kaybetti. Teşvikiye Camii'nden kaldırılan cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.

Ödülleri

  • 2007 - Altın Kelebek TV Yıldızları Yarışması "Tiyatroya Destek Yılı Özel Ödülü"
  • 2006 - Kemal Sunal Kültür Sanat Ödülü "En İyi Tiyatrocu"
  • 1999 - 22. Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri "Belkıs Dilligil Onur Ödülü"

Önemli tiyatro oyunları

  • Alo Orası Tımarhane mi?
  • Aman Özal Duymasın
  • Benim Annem Evden Neden Kaçtı
  • Cibali Karakolu
  • Hanedan
  • Hastane mi? Kestane mi?
  • Kaynanatör
  • Miğferine Çiçek Eken Asker
  • Minti Minti
  • Sizinki Can da Bizimki Patlıcan mı?
  • Son Umudum Milli Piyango
  • Şeyini Şey Ettiğimin Şeyi
  • Şeytandan 29 Gün Evvel Doğan Çocuk (Minti Minti 2)
  • Zamsalak

Filmleri

  • 2007 - Beyaz Melek
  • 2004 - Vizontele Tuuba
  • 1974 - Cafer'in Nargilesi
  • 1971 - Cafer Bey İyi, Fakir Ve Kibar
  • 1970 - Cafer Bey

17 Kasım 2014 Pazartesi

Günay Sağun,





Günay Sağun, (d. 6 Şubat 1930 İstanbul - ö. 17 Kasım 1993 İstanbul) Türk ressam.

Hayatı

Günay Sağun, 6 Şubat 1930 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. İlkokulu İstanbul'da bitiren sanatçı ortaöğrenimini Ankara’da tamamlamıştır. İlk ve ortaöğrenimi sırasında ressam Eşref Üren’den ders aldı ve resim yapmaya başladı. Eşref Üren'in teşvikiyle İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimine başladı.
Yüksek öğrenimi sırasında Eşref Üren, Leopold Levi, Seyfi Toray ve Cemal Tollu atölyelerinde çalıştı. Yine öğrenciliği sırasında karma sergilere ve Devlet Resim Heykel sergilerine katılan Sağun, 1953'te okulu bitirdi.
Mezuniyetten sonra resim öğretmenliği ve resmi bir kuruluşta ressam olarak çalışmaya başlayan Sağun 1975'ten itibaren sergi açmaya başladı ve daha sonraki yaşamını yalnızca resim yaparak geçirdi.
Toplam 28 kişisel sergi açan sanatçı gerek yurtiçi gerekse yurtdışında çok sayıda karma sergiye dahil oldu. Çeşitli dernek kuruluşlardan ödüller, başarı plaketleri ve onur belgeleri aldı. DYO 1981 Resim Yarışması’nda İkincilik Ödülü’nü kazandı.
Günay Sağun 17 Kasım 1993
’te İstanbul'da hayata gözlerini yumdu.

Eserlerinin Özellikleri

Sağun, sulu boya va yağlı boya eserler vermiştir. Değişen çevre değerlerini gözlemci ve bilinçli bir şekilde tarayıp resmeden sanatçının eserleri konusunda "geçmişi yakalarak tuvallerinde canlardırdığı" yorumları yapılmaktadır.
İlk resimlerinde İstanbul’da doğup büyüdüğü sokakları ve evleri konu edinen Sağun sonraları Bursa, Ankara, Safranbolu, İznik, Mudanya, Kula, İzmir, Datça gibi yurdun çeşitli yörelerini tasvir eden eserler verdi. Hem yağlıboya hem de suluboya resimlerinde İstanbul önemini hiçbir zaman yitirmedi.

Çeşitli Kişisel Sergileri

  • Taksim Sanat Galerisi (1980)
  • Kültür Bakanlığı Devlet Güzel Sanatlar Galerisi (1981)
  • Akbank İstanbul Sanat Galerisi(1981)
  • Taksim Sanat Galerisi (1982)
  • Akbank Elazığ, Konya, Ankara Sanat Galerileri (1984)
  • Taksim Sanat Galerisi (1985, 1987, 1989)
  • Ümit Yaşar Sanat Galerisi (1992)
  • Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı (İzmir 1992)

François-Auguste Rodin,

 



François-Auguste Rodin, (d. 12 Kasım 1840, Paris - ö. 17 Kasım 1917, Meudun, Fransa) Fransız heykeltıraş.
Paris'te 12 Kasım 1840 tarihinde doğan François-Auguste-René Rodin, La Petite École (Küçük Okul) isimli Özel Desen ve Matematik Okulu'na girdiğinde heykeli keşfetti ve desen becerisini geliştirmeye başladı.
1864'te ilk atölyesini tuttu ve 20 yaşındaki Rose Beuret'yle tanıştı. 1871'de Belçika'da ilk kez yapıtlarını sergiledi. Gerçek boyutlu bir insan bedeni çalışması olan eseri tamamladıktan birkaç ay sonra Tunç Çağı adını verdiği bronz heykeline 1875'te başladı.
1882'de ise Adem, Havva ve Düşünen Adam adlı figürlerini yaptı. Bir süre sonra sevgilisi, daha sonra da en büyük rakibi olacak Camille Claudel'le tanıştı. 1883'te Victor Hugo büstünü yaptı, iki yıl sonra Calais Belediyesi, Calais Burjuvaları anıtını ısmarladı. Ertesi sene Öpüşme'yi yaptı. 1888'de devlet, Uluslararası Sergi için Öpüşme'nin mermerini ısmarladı. 1889'da empresyonizmin öncülerinden Fransız ressam Claude Monet'yle birlikte sergi açtı. 1895'te Meudon'daki Villa des Brillants'ı satın alarak resim ve antik heykel koleksiyonunu oluşturmaya başladı.
1900'de, Uluslararası Sergi vesilesiyle Paris'teki Alma Meydanı'nda yer alan pavyonda, 1902'de ise Prag'da büyük sergi açtı. 1904'te alçıdan yapılmış büyük boy Düşünen Adam heykeli ilk kez Londra'daki International Society'de, bronz versiyonu ise Salon de Paris'de sergilendi. Düşünen Adam 1906'da Panthéon'un önüne yerleştirildi.
Fransa Ulusal Meclisi, arka arkaya yaptığı üç bağışla koleksiyonlarını devlete bırakan sanatçının anısına, Biron Konağı'nı Rodin Müzesi yapma kararı aldı. 29 Ocak 1917'de Rodin ve Rose Beuret evlendi. Rose, 14 Şubat'ta yaşama veda etti. Aynı yıl, 17 Kasım'da ölen Rodin, Meudon'daki Villa des Brillants'ın bahçesine, Rose'un yanına gömüldü. Mezarlarının başında bir Düşünen Adam heykeli yer
 alıyor.

