25 Temmuz 2014 Cuma

Suna Pekuysal

 



Suna Pekuysal (d. 24 Ekim 1933, İstanbul – ö. 22 Temmuz 2008, İstanbul),  sinema, tiyatro ve televizyon oyuncusu, seslendirme sanatçısı.
Asıl adı Suna Belener'dir. İstanbul Belediye Konservatuvarı Şan ve Bale Bölümü'nde öğrenim görürken, 1949 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu 'nun çocuk bölümünde Kadri Ögelman'ın "Artist Aranıyor" adlı oyunuyla ilk kez sahneye çıktı. Üç yıl sonra dram bölümüne geçti. 1964 yılında gazeteci Ergun Köknar ile evlendi. 1973 yılında oğulları Sait Ali Köknar dünyaya geldi.
54 yıl Şehir Tiyatroları’nda görev yapan sanatçı, 24 Ekim 1998 tarihinde Şehir Tiyatroları’ndan emekli oldu.
Sanat yaşamı boyunca 250’den fazla tiyatro oyununda rol alan Suna Pekuysal, 100’e yakın sinema filminde de rol aldı. Son yıllarındaki en ses getiren rolü ATV'de Özkan Uğur ile başrolü paylaştığı "Yeter Anne" adlı komedi dizi oldu.
Pekuysal, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 1984 yılında sahnelenen, Ekrem Reşit Rey’in 1933 yılında "Lüküs Hayat" adlı müzikalde Zihni Göktay ile 14 yıl aralıksız olarak oynadı. Büyük bir başarı kazanan ve yediden yetmişe her yaştan seyirciye nostalji yaşatan "Lüküs Hayat"ın ardından emekli olan sanatçı, Şehir Tiyatroları’nda Joseph Kesselring’in yazdığı ve Çetin İpekkaya’nın yönettiği "Ahududu" adlı oyunda konuk sanatçı olarak rol aldı. Suna Pekuysal, 53 yılda 250 oyunda, 100 filmde rol aldı.
Adı, her zaman Türk tiyatrosunun en iyileri arasında anıldı. Sanatçı, dizi filmlerde de rol aldı. Bunların arasında "Genç Indiana Jones" dizisinin bir filmi de vardı ve konusu Türkiye'de geçen "İstanbul: Eylül 1918" isimli bu filmde bir falcıyı canlandırdı.
Suna Pekuysal’a göre "Sanatçının emeklisi olmaz". O, ölene kadar tiyatro yapmak istiyor ve ısrarla vurguluyordu: "Sahnede ölmek istiyorum!"
Pekuysal, 17 Temmuz 2008 günü evinde düşerek kalça kemiğini kırdı. İstanbul Tıp Fakültesi'nde tedavi altına alınarak, ameliyat edildi, ardından yoğun bakıma alındı. Burada solunum cihazına bağlanan Pekuysal, 22 Temmuz 2008 günü hayata gözlerini kapadı. Yapılan müdahalelerle tekrar yaşama döndürülmesine karşın; TSİ 10:30 sularında tekrar kalbi duran Pekuysal, hayatını kaybetti.
Suna Pekuysal için İstanbul Şehir Tiyatrosu Reşat Nuri Sahnesi’nde bir tören düzenlendi.Törende İstanbul Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya ve Suna Pekuysal'ın oğlu Sait Ali Köknar konuşma yaptı.Törenin ardından Ataköy 5. Kısım Camii’nde öğle vakti kılınan namazın ardından Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildi.

Ödülleri

  1. 1980 Avni Dilligil Ödülü (Tırpan)
  2. 1980 Ulvi Uraz Ödülü (Tırpan)
  3. 1986 Sanat Kurumu Ödülü (Lüküs Hayat)
  4. 1987 İsmail Dümbüllü Ödülü (Lüküs Hayat)
  5. 1998 Afife Tiyatro Ödülleri - Nisa Serezli Aşkıner Özel Ödülü
  6. 2000 Belkıs Dilligil Onur Ödülü
  7. 2001 38. Antalya Altın Portakal Film Festivali Yaşam Boyu Onur Ödülü
  8. 2003 Muhsin Ertuğrul Tiyatro Emek Ödülü

Rol aldığı bazı tiyatro oyunları

  • Sultan Gelin : Cahit Atay : İstanbul Şehir Tiyatrosu - 2003
  • Hasır Şapka : Eugene Labiche : İstanbul Şehir Tiyatrosu - 2001
  • Ahududu (oyun) : Joseph Kesselring - İstanbul Şehir Tiyatrosu - 1997
  • Müfettiş (oyun) : Nikolay Vasilyeviç Gogol - İstanbul Şehir Tiyatrosu - 1991
  • Keşanlı Ali Destanı : Haldun Taner - İstanbul Şehir Tiyatrosu - 1987
  • Lüküs Hayat : Ekrem Reşit Rey\Cemal Reşit Rey - İstanbul Şehir Tiyatrosu - 1987
  • Montserrat : Emmanuel Robles - İstanbul Şehir Tiyatrosu
  • Neşşey-i Muhabbet : Şan Tiyatrosu - 1982
  • Kozalar : Adalet Ağaoğlu - İstanbul Şehir Tiyatrosu
  • Artist Aranıyor