Kariyeri


Düşünen adam heykeli, (1879–1889)

1882'de yazar ve ressam arkadaşlarından oluşan bir büst-heykel serisine başlayan heykeltıraş bir yıl sonra safiye ile tanıştı ve aralarında bir ilişki başladı. 1891'de kendisine "Balzac Anıtı" sipariş edildi. Fakat Victor Hugo projesi reddedildi. 1893'de Société Nationale des Beaux-Arts Heykel Bölümü’nün başkanı oldu. 1895'de "Calias’in Sakinleri" adlı çalışmasına başladı.Daha sonra Puvis de Chavanne cemiyetinin başkanı oldu.
1898'de "Balzac" ve "Öpücük" adlı eserler Champ-de-Mars’deki Galérie des Machines’de sergilendi. Fakat Société des Gens de Lettres, Balzac çalışmasını reddetti. 1900'de "Place de l'Alma'da Pavilion Rodin"i açtı. Bu girişim çok başarılı oldu ve sergilenen 150 yapıt ona uluslararası bir ün getirdi. 1901'de Venedik Bienali'nde ve Üçüncü Berlin Secession’unda yer aldı.
1903'de Légion d'honneur'un başına geçti. "Uluslararası Ressam, Heykeltıraş ve Baskı Sanatçıları Derneği"nin başkanı oldu. Berlin, Londra, Venedik ve New York’ta sergileri sunuldu. "Düşünen Adam" adlı eseri 1906'da Panteon'un önüne yerleştirildi.
1908'de İngiltere Kralı VII. Edward, Rodin’i ziyaret etti. New York'taki Metropolitan Müzesi, Rodin’in birçok eserini koleksiyonuna dahil etti. 1914'te Charles Maurice’in yardımıyla "Fransa’nın Katedralleri" adlı kitabı yayınlandı ve çok takdir topladı. Rodin 1916'da eserlerini Fransız hükümetine bağışladı, böylece etrafında olan ve mirasıyla ilgilenen kadınların ilgisinden de kurtulmuş oldu.

Skandallar


1880 yılında Fransız devleti yeni açılacak Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi için Rodin'e bir kapı ısmarladığında Rodin 40 yaşında idi. Müze açıldığında kapının yetişmemesinden dolayı bir skandal meydana geldi. Dante'nin İlahi Komedi'sinden esinlendiği Cehennem Kapısı üzerinde 10 yıl boyunca çalışmıştı. Kapının üzerindeki 200 figürü tek tek, birbirinden bağımsız da ele almıştı. Bu eserde "Düşünen Adam" kapının en tepede yapılmıştı. Adem ve Havva ise kapının iki yanında idi. Kapı, Rodin'in ölümünden sonra bronza döküldü.
En büyük skandal Balzac heykeli ve Victor Hugo anıtıdır. Rodin'in, Victor Hugo'yu anadan doğma, çıplak, bir kayaya oturtarak şekillendirmesi Fransızlar'ı şoka uğratmıştır.
Balzac heykelinin öyküsü daha da çetrefillidir. Edebiyatçılar Birliği’nin ısmarladığı heykele, Rodin sonunda bir palto giydirmiştir, ancak koca göbeğiyle ve tepeden bakışlarıyla bu heykel, Fransız sanat çevrelerini ikiye ayırmıştı. Rodin’i savunanların başında Emile Zola gelmektedir. Ancak çok geçmeden bu ayrışma, heykeli beğenenler ve beğenmeyenler olmaktan çıkıp Dreyfusçüler ve Dreyfüs karşıtlarına dönüşünce, yani olay sanatsal arenadan politik arenaya geçince, Rodin heykelini sergilemekten vazgeçti.
Rodin yazışmalarında, "Balzac"ın, en beğendiği eseri olduğunu vurgular. Herkesin bayıldığı “Öpüş” eserini ise “eğlenceli ama sıradan” diye niteler. Bütün bu skandal ya da çatışmalarda, Rodin her seferinde yalnızlığa ve çalışmaya gömülür. "Nasılsa zaman beni haklı çıkaracak" der.

Yaratıcı deha


Le Baiser, 1888 - 1889

Rodin düşünce adamıdır ve eline matkap çekiç alıp hiç taş ya da mermer yontmamıştır. O tasarlamış ve araştırmıştır. (Örneğin, Balzac heykeli için 6 yıl araştırma yapmıştır). Antika eser ve belge toplamış, sürekli çizim yapmış, sonra ulaştığı sentezi, üç boyutlu kilden, alçıdan yaratmıştır. Taşı yontmak, mermeri işlemek, bronzu dökmek atölyede çalışanların işidir. Her eserini farklı boyutlarda, farklı ölçeklerde gerçekleştirdiği gibi, bunlar üzerine çeşitlemeler uygulamıştır. "Parçaları ayrıştırmaya, yeniden birleştirmeye çalışıyorum, prova yapan bir terzi gibi..." der.
Rodin'in yaptıkları şöyle sıralanabilir:
  • Heykel sanatını Akademizm'den kurtarmıştır.
  • Heykeli süslemelerden arındırmıştır.
  • Anıtsallığın yerine insancıllığı yeğlemiştir.
  • Heykele dramatik gerilimi katması, insan trajedisini, duyguların ve tutkuların yoğunluğunu katması farklılığıdır.
  • Heykelleri anlatımcıydı. Heykel sanatına özgün sorunlarla, tekniklerle, çizimlerle, biçimlendirmelerle boğuşurken, yarattığı kişiliklerden ve öykülerden asla vaz geçmemiştir.