Filmografisi

  1. Can Yoldaşı (1952)
  2. Halıcı Kız (1953)
  3. Yaprak Dökümü (1958)
  4. Allı Yemeni (1958)
  5. Sevdalı Gelin (1959)
  6. Samanyolu (1959)
  7. Garipler Sokağı (1959)
  8. Aşk rüzgarı (1960)
  9. Mahallenin Sevgilisi (1960)
  10. Bir bahar Aksamı (1961)
  11. Otobüs Yolcuları (1961)
  12. Zavalli Necdet (1961)
  13. Unutamadığım kadın (1961)
  14. Cilali Ibo Zoraki Baba (1961)
  15. Minnoş (1961)
  16. Derbeder (1961)
  17. Hayat Bazen Tatlıdır (1962)
  18. Esir Kuş (1962)
  19. Küçük Hanımın Kısmeti (1962)
  20. Damat Beyefendi (1962)
  21. Küçük Hanım Avrupa'da (1962)
  22. Bir Gecelik Gelin (1962)
  23. Şeytan bunun neresinde (1962)
  24. Küçük Hanımın Şoförü (1962)
  25. Aşk Güzeldir (1962)
  26. Neşemizi Bulalım (1962)
  27. Yedi Günlük Aşk (1962)
  28. Yalnızlar İçin (1962)
  29. Çam Sakızı (1962)
  30. Yedi Kocalı Hürmüz (1963)
  31. İlk Gözağrısı (1963)
  32. Aşka Vakit Yok (1963)
  33. Cici Can (1963)
  34. Erkek Fatma Evleniyor (1963)
  35. Aşk Tomurcukları (1963)
  36. Adanalı Tayfur (1963)
  37. Kötü Tohum (1963)
  38. Kiralık Koca (1963)
  39. Akasyalar Açarken (1963)
  40. Kızgın Delikanlı (1964)
  41. Afilli Delikanlılar (1964)
  42. Kadın Berberi (1964)
  43. Yalnız Değiliz (1964)
  44. Yiğitler Yatağı (1964)
  45. Kral Arkadaşım (1964)
  46. Şoförler Kralı (1964)
  47. Yalancının Mumu (1965)
  48. Dört Deli Bir Aptal (1965)
  49. Bir Koltukta İki Karpuz (1965)
  50. Kıskanç Kadın (1966)
  51. Çalıkuşu (1966)
  52. Akşam Güneşi (1966)
  53. Fabrikanın Şoförü (1966)
  54. Sevgilim Artist Olunca (1966)
  55. Trafik Belma (1967)
  56. Nemli Gözler (1967)
  57. Sen Benimsin (1967)
  58. Üç Sevdalı Kız (1967)
  59. Yıkılan Gurur (1967)
  60. Paydos (1968)
  61. Katip (1968)
  62. Kadın Değil, Baş Belası (1968)
  63. Atlı Karınca Dönüyor (1968)
  64. İncili Çavuş (1968)
  65. Kanlı Nigar (1968)
  66. Sazlı Damın Kahpesi (1969)
  67. Kınalı Keklik (1969)
  68. Sevdalı Gelin (1969)
  69. Esmerin Tadı Sarışının Adı (1969)
  70. Ayşecik - Yuvanın Bekçileri (1969)
  71. Küçük Hanımın Şoförü (1970)
  72. İç Güveysi (1970)
  73. Allı Yemeni (1970)
  74. Ham Meyva (1970)
  75. Kezban Roma'da (1970)
  76. Kanunsuz Yaşayanlar (1971)
  77. Keloğlan Aramızda (1971)
  78. Bir Varmış Bir Yokmuş (1971)
  79. Hasret (1971)
  80. Yalnız Değiliz (1971)
  81. Şehzade Sinbad Kaf Dağında (1971)
  82. Hüdaverdi - Pırtık (1971)
  83. Tophaneli Murat (1971)
  84. Hayat Sevince Güzel (1971)
  85. Bizimkiler (1971)
  86. Kadifeden Kesesi (1971)
  87. Keloğlan (1971)
  88. Keloğlan ve Can Kız (1972)
  89. Ben Bir Garip Keloğlanım (1976)
  90. Yeter Anne (2002)
  91. İnşaat (2003)
  92. Ekmek Teknesi (2004)
  93. Teberik Şanssiz (2004)
  94. Capkin (2005)
  95. Hırsız Var! (2005)
  96. Avrupa Yakası (2006) Konuk Oyuncu olarak
  97. Hayat Bilgisi (2006) Konuk Oyuncu Olarak
  98. Yalancı Yarim (2007) Netice Hala

Hasan Ferit Alnar

 


Hasan Ferit Alnar (d. 1906- ö. 1978), Çağdaş Türk müziği bestecisi.
Türk Beşleri arasında yer alan bestecilerdendir. Klasik Türk Müziği öğeleriyle Batı müziği tekniklerini bağdaştırma çalışmalarıyla tanınır. Kanun ve Yaylı Sazlar Orkestrası İçin Konçerto, Viyolensel Konçertosu en bil
inen eserlerindendir.

Yaşamı

Küçük yaşta geleneksel sanat müziğine başlayan ve on dört yaşındayken İstanbul’da bir “kanun virtüozu” olarak ün yapan Alnar, ilk gençlik yıllarında özel olarak armoni, kontrpuanve füg dersleri alarak yeteneğini çoksesli müzik alanına kaydırdı. 16 yaşındayken ilk bestesini yaptı. O yıllar İstanbul Sultanisi'nde (İstanbul Lisesi) okuyor, aynı zamanda geceleri, Darüttalim-i Musiki topluluğuyla sahneye çıkıyordu. Yine o sıralar aynı toplulukla Berlin'e giderek Alman Polydor firması için birkaç plak doldurdu. Bu yolculuklarından birinde Berlin Yüksek Okul müdürü ve besteci Franz Schreker ile tanışan Alnar çok sesli bestelerinin Schreker'in ilgisini çektiğini görünce, bitirmek üzere olduğu İstanbul Mimarlık Akademisi'nden ayrıldı ve devlet bursuyla 1927'de Viyana'ya yerleşti. Viyana Devlet Müzik Akademisi'nin bestecilik bölümünde Joseph Marx'ın öğrencisi oldu, ardından Oswald Kabas ile orkestraşefliği çalıştı.
1932’de Türkiye’ye döndü ve İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda orkestra şefliği, Belediye Konservatuarı’nda müzik tarihi hocalığı yaptı. 1936’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na (Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası) şef olarak atandı ve Ankara’da ilk opera temsilerini hazırladı. Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası’nın şefi Dr. Praetorius’un ani ölümü üzerine, orkestranın şefliğini 1946 yılında üstlenen Alnar, altı yıl boyunca sürdürdüğü bu görevi, sağlığının bozulması dolayısıyla bırakmış, bir süre sonra tekrar Viyana'ya yerleşip çeşitli orkestraları konuk şef olarak yönetmiştir. 1964'te yurda döndükten sonra sanat yaşamını başkentte sürdürdü.
Yapıtlarında Klasik Türk müziği bilgisinden büyük ölçüde yararlanan Alnar’ın bu açıdan en çok dikkati çeken yapıtı, 1944-1951 yılları arasında bestelediği Kanun ve Yaylı Sazlar Orkestrası İçin Konçerto’dur. İlk kez 1958’de yaylı sazlar dörtlüsü eşliğinde Ferit Alnar tarafından Ankara’da seslendirilen yapıt, daha sonra Cem Mansur yönetimindeki orkestra eşliğinde Ruhi Ayangil tarafından uzunçalara kaydedildi. Bu konçertoyla, Türkiye’de ilk kez geleneksel bir çalgıyı “solo” olarak değerlendirmiştir.
Türk halk müziğine de ilgi gösteren Hasan Ferit Alnar, halk müziği gereçlerini örneğin “Prelüd ve iki Dans” adlı orkestra yapıtında kullanmıştır. Bestecinin en çok seslendirilen yapıtlarından bir başkası da "Viyolonsel Konçertosu"dur. Sanatçı, Türkiye’de çekilen tümüyle renkli ilk film olan Halıcı Kız’ın müziğini de bestelemiş ve kanunu kendisi seslendirmiştir. Klasik Türk Müziği alanındaki besteleri ise son dönemde sık sık seslendirilmeye başlamış ve kayıtları yayınlanmıştır.
Türk Beşleri'nin içinde yer alan Alnar, teksesli Türk Müziğinden yetişmiş olmasıyla ayrı bir yere sahiptir.
Belirsiz bir rahatsızlık nedeninden dolayı 1978 yılında hayata veda etmiştir.