Rodin ve kadınlar


Camille Claudel

Rodin’in yaşamında kadınların hep çok önemli bir yeri olmuştur. Rose Beuret ile tanıştığında Rodin 24 yaşındaydı. 1864'te atölyesini yeni tutmuştu. Rose 20 yaşındaydı ve Rodin’e modellik, hizmetkarlık ve eşlik etti. İki yıl sonra oğulları oldu. Rose onu hep sevdi, Rodin hep dehasının ve dehasına hizmet edenin peşinden koştu. Tam 53 yıl sonra 1917'de evlendiler. 15 gün sonra Rose, 6 ay sonra Rodin öldü. Bugün ikisi de yan yana Meudon’daki atölye evin, müzenin muhteşem bahçesinde birlikte yatmaktadırlar. Üstlerinde yemyeşil çimenler ve Düşünen Adam heykeli ile...
Camille Claudel, Rodin’i 1883’de tanıdı. 19 yaşındaydı, çok yetenekliydi, aydındı, bilgiliydi, güzeldi ve “Usta”ya hayrandı. Rodin’in sevgilisi ve asistanı oldu. Yıllarca onun için çalıştı. 1888’e dek birlikte yaşadılar. Fırtınalarla dolu yıllar, Rodin’in en verimli , Camile Claudel’in Rodin'den kaynaklanan, sonu akıl hastenesine varan en acılı yılları oldu.
Ressam Helene Wahl-Porges, 1890’larda sanatçıya, tüm yolculuklarda eşlik etti.
İngiliz generalin kızı Eve Fairfax'la Rodin’in yaşadığı aşktan (1902-1903) geriye bugün Londra’daki Tate Galeri’de enfes bir bronz heykel kaldı.
İngiliz ressam Gwen John, Rodin’le aşkını 1906-1907 yıllarında, tam 2000 mektuba döktü.
Alman yazar Helene von Nostitz- Hindenburg’la Rodin 1901-1914 yılları arasında tutkulu biçimde mektuplaştılar, birlikte İtalya yolculuklarına çıktılar.
1917 yılında Rodin, Rose Beuret ile evlendi. Meudon’da paraları yetmediğinden dolayı, yetersiz ısıtılan evlerinde yaşadı. 14 Şubat’ta Rose zatüree’den öldü. Rodin ise 24 Kasım’da öldü. İkisi de Düşünen Adam adlı heykelin altına gömüldü.
Rodin'in çok fazla kadınla beraber olduğu, gününün neredeyse tamamını kadınlara, uyuşturucuya ve sanata ayırdığı söylenir.

Resim galerisi

13 Kasım 2014 Perşembe

Gioacchino Rossini





Gioacchino Rossini, (d. 29 Şubat 1792, Pesaro, İtalya - ö. 13 Kasım 1868, Paris). İtalyan opera bestecisi. "Mösyö Kreşendo" takma adı ile anılır.

İtalya’nın doğu kıyısında Pesaro adlı küçük bir kasabada dünyaya geldi. Annesi
opera şarkıcısı idi, babası ise korno çalardı. Çocukken şarkı söylemeye,
viyolonsel ve korno çalmaya başladı. 15 yaşına geldiğinde bir müzik okuluna
yazıldı ve beste yapmayı öğrendi.
İlk operası Evlilik Sözleşmesi (La Cambiale di Matrimonio) 18 yaşında
Venedik ’te sahnelendi, dördüncü eseri ciddi opera Tancredi ve beşinci eseri
komik opera Cezayir'de İtalyan Kız (L'Italiana in Algeri) operaları ile ün
kazandı. Başyapıtı Sevil Berberi (Il Barbiere di Siviglia) operasını ise 24 yaşında
iken Roma ’da sahneledi. Sindrella masalından esinlenen Külkedisi (La
Cenerentola) operasını da aynı yıl ( 1816 ’da) yazdı. 18 – 37 yaşları arasıda 39
opera besteledi. Son operası uvertürü, fırtına sahnesi ve bale müziği ile
ünlenen Guillaume Tell idi. 37 yaşında opera bestelemeyi bıraktı. Yaşadığı
dönemde çok popüler bir besteci idi. Eserlerinin bir kısmı bugün de sıklıkla
sahnelenir.
Napoli'deki San Carlo Tiyatrosu, Paris ’teki İtalyan Operası gibi birkaç yerin
müzik direktörlüğünü yürüttü. 1830 Fransız Devrimi'nden önce Kral X.
Charles'ın bestecisi olarak çalıştı.
Rossini iki defa evlendi. 1822 'de evlendiği eşi Isabella Colbran , eserlerinin pek
çoğunda baş rol oynayan bir opera sanatçısı idi. İlk eşinin ölümü üzerine
1846’da opera şarkıcısı Olympe Pélissier ile evlendi. Rossini, 1824- 1836 yılları
arasında yaşadığı Fransa ’ya 1855’te geri döndü ve yerleşti. Evi sanatçıların
buluşma noktası haline geldi. Bu dönemde "yaşlılık günahları" diye adlandırdığı
besteler yapıp kendi salonunda seslendirdi. 13 Kasım 1868 ’de hayatını kaybetti.
Rossini başarıyı komik operalarıyla yakalamıştı. En önemli eserleri olarak
Guillaume Tell, Tancredi , ve Semiramide kabul edilir. Otello , Verdi ’nin başyapıtı
olmasına karşın, Rossini’nin Otello’su da dinlemeye değerdir. Gençliğinde
bestelediği yaylı çalgılar sonatları onun Haydn ve Mozart gibi klasik dönem
bestecilerinin eserlerini derinlemesine incelediğini gösterir.
Eserleri


Operalar

Evlilik Sözleşmesi (La Cambiale di Matrimonio) , 1810
L'equivoco stravagante (Acaip Anlaşmazlık), 1811
Demetrio e Polibio (Demetrios ve Polybios), 1812
L'inganno felice, 1812
Ciro in Babilonia (Kyros Babil'de) veya La caduta di Baldassare , 1812
La scala di seta (İpek Merdiven), 1812
La pietra del paragone (Mihenktaşı), 1812
L'occasione fa il ladro veya Il cambio della valigia , 1812
Il Signor Bruschino veya Il figlio per azzardo , 1813
Tancredi , 1812
Cezayir'de İtalyan Kız (L'Italiana in Algeri) , 1813
Aureliano in Palmira (Aureliano Palmira'da), 1813
İtalya'da Bir Türk (Il Turco in Italia) , 1814
Sigismondo, 1814
Elisabetta regina d'Inghilterra (İngiltere Kraliçesi Elizabeth), 1815
Torvaldo e Dorliska, 1815
Almaviva veya L'inutile precauzione (Yararsız Önlem) veya Sevil Berberi (Il barbiere di Siviglia) ( Sevil Berberi ), 1816
La gazzetta veya Il matrimonio per concorso , 1816
Othello veya Il moro di Venezia , 1816
Külkedisi (La Cenerentola) veya La bontà in trionfo , 1817
Hırsız Saksağan (La gazza ladra) , 1817
Armida , 1817
Adelaide di Borgogna veya Ottone, re d'Italia , 1817
Mosè in Egitto (Musa Mısır'da), 1818
Adina veya Il califfo di Bagdad , 1818
Ricciardo e Zoraide, 1818
Ermione, 1819
Eduardo e Cristina , 1819
La donna del lago, 1819
Bianca e Falliero veya Il consiglio dei tre, 1819
Maometto secondo (Sultan II. Mehmed), 1820
Matilde Shabran ( Matilde di Shabran ) veya Bellezza e Cuor di Ferro , 1821
Zelmira, 1822
Semiramide (Semiramis), 1823
Il viaggio a Reims (Reims'e Yolculuk) veya L'albergo del giglio d'oro , 1825
Le Siège de Corinthe (Korinthos Kuşatması), 1826 – Maometto secondo' nun (Sultan II. Mehmed) gözden geçirilmiş
biçimi
Moïse et Pharaon (Musa ile Firavun) veya Le passage de la Mer Rouge (Kızıldeniz'i Geçiş), 1827 – Mosè in
Egitto' nun (Musa Mısır'da) gözden geçirilmiş biçimi
Le Comte Ory , 1828
Guillaume Tell, 1829
Diğer eserleri
Il pianto d'armonia per la morte d’Orfeo
Petite Messe Solennelle
Stabat Mater
Fagot konçertosu
Messa di Gloria
Péchés de vieillesse

11 Kasım 2014 Salı

8 Kasım 2014 Cumartesi

Faruk Nafiz Çamlıbel

 



Faruk Nafiz Çamlıbel (18 Mayıs 1898, İstanbul – 8 Kasım 1973, İstanbul), Türk şair, siyasetçi, öğretmen.
Hecenin Beş Şairi'nden biridir. TBMM’de VIII., IX., X.ve XI. Dönem İstanbul Milletvekili olarak görev yapmış bir siyasetçidir. En ünlü eseri, “Han Duvarları” adlı uzun şiiridir. Behçet Kemal Çağlar ile birlikte Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerini yazmıştır