Kanun Konçertosu hakkında

Ferid Alnar daha önce tasarladığı bu konçertoyu 1946 yılında Roma'da bulunduğu sıralarda yazmaya başlamış ve ertesi yıl Ankara'da tamamlamıştır. Kanun Konçertosu, ilk defa 1951 yılında Viyana Radyosu'nda Viyana Filarmoni Orkestrası eşliğinde icra edilmiş ve yayınlanmıştır. Alnar, daha sonraları konçertonun üçüncü bölümünü beğenmeyerek bu bölümü yeniden yazmıştır.
Eserin ilk bölümünün teması Giriftzen Asım Bey'in "Rast Peşrev"inden esintilidir. Kadansta kanun taksimi sergilendikten sonra, ana temanın tekrarlanmasıyla bu bölüm biter. İkinci bölüm, kanun ve orkestranın diyaloğunu saba makamının etkisinde mistik bir hava ile sürdürür. Hareketli üçüncü bölümde, ana tema kanun ve orkestra tarafından birlikte işlenerek Rast Peşrevi'ne ulaşan çizgilerle sona erer.
Eser bestecisinin dışında Ruhi Ayangil (1988, Ankara) ve Tahir Aydoğdu (1997, İstanbul, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası veya 2O-21 Kasım 1998, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) tarafından seslendirilmiştir. 7 Aralık 1998'de, SCA Vakfı'nın düzenlediği ödül töreni ile 1998 yılının en değerli ödülü, Cumhurbaşkanımız tarafından Hasan Ferit Alnar'a verilmiş, bu ödül töreni sonrası konçerto, Anadolu Yaylı Çalgılar Dörtlüsü ve Tahir Aydoğdu tarafından tekrar seslendirilmiştir. Tahir Aydoğdu'nun solistliğinde, konçerto, diğerleri yanında, 26-27 Şubat 1999'da İzmir Devlet Senfoni Orkestrası ile ve 12 Haziran 2009'da Bilkent Senfoni Orkestrası ile yeniden icra edilmiştir.

Eserleri

Oda ve sahne müzikleri

  • Trio, “Fantezi”, 1920
  • Süit”, keman ve piyano için, 1930.
  • Yaylılar Kuarteti, 1933.
  • Yalova Türküsü”, 1932.
  • Sarı Zeybek”, 1932.
  • Goethe’nin meso'Faust”u üzerine müzik, 1944.

Film ve geleneksel müzik eserleri

  • İstanbul Sokakları”, 1931. (Film Müziği)
  • Namık Kemal”, 1949. (Film Müziği)
  • Halıcı kız”, 1953. (Film Müziği)
  • Kelebek Zabit”, tek sesli operet, 1922.
  • On Saz Semaisi”, 1926.
  • Bayati Araban Peşrev”, 1927.
  • Bayati Araban Saz Semaisi”, 1927.
  • “'Segah Peşrev”, 1927.
  • Sözsüz Romans”…

22 Temmuz 2014 Salı

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Fausto Zonaro





Fausto Zonaro (d. 18 Eylül 1854, Padova ili – ö. 19 Temmuz 1929, Sanremo), İtalyan ressam
II. Abdülhamit döneminde saray ressamı olarak Osmanlı sarayına hizmet vermiş oryantalist bir ressamdır. Tarih, savaş, deniz, manzara ve portrenin yanı sıra özellikle "Türk ressamı" olarak tanınır.

1854 yılında Avusturya İmparatorluğu'nun bir parçası olan Padova kentinin Masi beldesinde dünyaya geldi. Babası, bir duvarcı ustası idi.
Gençliğinde babasının yanında duvar ve bina yapımı işlerinde çalıştı ve aranılan bir usta oldu. 1870 yılından itibaren Masi yakınlarındaki Lendinara'da bir teknik okulda 3 yıl resim öğrenimi gördü. Bu okulu bitirdikten sonra dönemin önde gelen güzel sanatlar akademilerinden biri olan Accademia Cignaroli 'ye girdi; usta bir ressam olan Napolone Nani'nin öğrencisi oldu. Askerlik görevi nedeniyle yarım bıraktığı eğitimini daha sonra Roma Güzel Sanatlar Akademisi'nde tamamladı.
İlk sergisini İtalya'da açtıktan sonra Paris'e giderek atölye kurdu. 1889 Paris Salonu'na katıldı. Bohem bir yaşam süren sanatçı, başarısına ve ününe karşın az sayıda eser satabiliyordu. Resim dersleri vermek üzere İtalya'ya döndü. Sonradan eşi olacak Elisa Pante ile tanışmasının ardından 1891 yılında Elisa Pante'nin isteği üzerine onunla İstanbul'a geldi. İstanbul, yeteneğinin açıldığı, geliştiği ve sanatının benimsendiği yer oldu.