Hayatı

1898 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası, Orman ve Maadin Nezareti memurlarından Süleyman Nazif Bey, annesi Fatma Ruhiye Hanım’dır
İlk ve orta öğretimini Bakırköy Rüştiyesi ile Hadika-i Meşveret İdadisi’de tamamladı. Şiire çocuk yaşlarda başladı. Yazarın ifadesine göre ilk şiiri “Saat”, "Çocuk Dünyası" adlı bir dergide yayınlandı (1914).
Bir süre tıp öğrenimi gördükten sonra okuldan mezun olmadan ayrıldı ve gazeteciliğe başladı. 1917-1918’de Ati Gazetesi’nin yazı işlerinde çalıştı. 1922’de gazetenin temsilcisi olarak Ankara’ya gitti.
1922’de Kayseri Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Kayseri’ye yolculuğunu, "Han Duvarları” adlı uzun şiirinde anlattı. Şiiri, Osmanzade Hamdi Bey’e ithaf etti. Kayseri’de kaldığı iki yıllık dönemde Milli Mücadele’nin havasını çok yakından yaşadı. Geleceğin ünlü şairi Behçet Kemal (Çağlar) onun Kayseri Lisesi’nde öğrencisi oldu. Şair, Kayseri Lisesi’nin marşını da kaleme aldı.
1924’te Ankara Erkek Muallim Mektebi edebiyat öğretmenliğine geçti; ardından Ankara Kız Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. Ankara Kız Lisesi Marşı'nın güftesini yazdı. 1932’ye kadar yaşadığı Ankara’da cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etti. 1924’te “Çoban Çeşmesi”, 1928’de “Suda Halkalar” isimli kitapları yayınladı.
1928’de Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati'nin başkanlığındaki “Şark Vilâyetlerini Tedkik Heyeti”'nde bulunarak Sivas, Erzincan, Gümüşhane, Trabzon, Erzurum illerini ve dönüşte Kastamonu'yu gördü. Bu yolculuk, onun edebi yaşamında bir dönüm noktası oldu. Memleket şiirleri yazmaya yöneldi.
1931’de Ankara Kız Lisesi’nde coğrafya öğretmenliği yapan Azize Hanım ile evlendi. Bu evlilikten İsmet ve Yeliz adında iki çocuğu dünyaya geldi.
1932-1946 arasında İstanbul’da edebiyat öğretmenliği yaptı. Vefa, Kabataş Lisesi ve Amerikan Kız Koleji edebiyat öğretmenliklerinde bulundu. 1933’de Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerini Behçet Kemal Çağlar ile birlikte yazım yaptı.
Ankara ve İstanbul’daki öğretmenlik yıllarında çeşitli dergi ve gazetelerde şiirler fıkralar yayınladı. Mizah dergilerinde “Deli Ozan” ve “Çamdeviren” takma adlarıyla mizahi manzumeler yazdı[1946’da siyasete atıldı ve 1946'dan 27 Mayıs 1960'a kadar Demokrat Parti İstanbul milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı.
27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından tüm milletvekilleri ile birlikte kısa bir süre Yassıada'da, daha sonra da Celâl Bayar ve diğer DP milletvekilleri ile birlikte Kayseri Kapalı Cezaevi'nde tutuklu kaldı. 16 ay sonra aklanarak serbest kaldı
Serbest kaldıktan sonra siyasete dönmek istemedi. Son yıllarını Arnavutköy’deki evinde geçirdi. Yassıada’da arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı baskıyı “Zindan Duvarları” adlı bir şiir ile anlattı ve şiiri kitap olarak yayınladı. Eşinin ani ölümünün ardından çıktığı Akdeniz gezisi sırasında Samsun vapurunda Kaş - Fethiye arasında seyrederken 8 Kasım 1973 günü bir gezi sırasında hayatını kaybetti. Cenazesi, 11 kasım 1973’te Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Öğretmenlik yaptığı Kabataş Lisesi’nde 2005 yılında Faruk Nafiz Çamlıbel adına bir müze açlmıştır[

Edebiyat yaşamı

İlk şiirlerini aruz ölçüsüyle yazdı. Cenap Şahabettin ve özellikle Yahya Kemal'in etkisinde kaldı. “Edebiyat-ı Umumiye” dergisi’nde yayımlanan “Şarkın Sultanları” şiiri, edebiyat çevresinde kendisine yer açmasını sağlayan ilk ürünü oldu. Aruzla yazdığı şiirlerini 1918’de “Şarkın Sultanları”, 1919’da “Dinle Neyden” ve “Gönülden Gönüle” adlı kitaplarında topladı. Sonralarıysa aruz ölçüsünden uzaklaşarak hece ölçüsünü ve Türkçenin yalınlaşması, yabancı kelimelerden ve kalıplardan uzaklaşılması düşüncesini benimsedi. Şiirlerinde hecenin Özellikle 7+7 kalıbına bir ses zenginliği kazandırdı. Milli edebiyatın oluşabilmesi, geliştirilebilmesini misyon edindi ve Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon ile birlikte türk edebiyat tarihinde “Beş Hececiler”’den biri olarak anılır oldu:
Sanatçı, halkın yaşantılarından çıkardığı konuları yine halkın söyleyiş ve nazım biçimleriyle dile getirir. Yepyeni görüşler getiren ünlü "Sanat" şiiri, memleketçi şiirin ilk bilinçli bildirisi kabul edilir. Batı etkilerine kapalı, Türk halk şiirine açık bir tutum içindedir.
Şiirlerinde ele aldığı başlıca temalar aşk, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık ve ihtirastır. 1918-1930 arasında edebiyatın tek kuvvetli aşk şairi olarak tanınmıştır. Duygu ve düşünceyi bir arada yürüten, romantik ve realist konuları ve hayatları işleyen şiirleriyle ün yapmıştır. Yolcu ile Arabacı şiirindeki yolcuyu ruha, arabacıyı bedene benzettiği örneklerdeki gibi başarılı teşbihleriyle tanınır.
Şiirin yanı sıra, yurt ve ulus sevgisini işlediği veya toplumsal gerçeklere yöneldiği oyunlar da yazdı.
1933 yılında Kayseri Lisesi’nden öğrencisi Behçet Kemal ile birlikte yazdığı sözler, Cemal Reşit Bey tarafından bestelendi ve eser, cumhuriyetin 10. yıl kutlamaları için düzenlenen marş yarışmasını kazandı.
Yazarın tek romanı, 1936’da yayımlanan “Yıldız Yağmuru”dur. Bu romanında şair Şuküfe Nihal Hanım’a aşkını anlattığı düşünülür.

Eserleri

Şiirleri

  • Ali
  • Çoban Çeşmesi
  • Dinle Neyden
  • Gönülden Gönüle
  • Bir Ömür Böyle Geçti
  • Suda Halkalar
  • Han Duvarları
  • Zindan Duvarları
  • Şarkın Sultanları
  • Mustafa Kemal
  • Son Aşık

Tiyatro oyunları

  • Canavar O gün(1925)
  • Akın (1932)
  • Özyurt (1933)
  • Kahraman (1938)
  • Yayla Kartalı (1945)
  • İlk Göz Ağrısı
  • Hudekoğlu

Roman

  • Yıldız Yağmuru
  • Ayşe'nin Doktoru (1949)

Mektep temsilleri

  • Bir Demette Beş Çiçek (1933)
  • Yangın (1934)
  • Belki Birgün (1946)

6 Kasım 2014 Perşembe

Necil Kazım Akses

 