İstanbul'daki yaşam

1892'de bu şehirde evlenen çift, Taksim civarlarında kiraladıkları dairede yaşamaya başladı. Fausto Zonaro, İstanbul'daki ilk günlerinde küçük boyutlu manzaralar, kent yaşamından sahneleri gösteren tablolar yaptı ve bunları Pera'lı bir tacire satarak geçimini sağladı. Kısa süre sonra yabancı elçilikler tarafından himaye edildi ve İtalyan elçiliğinin desteği ile elçilik mensuplarının eşlerinin devam ettiği bir resim kursu açtı.
Teşrifat Nazırı Münir Paşa'nın eşine de resim dersi veren sanatçı; Münir Paşa tarafından Yıldız Sarayı'na davet edildi ve burada Osman Hamdi Bey ile tanıştı. Zamanla İstanbul'da sanata yakın çevrelerde iyice tanındı. 1894, 1895 ve 1905'te bu şehirde birer resim sergisi açtı. Zonaro'nun II. Abdülhamit'e gösterme fırsatı bulduğu suluboya tabloları Abdülhamit tarafından beğenildi.

Saray Ressamlığı

Fausto Zonaro'nun saray ressamlığına getirilişi kimi kaynaklara göre 1896 yılında “Ertuğrul Süvari Alayı'nın Galata Köprüsü'nden Geçişi” adlı tabloyu saraya sunması üzerine gerçekleşmiştir. Eseri beğenen padişahın kendisini Mecidiye Nişanı ile ödüllendirdiği ve ona "Ressam-ı Hazret-i Şehriyari", yani "Saray Ressamlığı" ünvanı verildiği düşünülür. Kimi kaynaklarda ise Abdülhamit'in özel yaveri olan Celal Esad'ın tavsiyesi ile saraydan resim siparişleri almış ve ardından saray ressamlığına getirilmiştir.
1897'de tamamladığı “Hücum” adlı resmin Sultan tarafından beğenilmesi üzerine kendisine Akaretler Sıra Evleri'nde bir bina tahsis edildi. Sanatçının yaşadığı ve içinde atölyesini kurduğu bu ev, bir sanat merkezi işlevi kazandı Sonraki yıllarda ünlü Türk ressamları arasında yer alacak Celal Esad, Hoca Ali Rıza, Şehzade Abdülmecid, Celile Hikmet ve Mihri Müşfik Hanım gibi isimler atölyesinde ondan ders aldılar. 
Zonaro, 1901 ve 1902'de İstanbul Salonu Sergilerine toplam 57 tablo gönderdi 1905 yılında II. Abdülhamit, ressamdan İstanbul'un Fethi'ni tasvir eden tablolar yapmasını istedi. Zonaro'nun bu tabloları da çok beğenildi ve maaşına zam yapıldı. Fausto Zonaro saray ressamı olarak sanat yaşamına devam ederken eşi Elisa, İstanbul manzaralarını fotoğraflayıp değerli bir arşiv oluşturmuş; ayrıca harem kadınlarınn fotoğraflarını çekerek “sarayın resmi portrecisi” ünvanını almıştır
1907 yılının eylül ayında II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 31. yıldönümü dolayısıyla ve sultan iradesiyle İstanbul'da düzenlenen sergiye de katılan Zonaro, Gün Doğarken Balıkçılar,Kayıkta, Odalık, Ney Çalan Derviş, Arzuhalciller, Rufai Dervişleri, Doğuluların Ahengi adlı tablolarıyla büyük ün kazandı. İstanbul’da yaşadığı dönemde Avrupa’daki sergilere de sık katıldı.
31 Mart Ayaklanması'ndan sonra II. Abdülhamit devrildi ve Abdülhamit'in kadroları tasfiye edilmeye başlandı. Zonaro'ya da Ekim 1909'da saray ressamlığı ünvanının kaldırıldığı bildirildi. Zonaro, 20 Mart 1910'da ailesiyle birlikte İstanbul'u terk etmek zorunda kaldı.

İtalya'daki yaşamı

Sanatçı, İstanbul'dan ayrıldıktan sonra İtalya'nın Sanremo kentine yerleşti ve İstanbul'u betimleyen resimler yapmayı sürdürdü. Ülkesinde artık ünlü bir kişiydi. 1911'de Roma'da açtığı sergiyi Ana Kraliçe ve İtalya Kralı III. Vittorio Emanuele gezdi. Sanatçının 1912'de Sanremo Kumarhanesi'nde açtığı sergiyi daha sonra Nice, Montecarlo, Rapallo, Cenova, Milano, Como ve Monza'da düzenlenen sergiler izledi. Resimleri sanatçı yaşarken büyük bir hayran kitlesi tarafından izlendi, dolayısıyla
İtalya'ya dönmesinden 10 yıl sonra, 1920'de eşinden ayrıldı ve kızıyla yaşamaya başladı.
Kaleme aldığı hatıralarını 1924 yılında basılmaya hazır hale getirdi ancak kitap basılmadı, yıllarca aile arşivinde kaldı (2008 yılında Türkiye'de Abdülhamid'in Hükümdarlığında Yirmi Yıl/Fausto Zonaro'nun Hatıraları ve Eserleri adıyla yayımlanmıştır). 
1929 yılında 75 yaşında Sanremo'da hayatını kaybetti.

Yeniden keşfedilmesi

Fausto Zonaro, uzun bir unutuluş döneminden sonra araştırmacı Rodolfo Falchi'nin 1993'te Le Tre Stagioni Pittoriche di Fausto Zonaro” (Fausto Zonaro'nun Üç Resimsel Mevsimi) adlı kitabı yayımlamasından sonra yeniden keşfedildi. Kitabın ardından 1994'te Sanremo'da Fausto Zonaro'nun eserlerinden oluşan yeni bir sergi düzenledi. Bu tarihten sonra sanat piyasasında giderek değer kazanan Zonaro tablolarının sahteleri de üretilmiştir.

Leyla Erbil

 



Leyla Erbil (d. 1931, İstanbul - ö. 19 Temmuz 2013, İstanbul), Türk yazar.