Necil Kazım Akses (6 Mayıs 1908, İstanbul - 16 Şubat 1999, Ankara), Türk senfonik müzik bestecisi.
Çağdaş Türk müziğinin kurucu ve öncü kuşağı olan ve "Türk Beşleri" olarak tanınan grubun üyesidir. “Ankara Kalesi” adlı senfonik şiiri, piyano için, “Minyatürler”, keman ve viyola konçertoları, orkestra için “Konçerto” ve “Ballad”'ı, beş senfonisi ve yaylılar için dört değerli kuarteti başlıca yapıtları arasındadır.
Ankara Devlet Konservatuarı’nın kurulmasında rol almış, 1948’de bu kurumun müdürlüğünü yapmış, iki kere Ankara Devlet Opera ve Balesi müdürlüğü görevinde bulunmuştur. 1971 yılında “Devlet Sanatçısı” ünvanı verilen ilk 11 sanatçıdan biridir

Yaşamı

1908'de İstanbul'da dünyaya geldi. Babası, Harbiye Nezareti posta müdürlerinden Mehmet Kazım Bey annesi daha sonra Kandilli Kız Lisesi Müdiresi olacak olan edebiyat öğretmeni Emine Hanım'dır. Keman dersi almaya yedi yaşında başladı. Ortaöğrenimini İstanbul Erkek Lisesi'nde yaptı. Bu sırada Dârülelhan'da (İstanbul Belediye Konservautarı) Cemal Reşit Rey'in armoni sınıfına yazıldı. Özel olarak önce Mesut Cemil ve sonra Sezai Asal ile viyolonsel çalıştı.
1926'da kendi olanaklarıyla Avusturya'ya giderek Viyana Devlet Müzik ve Temsil Akademisi'ne yazıldı. Burada Walther Kleinecke'nin viyolonsel ve Joseph Marx'ın kompozisyon öğrencisi oldu. Bir yıl sonra Türk hükümetinin bursunu kazanarak, eğitimine devam etti. Viyana Akademisi'nin yüksek lisans derslerini sürdürürken, Prag Devlet Konservatuarı’na da kaydoldu. Josef Suk ile yüksek kompozisyon ve Alois Hába ile mikrotonal müzik çalıştı. Her iki kurumun da ileri devre kompozisyon bölümlerinden mezun olarak 1934'te yurda döndü. Viyana’da bulunduğu dönemde Naciye Hanım ile tanışıp evlendi, bu evlilikten kızı Sevil dünyaya geldi
Yurda döner dönmez Atatürk'ün Ankara’ya gelişinin 15. Yıldönümü nedeniyle ısmarlanan "Bayönder" başlıklı operasını besteleyen Necil Kâzım Akses aynı yıl, Ankara'da Musiki Muallim Mektebi'nde öğretmenliğe ve müdür muavinliği görevine başladı. Okulun devlet konservatuarı haline getirilmesi için çalıştı. 1935'te, Ankara Devlet Konservatuvarı'nın kurulması amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı'nın çağrılısı olarak Türkiye'ye gelen Alman besteci Paul Hindemith'in yardımcılığını üstlendi. Soyadı Kanunu çıktığında, müzik öğrenimi görmesi için ailesini ikna etmiş ve kısa süre içinde devlet bursu kazanmasına yardımcı olmuş koruyucusu Hakkı Tarık Us’un isteği ile “Akses” soyadını aldı
1936'da yeni kurulan bu konservatuvara kompozisyon öğretmeni olarak atandı. Aynı yıl Bela Bartok, Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkin ile birlikte Adana'nın Osmaniye ilçesindeki folklor araştırmalarına katıldı.
1939’da Halkevleri’nin 7. Kuruluş yıldönümü nedeniyle gerçekleşen müzik festivalinde verilen bir konserde diğer Türk Beşleri’nin eserleriyle birlikte Akses’in “Çiftetelli” adlı eseri seslendirildi. 1938-39’da askerliği sırasında ilk taslarklarını yazdığı “Ankara Kalesi, Senfonik Tarih” (1942) adlı eseri Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Berlin’de Berlin Şehir Orkestrası tarafından seslendirildi ve Avrupa’da plak yapıldı. Bu eser, yurtdışında plağa alınmış ilk Türk yapıtı olma özelliğini kazandı.
1941’de Saadet Hanım ile evlendi, bu evlilikten Okşan(1942) ve oğlu Ahmet (1947) dünyaya geldi 1942’de sahne müzikleri besteleun sanatçı, 1945’te Yaylı Çalgılar Üçlüsü’nü, 1946’da “Birinci Yaylı Çalgılar Dörtlüsü”’nü besteledi. 1946’da Akdeniz’den aldığı esinle “Poem” adlı eserini yazdı[3].
1947’de bestelediği “Ballad” adlı eserden sonra besteciliği bir suskunluk dönemine girdi. 1948'de Konservatuvar müdürlüğü, 1949'da Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü yaptı. Kültür ataşesi olarak Bern'de (1954) ve Bonn'da (1955-1957) bulundu. 1958-1960 yıllarında Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü oldu. 1971'de yeniden aynı görevi üstlendi. Hükümetin değişmesi ve yeni kültür müsteşarı ile anlaşamaması üzerien 1972'de kendi isteği ile emekli oldu
Besteci büyük senfonilerni, Melih Cevdet Anday, Orhan Veli, Cahit Külebi gibi Türk şairlerinin eserleri üzerine bestelediği liedleri, büyük korolu yapıtları 1960’lardan sonra ortaya koydu“Keman Konçertosu”, “Birinci Senfoni”, “Itri’nin Neva Kâr’ı Üzerine Scherzo” gibi önemli eserlerini birbiri ardına yazdı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın kuruluşunun 150. Yılı için “Bir Divandan Gazel” ve “Orkestra Konçertosu” adlı eserlerini yarattı. Bir Divandan Gazel’de ilk defa “rastlamsal" tekniği kullandı.
Necil Kazım Akses, 1971'de "Centre Mediterranéen de Musique Comparée et de Danse"ın kurucu yönetim kurulu üyesi ve başkan vekili seçildi İlk defa Devlet Sanatçılığı ünvanının verildiği 1972 yılında bu ünvanın verildiği 11 kişiden birisi oldu.
1976-1977’de bir viyola konçertosu yazdı ve Koral Çalgan’a ithaf etti. Eser, 1978’de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde Çalgan tarafından seslendirildi. İkinci ve Üçüncü Senfonilerini yazdı. Atatürk’ün ölümünün 100. Yıldönümü için 1981’de yazdığı “Barış için Savaş” başlıklı senfonik şiir, Atatürk Sanat Armağanı’nı aldı. 1983’te Dördüncü Senfoni’yi tamamladı.
1985 yılında profeösrlük ünvanı alan Necil Kâzım Akses yaşamının son dönemlerine dek Ankara Devlet Konservatuvarı'nda kompozisyon dersi verdi. 1988’de “Atatürk Diyor Ki” başlıklı Beşinci Senfoni’sini tamamladı. Artık başka çalışma yapmamaya karar verdiyse de 1990’da “Yaylı Çalgılar Dörtlüsü”’nü tamamladı. 1992 yılında Sevda Cenap And Vakfı’nın Altın Onur Madalyası’na layık görülen Akses, Çanakkale Şehitleri’ne adanan “Ölümsüz Kahramanlar” başlıklı Altıncı Senfonisi’nin sadece ilk bölümünü tamamlayabildi. 16 Şubat 1999 Salı günü hayata veda etti.
Öldüğü sırada aynı zamanda Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesinde kompozisyon derslerini sürdürmekteydi. Akses, besteciliği yanında, yeni ve genç kuşakların yetişmesini sağlayan büyük bir öğretici olarak da öneme sahip bir sanatçıdır.
Adı, Ankara’da ikamet ettiği sırada kaldığı Emek Semti’nde bir parka verilmiştir. Evin İlyasoğlu tarafından hakkında “Necip Kazım Akses: Minyatürden Destana Bir Yolculuk” (1998) başlıklı kitap basılmıştır.