Orta sınıf ailenin üç kız kardeşten ortancası. İlk, orta ve liseyi İstanbul okullarında okudu. İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Edebiyatıbölümünde eğitim gördü. Son sınıfta ayrıldı. Çeşitli işlerde çalıştı. Evlenerek bir süre Ankara ve İzmir'de oturdu. 1961 de İstanbul'a döndü. Evli ve bir kızı var (Fatoş Erbil-Pınar).
Yazarlığa hikâyeyle başladı. İlk yayınlanan hikâyesi Uğraşsız'dır; (Seçilmiş Hikayeler Dergisi, 1956 Ankara) Giderek Dost, Yeni Ufuklar,Yeditepe, Ataç, Papirus, Yelken vb Edebiyat Dergilerinde yazı ve hikâyeleri göründü. Erbil, kendinden önce yerleşmiş olan yazın akımlarına bağlı kalmadı; roman, hikâye ve düz yazı metinlerinde ortodoks Marxçıların karşısında yer almasıyla tanındı. Psikanilizin özgürleştirici yöntemlerinden yararlanarak, dinin, ailenin, okulun, toplumsalın ürettiği tabularla dolu ideolojilere karşı 1956'da başlayan mücadelesini dilin oturmuş kelime hazinesi ve söz dizimi kuralarını değiştirme çabasıyla sürdürdü. Yeni bir biçim ve biçem geliştirdi. Başlıca düşünce kaynakları Marx ve Freud olarak belirtildi.
Leyla Erbil, 1970 Türkiye Sanatçılar Birliği, 1974 Türkiye Yazarlar Sendikası kurucularından olup, PEN Yazarlar Derneği üyesidir. 1961'lerde Türkiye İşçi Partisi üyesi olan Erbil, Türkiye İşçi Partisi'in Sanat ve Kültür Bürosu'nda görev almıştır. 1979'da çağrılı olarak gittiği ABD'de kendisine, Iowa Üniversitesi Onur üyeliği verilmiştir. Edebiyat Ödüllerine katılmayan Erbil, 2000- 2001 yılı Ankara Edebiyatçılar Derneği Onur Ödüllerini kabul etmiş, 2002 yılında ise, PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü'ne ülkemizden ilk kadın yazar adayı olarak gösterilirken, "Türk dili ve edebiyata egemenliği, aynı zamanda insana, hayata ve dünyaya karşı sorumlu aydın tavrı" vurgulanmıştır. 82 yaşında vefat eden Leyla Erbil, Zincirlikuyu Mezarlığı 'nda defnedildi.

Kitapları

Öykü

  • Hallaç (1961)
  • Gecede (1968)
  • Eski Sevgili (1977)

Roman

  • Tuhaf Bir Kadın (1971)
  • Karanlığın Günü (1985)
  • Mektup Aşkları (1988)
  • Cüce (2001)
  • Üç Başlı Ejderha (2005)
  • Kalan (2011)
  • Tuhaf Bir Erkek (2013)

Diğer eserleri

  • Tezer Özlü'den Leylâ Erbil'e Mektuplar (1995)
  • Düşler Öyküler (1997)
  • Zihin Kuşları (1998)
  • Kaynak Wikipedi özgür ansiklopedi

9 Temmuz 2014 Çarşamba

8 Temmuz 2014 Salı

Metin Altıok




Metin Altıok (d. 14 Mart 1940, Bergama, İzmir - ö. 9 Temmuz 1993, Ankara), Türk şair, yazar.

Hayatı

14 Mart 1940 tarihinde Bergama'da doğdu. Karşıyaka Lisesi ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Bingöl Lisesi'nde Felsefe Grubu Öğretmenliği ve daha sonra sürgün olduğu Bingöl'ün Genç ilçesinde, ayrıca Karaman Lisesi'nde felsefe öğretmenliği yaptı. İşçi Partisi üyesiydi.
Sivas katliamından  ağır yaralı olarak kurtuldu ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993'te Ankara'da vefat etti.

Şiiri

Şiirleri 70'li yıllarda yayımlanmasına karşın Metin Altıok, şiirlerinin kaynakları bakımından 60'lı yılların geç ürün veren (ya da geç yayınlanan) şairlerinden biri olarak nitelendirilebilir.
Gezginde Servet-i Fünun'dan, Ahmet Haşim'den, Ahmet Muhip Dıranas'dan, İkinci Yeni'ye, ve 60'lı yıllar şiirinin bazı ortak söyleyişlerine kadar çeşitli etkilenmeler bulunmaktadır. Bu kuşağın en romantik, duygucu şairleri arasında olan sanatçının dili yalındır. Benzetme yapmayı, anlaşılması güç olmayan simgeler kullanmayı sevdi. Bu kitabında halk şiiri biçimlerinden de yararlandı.
Yerleşik Yabancı'da tüm şiirleri tek bir şiirmiş izlenimi uyandırmakta, söyleyişte ve konularda benzerlikler bulunmaktadır. Buna karşın, Kendinin Avcısında kendine özgü bir ses, romantik, acılı ve yalın bir söyleyiş gözlenir. Simge, alegori ve mecazlardan ölçülü bir tutumla yararlandığı bu şiirleriyle Türk şiirinin lirik geleneklerine bağlanmaktadır.

Yayımlanmış eserleri

  • Yerleşik yabancı (1978)
  • Kendinin avcısı (1979, Ahmet Telli ile 1980 Ö. F. Toprak şiir ödülü)
  • Küçük tragedyalar (1981)
  • İpek ve klabtan (1987)
  • Gerçeğin öte yakası (1990, Cemal Süreya şiir ödülü)
  • Dörtlükler ve desenler (1990)
  • Süveyda (1991)
  • Alaturka şiirler (1992)
  • Şiirin ilk atlası (1992)
  • Hesap işi şiirler (1993)
  • Bir acıya kiracı (1998-Bütün Şiirleri)

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Sabahattin Ali

 



Sabahattin Ali (25 Şubat 1907 - 2 Nisan 1948) Türk öykücü, şair, öğretmen, yazar ve gazeteci.

Hayatı

25 Şubat 1907'de Edirne Vilayeti'nin Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere kazasında doğmuştur. Babası piyade yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısiyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında tamamlamıştır (1921) Edremit'e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler geçirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu'nda mezun olmuştur (1926). Bir yıl kadar Yozgat'ta ilkokul öğretmenliği yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya giderek iki yıl orada okumuştur (1928 - 1930). Yurda döndükten sonra Sabahattin Ali, Orhaneli’nde ilkokul öğretmenliğine atandı.Aydın ve sonra Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapmıştır.
Konya'da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış (1932), bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933). Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara'ya giden Sabahattin Ali Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir. Dönemin bakanı Hikmet Bayur'un "eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini" istemesi üzerine Varlık dergisinde "Benim Aşkım" adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934) Atatürk'e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü'ne alınmış, Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik yapmıştır. 16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenmiş, 1936'da askere alınmış, 1937 Eylülünde kızı Filiz Ali dünyaya gelmiştir. Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir'de tamamlamış, 10 Aralık 1938'de Musiki Muallim Mektebi'nde Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamıştır. 1940 yılında tekrar askere alınmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı'nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 - 1945).
"İçimizdeki Şeytan" romanı milliyetçi kesimde büyük tepki toplamıştır. Nihal Atsız'ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık dava açmış, dava sırasında çok sıkıntı çekmiştir. 1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamamıştır. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınmış, İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştır (1945). Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalmış, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır (1946 - 1947). Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılmış, yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılmıştır. Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi".
Bir başka dava nedeni ile 1948'de Paşakapısı cezaevinde üç ay yatmıştır. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlamış, işsiz kalıp, yazacak yer bulamamıştır. Tek parti yönetiminin baskılarından uzaklaşmak için yurt dışına gitmeye karar vermiş ancak kendisine pasaport verilmemiştir. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı bulamayınca da Bulgaristan'a kaçmaya karar vermiş fakat para karşılığı Ali Ertekin adlı bir kaçakçıyla anlaştı. Ordudan atılmış olan bir astsubay olan Ertekin, geçimini yurt dışına adam kaçırmakla sağlamakta, öte yandan Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti adına ajanlık yapmaktaydı. Resmi açıklamalara göre Ertekin, "milli hislerini tahrik ettiği için" Sabahattin Ali'yi başına sopa vurarak öldürdü. Cesedin 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde bulunmasından sonra, 28 Aralık 1948'de tutuklanan Ertekin, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı. Yaptırımı 18-24 yıl olan adam öldürme suçundan, 15 Ekim 1950'de "milli hisleri tahrik" gerekçesiyle cezası indirilerek 4 yıla hüküm giydi. Ancak yazarın yakın çevresi ise Sabahattin Ali'nin Kırklareli'de Milli Emniyet tarafından sorgulanırken işkence sonucu öldüğü ve Ertekin'in paravan olarak kullanıldığını iddia etse de bu hiçbir zaman kanıtlanamadı. Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır.
Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) kentinde, Sabahattin Ali’nin 100. doğum yılı kutlandı. 31 Mart 2007 günü gerçekleşen toplantıya, başta Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı olmak üzere Sofya ve Bulgaristan’ın çeşitli kentlerinden Türk ve Bulgar yazarlar, şairler, okurlar ve Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali katıldı. Bütün eserleri 1950'li yıllardan beri Bulgaristan’daki tüm okullarda okutulduğundan, Sabahattin Ali bu ülkede çok tanınan bir yazardır.

Edebi kişiliği

Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini Balıkesir'de çıkan ve Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde yayımlamıştır (1926). Servet-i Fünun, Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 - 1928) Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk öyküsü "Bir Orman Hikayesi" Resimli Ay'da yayımlanmıştır (30 Eylül 1930). Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nazım Hikmet, şu sözlerle okurlara sunmuştur: "Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün muhafazekâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz".
Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı "Kanal", "Kırlangıçlar", "Arap Hayri", "Pazarcı", "Kağnı" (1934 - 1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir. Sabahattin Ali Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırmıştır. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirmiş, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirmiştir. 1937'de yayınlanan Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir.
Sabahattin Ali'nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyeti Milliye'de şu övücü satırları yazmıştır: "Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali'nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissetirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş." Ancak, Sabahattin Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş, sadece hikâye ve roman yazmıştır. 'Leylim Ley', 'Aldırma Gönül' gibi halk dilinden yararlanarak yazdığı şiirler herkes tarafından bilinir.
Sabahattin Ali, Varlık'ta Esirler adlı üç perdelik bir oyun da yazmış (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.

Eserleri

Şiir

  • 1934: Dağlar ve Rüzgâr
  • 1937: Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler'le birlikte

Bestelenen şiirleri

  • "Hapishane Şarkısı V" (Aldırma Gönül - Kerem Güney, Edip Akbayram)
  • "Eşkiya Dünyaya" (Zülfü Livaneli)
  • "Leylim Ley" (Zülfü Livaneli)
  • "Hapishane Şarkısı I" (Göklerde Kartal Gibiydim / Nazlı Yarim - Deniz Akyürek)
  • "Hapishane Şarkısı II" (Bir Yürek Kaldı Avucumunda) (Grup Çağrı) 
  • "Hapishane Şarkısı III" (Geçmiyor Günler - Ahmet Kaya)
  • "Çocuklar Gibi" (Sezen Aksu)
  • "Kız Kaçıran" (Ahmet Kaya)
  • "Kara Yazı" (Ahmet Kaya)
  • "Melankoli" (Ali Kocatepe, Nükhet Duru)
  • "Eskisi Gibi" (Ben Yine Sana Vurgunum - Ali Kocatepe, Nükhet Duru)
  • "Dağlar" (Benim Meskenim Dağlardır Sadık Gürbüz- Dağlardır DağlarSezen Aksu)
  • "Göklerde Kartal Gibiydim" - Grup Çağrı, Volkan Konak
  • "Geçmiyor Günler" - Selva Erdener & Turkuvaz Beşlisi, Turgay Erdener

Öyküleri

  • Değirmen (1935)
  • Kağnı (1936)
  • Hanende Melek (1937)
  • Ses (1937)
  • Kağnı - Ses (1943 - İki kitap birlikte)
  • Yeni Dünya (1943)
  • Sırça Köşk (1947)
  • Kamyon
  • Bütün Öyküleri 1 (Aralık 1997, Değirmen, Kağnı ve Ses kitapları ile birlikte)
  • Bir Orman Hikayesi