Besteciliği

Daha çok büyük senfonik formların yaratıcısı olarak tanınan Necil Kazım Akses'in besteleri belirli evrelerle incelenebilir: Avrupa'daki öğrencilik yıllarına rastlayan ilk çalışmaları 1929'dan 1930'lu yılların sonlara kadar olan dönemi kapsar. "Piyano için Prelüd ve Fügler", "Allegro Feroce", "Piyano Sonatı" ve "Mete Operası" bu dönem ürünlerindendir. Bu dönemi yeni bir atonal stil yaratma istek ve arayışları olarak nitelendirilebilir.
1934'te yurda döner dönmez Atatürk'ün Ankara’ya gelişinin 15. Yıldönümü nedeniyle "Bayönder" başlıklı operasını besteler. Çalışmalarında kuşağının diğer bestecileri gibi geleneksel Türk müziği ve halk müziğinin etkileri vardır. Ancak bu öğeleri doğrudan armonize etmek yoluyla değil, stilize ederek kullanır.
1940'lar ile yeni dönemine girer. Bu dönem ile ve özellikle senfonik eserleri ile bir "Akses stili" belirginleşmeye başlamıştır. Bu stilin özelliğini ezgisel yönden Türk modlarına (makam) dayalı olmak, armonik yönden ise bestecinin kendi deyimiyle, a-modalite teşkil eder. Ankara Kalesi, Ballade, Birinci Senfoni, Keman Konçertosu, Itri'nin Nevakâr'ı Üzerine Scherzo, On Piyano Parçası gibi büyük soluklu eserleri bu dönemi ile ortaya çıkmaya başlar. Orkestrasyon giderek daha yoğunlaşmaktadır.
Necil Kazım Akses'in 1976'da "Bir Divandan Gazel" ile başlayan ve ölümüne dek süren bestecilik evresi son dönemini oluşturur. Besteci bu ileri olgunluk döneminde solistler, korolar ve geniş orkestra için yine büyük çaplı yapıtlar üretmiştir. İyice yoğunlaşan orkestra yazısında, rastlamsallık gibi yirminci yüzyıl müziğinin getirdiği birçok söylemden yararlanmıştır. Bu yönleri ile de "Türk Beşleri"nin yeniliğe en açık üyesi olarak seçkinleşmiştir.
Bestecinin 85 yaşındayken yazmaya başladığı bariton solo, koro ve orkestra için hazırlanmış büyük eserini Çanakkale Şehitlerine armağan ediyordu. "Ölümsüz Kahramanlar" başlığı altında sunduğu bu 6.Senfonisinin ilk bölümü tamamlanmış bir şekilde durmaktadır.
Bestecinin yurt dışında çalınan yapıtlarından bazıları şunlardır:
  • "Ankara Kalesi", Fritz Zaun yönetiminde Berlin Şehir Orkestrasıyla 1943'te çalındı(ve Polydor plak şirketince plağı yapıldı).
  • "Ballad", yurt dışında en çok çalınan yapıtı olup, 1950'den başlayarak Londra, Edinburgh, Birmingham, Münster, Paris, Teplice, Cluj, Brüksel, Viyana, Bükreş, Tunus, Prag ve Moskova'da yönetildi.
  • "Poem"'i 1949'da Franco Caraccioto yönetiminde ve çellist Antonio Saldarelli solistliğinde Roma'daki RAI Senfoni Orkestrası tarafından seslendirildi.
  • "Itri'nin Nevakâri Üzerine Scherzo", Sofya, Moskova, Kahire, Budapeşte'de çalındı.
  • "Birinci Senfoni" 1968'de Lessing yönetimindeki Viyana Tonkünstler Senfoni Orkestrası tarafından; 1972'de Keman Konçertosu ile birlikte Niyazi Tagizade yönetimindeki Azerbaycan Devlet Senfoni Orkestrası tarafından Bakü'de seslendirildi.
  • "İkinci Senfoni", Muhammed Nazar Mommadov yönetimindeki Orkestra Saz tarafından 1997'de Türkmenistan'da çalındı.
  • "Keman Konçertosu", EXPO 2000 Hannover'daki Dünya Fuarı münasebetiyle, diğer bazı Türk eserleri ile birlikte, Cihat Aşkın'ın solistliğinde ve Rengim Gökmen yönetimindeki NDR – Radyo Filarmonisi tarafından seslendirildi.
  • 1990'lı yıllarda "Yaylı Çalgılar Dörtlüleri" (Numara 1 ve 4), Avrupa'da Dusseldorf, Prag, Bratislava, Budapeşte, Pecs ve Helsinki kentlerinde seslendirildi.