Oyun

  • Zanaatkarlar (1936)

Romanları

  • Kuyucaklı Yusuf (1937)
  • İçimizdeki Şeytan (1940)
  • Kürk Mantolu Madonna (1943)

Derlemeler

  • Markopaşa Yazıları ve Ötekiler (1998)
  • Çakıcı'nın İlk kurşunu (2002)
  • Mahkemelerde (2004)
  • Hep Genç Kalacağım (2008)

Çevirileri

  • Tarihte Garip Vakalar, Max Memmerich (1941)
  • Antigone, Sofokles (1942)
  • Minna Von Barnhelm, Lessing (1943)
  • Üç Romantik Hikaye, H. Von Kleist - A.V. Chamisso - E.T.A. Hoffmann (1944)
  • Fontamara, Ignazio Silone (1944)
  • Gyges Ve Yüzüğü, Fr. Hebbel (1944)
  • Yüzbaşının Kızı, A.S. Puşkin (1944) (Erol Güney ile birlikte)

Kaynakça

  1. ^ a b "Sabahattin Ali cinayeti". Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923-2000. 2. Cilt (3. bas.). İstanbul: YKY. Mayıs 2002. ss. 138. 
  2. ^ http://taraf.com.tr/makale/363.htm
  3. ^ http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/15177/
    wikipedi özgür ansiklopedi

Sınıf

 



Sınıf Rıfat Ilgaz'ın 1944 yılı başlarında yayımlanan şiir kitabıdır. Kitap kırmızı kaplıdır ve Devrim Kitabevi'nce basılmıştır. Kitap sadece 25 gün satışta kaldıktan sonra Sıkıyönetim tarafından toplatılır. Rıfat Ilgaz evinin önünde bekleyen polisleri görünce tutuklanacağını anlar ve iki buçuk ay kaçak yaşar. Yazar bu dönemde yaşadıklarını "Karartma Geceleri" adlı romanında anlatır. Rıfat Ilgaz bu dönemde ciğerlerinden hasta olduğu için doktordan iki aylık rapor alır.
Ortamın daha uygun olduğunu düşündüğü bir dönemde teslim olur ve askeri cezaevine gönderilir, hücreye atılır, mahkemeye elleri zincirlenerek gönderilir. Bilirkişinin kitapta suç bulamamasına rağmen mahkeme onu 6 ay hapise mahkûm eder, cezasını eksiksiz çeker ve tahliye olur, Pertev Naili Boratav Sınıf için; "yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat Ilgaz'ın kitabını okuyup anlamalarını dilemekten başka yapılacak bir şey yoktur" diye yazmıştır.
Kitap, beraberindeki kovuşturma dosyalarıyla birlikte Çınar Yayınları'ndan yeniden yayınlanmıştır. Yayınevinin yöneticisi ve aynı zamanda yazarın oğlu olan Aydın Ilgaz, ayrıca Hababam Sınıfı ve Sınıf hakkındaki anılarını Sınıf'ın Efsanesi a
dlı kitabında anlatmaktadır

Karartma Geceleri Roman

 



Karartma Geceleri, Rıfat Ilgaz'ın 1974 yılında yayımlanan romanıdır. II. Dünya Savaşı sürecinde kitabı toplatılan öğretmen-şair Mustafa Ural'ın hikâyesini anlatır. Ilgaz'ın kendi hayatından izlenimler taşıyan bu roman, daha sonra Yusuf Kurçenli tarafından filme çekilmiş ve başrolünü Tarık Akan oynamıştır. Eserdeki akıbete uğrayıp bir zamanlar toplatılan Karartma Geceleri 2004 yılında MEB 100 Temel Eser listesine girdi.
Rıfat Ilgaz'ın oğlu Aydın Ilgaz Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazı dizisinde romanı şu şekilde anlatır:
Romanın başkişisi Mustafa Ural, babam gibi, kitabı toplatılan bir öğretmen-şairdir. Onun polisten iki buçuk aylık kaçma serüveni, romanın çatısını oluşturur; ancak özellikle vurgulamak istediğim, o çatının altında yaşananlar salt babamın değil, o kuşağın yaşadıklarıdır. Fedailer Mangası’nın çektiği sıkıntılardır, romanda anlatılan; ki bu, toplumun sıkıntılarından ayrı tutulamaz.

Ilgaz yaşadığı dönemi karartma gecelerinde şöyle tanımlar:
Her şeye dayanmaktan başka çıkar yol yoktu. Çağ belliydi, kendisi gibi düşünenleri, batı sınırının ötesinde rahatça kurşuna dizebiliyorlardı. Bu pirelerle, özgürlüğünün içine tükürülmek, bir bakıma cezaların en hafifi sayılmalıydı. Sınırların ötesinde kalan uygar bir dünya, şimdi, aydınların boğazlandığı bir tutsaklar ülkesiydi. Bu topraklar üstünde kelepçe vardı, pranga vardı, türlü işkenceler de vardı ama, henüz ölüm kampları, fırınlar, kurşuna dizilmeler yoktu.