Ünvanları ve Ödülleri

  1. 1957’de Almanya’nın birinci derece “Yaratıcı Hizmet Ödülü”
  2. 1963’te, İtalya’nın “Cavalliere Officiale unvanı”,
  3. 1971’te, Türkiye Cumhuriyeti “Devlet Sanatçısı” ünvanı,
  4. 1973’te, İtalya’nın “Commendatore Madalyası”,
  5. 1973’te Tunus’un “Habib Burgiba Sanat, Kültür Madalyası”
  6. 1981'de “Atatürk Sanat Armağanı”
  7. 1992'de And Vakfı’nın “Onur Ödülü Altın Madalyası”
  8. 1998'de İstanbul Üniversitesi "Fahri Doktor" unvanı

Yapıtlar

Şan ve Orkestra

  1. “Şiir ve Müzik”, basbariton ve orkestra için, 1935.
  2. “Senfonik Destan”, soprano, koro ve orkestra için, 1973.
  3. “Solocular Geçiti”, soprano, mezzo-soprano, bariton, basbariton ve orkestra için, 1976.
  4. "Bir Divandan Gazel", tenor ve orkestra için, 1976.
  1. “Çokseslendirilmiş Türküler”, 1938
  2. “Konservatuvar Marşı”, (Erkin ile birlikte), 1940.
  3. “Eşliksiz Koro Kompozisyonları”, 1947.
  4. “On Türkü”, eşliksiz karma koro için, 1964.
  5. “50. Yıl Marşı”, 1973.
  6. “İstanbul’a Gönül Veren Ozanlar”, eşliksiz koro için, 1983.

Şan ve Piyano

  1. “Portreler”, 1965.
  2. “Şiirlerle Müzik”, 1975.
  3. “Hayır mı, Evet mi”, 1988.
  4. “Çiftetelli”, senfonik dans, 1940
  5. “Ankara Kalesi”, senfonik şiir, 1942.
  6. “Ballade”, büyük orkestra için, 1947.
  7. “Eskilerden İki Dans”, 1960.
  8. “1. Senfoni”, 1966.
  9. “Itri’nin Nevakarı Üzerine Scherzo”, büyük orkestra için, 1970.
  10. “Sesleniş”, 1973.
  11. “2. Senfoni”, yaylılar için, 1978.
  12. “3. Senfoni”, 1980.
  13. “Orkestra Konçertosu”, 1976 – 1977.
  14. “Barış için Savaş”, senfonik şiir, 1981.
  15. “4. Senfoni” (Sinfonia Romanesca Fantasia), viyolonsel ve orkestra için, 1083 – 1984.
  16. “5. Senfoni” (Atatürk Diyor ki), retorik senfoni, koro, çocuk korosu, tenor ve org için, 19

Konçerto

  1. Şiir, viyolonsel ve orkestra için, 1946.
  2. Keman Konçertosu, 1969.
  3. Viyola Konçertosu, 1977.
  4. Idyll, viyolonsel ve orkestra için, 1980.

Oda Müzikleri

  1. “Allegro Feroce”, klarnet, saksafon ve piyano için, 1930.
  2. “Poéme”, keman ve piyano için, 1930.
  3. “Sonat”, flüt ve piyano için, 1933.
  4. “Üç Şiir”, mezzo soprano ve yaylılar dörtlüsü için, 1933.
  5. “Trio”, yaylılar için, 1945.
  6. “1. Yaylılar Dörtlüsü”, 1946.
  7. “2. Yaylılar Dörtlüsü”, 1971.
  8. “3. Yaylılar Dörtlüsü”, 1979.
  9. “4. Yaylılar Dörtlüsü”, 1990.

Solo çalgı için eserleri

  1. “Prelüd ve Fügler”, piyano için, 1929.
  2. “Beş Piyano Parçası”, 1930.
  3. “Sonat”, piyano için, 1930.
  4. “Minyatürler”, piyano için, 1936.
  5. “Piyano için On Parça”, 1964.
  6. “Capriccio”, viyola için, 1977.
  7. “Hüzünlü Melodi”, viyola için, 1984.

Sahne Eserleri

  1. “Antigone” için müzik, üflemeli çalgılar için, 1936.
  2. “Kral Oedipus” için müzik, kadınlar korosu ve üflemeli çalgılar için, 1936.
  3. “Jül Sezar”, için müzik, üflemeli çalgılar için, 1936.

Kaynakça

  1. ^ a b Necil Kazım Akses resmi web sitesi
  2. ^ Beethovenlives.net Necil Kazım Akses sayfası
  3. ^ a b c d e Görkem Çalgan, Necil Kazım Akses’in Yaşam Öyküsü ile Viyola Konçertosu’nun Müzikal ve Teknik Analizi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yaylı Çalgılar Anasanat Dalı Sanatta Yeterlilik Araştırma Raporu 2007
  4. ^ Ufuk Çakmak, Senfonik Müzikte Heybetli Bir Duruş
  5. ^ Emek'te Bir Parka Necil Kazım Akses’in Adı Veriliyor, Hürriyet Gazetesi, 22.09.2007, Erişim Tarihi:29.03.2011