Özeti

Uyarı: Yazının devamı, eserin konusu hakkında ayrıntılı bilgi içermektedir.
Mustafa Ural bir süredir hapishanededir. Çok zor şartlar altında yaşamaktadır. Kaldığı oda nem ve pire içerisindedir. Verilen yemek ise sadece kuru bir ekmektir. Mustafa Ural, insan yüzü göremediği bu yerde, suçunun ne olduğunu bilmeden günlerini geçirmektedir. Tarihin altı mı, yedi mi yoksa sekiz Haziran mı olduğunu bilmemektedir.
Bir süre sonra ani bir değişiklik olur. Koğuşların hepsi boşaltılmaktadır. Bütün hapishane boşalır. Mustafa Ural,günlerden sonra ilk defa gökyüzünü ve İstanbul’u gördüğü için mutludur. Fakat bu değişikliğin sebebini anlayamaz. Mahpuslardan biri savaş dolayısı ile savaş sığınaklarına götürüldüklerini söyler. Komutan, konuşanı vuracaktır. Mustafa Ural’ın Halil adındaki bir başka mahkumla konuştuğunu görür ve komutan onları taş odaya gönderir. Taş oda, en korkunç cezaların verildiği kısımdır. Taş odada Halil’le sohbet etmeye başlayan Mustafa ona hapse giriş sürecini anlatmaya başlar.
Mustafa Türkçe öğretmenidir. Sıkıyönetim bölgesindedir. Mustafa, rahatsız olduğu için bir süre sanatoryumda kalmıştır. Bu yüzden raporludur. Bir öğretmen arkadaşı yanına gelir; eserlerinin tehlikeli görüldüğünü ve dikkatli davranması gerektiğini söyler. Kitapları toplatılmaktadır. Mustafa, arkadaşından sonra evine gittiğinde apartmanın kapısında polisleri görür. Ayten, gelmemesi için uyarır. Mustafa, hakkında tutuklanma kararının çıktığını anlar ve ne yapacağını şaşırır. Karısının yanına gider ve şifreli bir şekilde durumunu anlatır. Eşi, ona bir miktar para verir. Mustafa, hep yakalanacağı korkusu ile İstanbul sokaklarını dolaşır. Arkadaşı asteğmen İlhan’ın yanına gider. Ondan kimsenin şüphelenmeyeceğini düşünür. Fakat arkadaşı ona çok soğuk davranarak başını derde sokmamasını anlatır ve teslim olmasını söyler. Mustafa, çok büyük hayal kırıklığına uğrar ve dostluklarının bittiğini söyleyerek oradan ayrılır. Gece evine gider. Karısı polislerin her yerde onu aradığını ve kitaplarının tamamen toplandığını söyler.
Sabaha doğru evden bir yabancı gibi çıkar. Gazetelerden iki yüz kişinin tutuklandığını, kendisinin de arandığını okur. Suçu, propaganda mahiyetinde kitap yayınlamaktır. Sokaklarda yakalanama korkusuyla geçirdiği bir günden sonra dostu Cengiz’in yanına sığınır. Cengiz, istediği kadar yanında kalabileceğini söyler. Mustafa çok sevinir. Tek göz bir odada kalan Cengiz’in evindeki en büyük sorun odun ve kömürdür. Tüm şehirde odun, kömür çok pahalıdır. Cengiz ve Mustafa paralarını birleştirerek aldıkları odunlarla ısınmaya çalışırlar. Cengiz, Mustafa’ya her konuda saygı duymakla birlikte, politikadan uzak durmaktadır. Fakat hocasını bu zor günlerinde saklamakta kararlıdır.
Mustafa, Cengiz’in evinde sessiz, sakin bir süre geçirir. Fakat bir gün Cengiz’in kız arkadaşı Çiğdem eve gelir. Çiğdem Mustafa’nın bir kanun kaçağı olduğunu anlar ve polise şikayet edeceğini söyler. Mustafa bu yüzden buradan ayrılmak zorunda kalır. Yine sokaklardadır. Ne yapacağını bilemez. Gördüğü her kişiden şüphelenir. Yakalanma korkusu ile geçen bir süreden sonra babaannesi ile yaşayan Nihat’ın yanına gitmeye karar verir. Nihat okulunu uzattığı için bitirme sınavlarına hazırlanmaktadır. Nihat babaannesine Mustafa’yı gündüzleri eve gelip ona ders anlatan bir hoca gibi tanıtır. Birkaç gün Mustafa burada dinlenir. Hatta sağlığı da düzelir. Fakat bir gün Nihat’ın babaannesi Mustafa’nın orada kaldığını anlar ve çok sinirlenir. Mustafa oradan da ayrılmak zorunda kalır.
Bir gece Mustafa yolda bir polise yakalanır. Sıkıyönetim günleri olduğu için kimliğini sorar polis. Mustafa kendisini bir kadın arkadaşının yanından gelen bir öğretmen olarak tanıtır. Acele ile çıktığı için ceketini güya onun evinde unutmuş ve kimliğide içinde kalmıştır. Böylelikle kurtulur. Mustafa, Cengiz kız arkadaşlarından ayrıldığı için onun yanında yeniden kalmaya başalar. Karısını ve çocuğunu çok özlediği bir gün her şeyi göze alarak gece yarısı evine gider. Karısı ona çok soğuk davranır. Nerdeyse onun teslim olmasını istemektedir. Mustafa Ural, karısının davranışlarına bir türlü anlam veremez. Bu arada kapı çalınır. Gelen komşularının kızı Ayten’dir. Ayten, babasının Mustafa’yı polise şikayet etmeye gittiğini söyler. Mustafa’nın hemen kaçması gerekmektedir. Mustafa kaçarken onu en çok üzen Şükran’ın onu uğurlamamasıdır.
Mustafa polisten kaçmaya başladığından beri bir ay geçmiştir. Maaşını karısının yardımı ile alır. Bir gün Ayten’le buluşur. Ayten, hocasına yazdığı hikâyeleri okutur. Bir de Şükran’ın İlhan’la gezmeye gittiğini söyler. Mustafa’nın kalbine bir şüphe düşer. Karısının ve çocuğunun başında olmamasının sonunun böyle olmamasına şaşırmaz.
Tarih 24 Mayıs’tır. Mustafa’nın sağlığı hücrede kalmaya müsait hale gelmiştir. Artık yakalansa dahi hapishane koşullarında yaşayabileceğini düşünmektedir. Ve beklenen gün gelir. Mustafa önceden karşılaştığı polisle karşılaşır. Polis onun önceki sefer yalan söylediğini öğrenmiştir. Apar topar onu emniyete götürür.
Mustafa Ural ve Halil taş odada gözaltında iken bir gelişme olur. Mustafa, savcıya sevk olunmuştur. Mahkemede Mustafa’yı kötü bir sürpriz beklemektedir. Karısı Şükran da oradadır. Fakat karısının onun savcıya sevk olunduğunu bilmesine imkân yoktur. Bir başka mesele için orada olmalıdır. Birden bir duruşmada İlhan’ı görür. İlhan işlediği suçtan dolayı askerler tarafından sorguya çekilmektedir.

Kaynakça

  1. ^ "HAbabam Sınıfı". Hababam Sınıfı resmi sitesi. http://hababamsinifi.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=1&Itemid=2. Erişim tarihi: 02 Ekim 2011. 

Ayrıca bakınız