25 Haziran 2013 Salı

Kazım Koyuncu



Kâzım Koyuncu (d.7 Kasım 1971, Artvin -ö.25 Haziran 2005, İstanbul), geleneksel Karadeniz müziği ile Rock'n'Roll müziği sentezleyerek kendi tarzını yaratan Laz müzisyen. 33 yaşında akciğer kanserinden vefat etmiştir

 yaşam öyküsü
Artvin'in Hopa ilçesine bağlı Yeşilköy (Pançol)'de, 7 Kasım 1971 tarihinde doğmuşsa da nüfusa geç kaydedildiğinden dolayı resmi doğum tarihi 10 Mayıs 1972'dir.  Müziğe ortaokul birinci sınıfta mandolin çalarak başlamış, çocukluğu, "üstadım" dediği, "Kemençeci Yaşar" lakabı ile tanınan Yaşar Turna'nın yanında türkü dinleyerek geçmiştir  İstanbul'a üniversite eğitimi için geldikten sonra müzikle yoğun olarak uğraşmaya başlamışsa da İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden siyasi nedenlerle ayrılmıştır. 1992 yılında profesyonel müzik hayatına atılmıştır. 2004'ün sonlarında sanatçıya akciğer kanseri  teşhisi konulmuş ve kanser tedavisi görmeye başlamıştır. 25 Haziran 2005'de, 33 yaşında, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirmiştir.
"Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan çekinmem" diyordu bir röportajında Kazım Koyuncu.

Müzik kariyeri

1992'de henüz 20 yaşında iken Ali Elver le "Dinmeyen" adlı özgün müzik grubunu kurmuş ve profesyonel müzik hayatı başlamıştır. Zamanla Lazca müzik yapmak için bu gruptan ayrılmışsa da rock'tan kopamamış ve geleneksel Laz halk müziğini rock tabanlı yorumlamaya başlamıştır.
1993’te Mehmedali Barış Beşli ile birlikte Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) adlı rock müzik grubunu kurmuştur. Lazca rock yapma iddiası ile yola çıkan ve 1995'te Va Mişkunan (Bilmiyoruz), 1998'de de İgzas (Gidiyor) adlı albümleri yaparak bu iddialarını da gerçekleştiren grup, sınırlı sayıda (yalnızca 130 adet) basılmış bir konser albümü (Bruxel Live)çıkardıktan sonra 1999 yılında dağılmıştır.
Kazım Koyuncu, tek başına müziğe devam etmiş ve Salkım Söğüt adlı projelerin ikincisinde 3 şarkıyla yer almıştı. 2001’de Viya! adlı ilk solo albümünü çıkardıktan sonra Kanal D televizyonunda yayınlanan popüler TV dizisi Gülbeyaz'ın [4] hem müziklerini yapınca yurt çapında tanınmıştır. Daha sonra Kemal Sahir Gürel ile birlikte Sultan Makamı adlı televizyon dizisinin müziklerini hazırlamıştır..
Karadeniz müziğinin güçlü temsilcilerinden Fuat Saka, Volkan Konak ve Bayar Şahin ile birlikte düzenledikleri, büyük ilgi gören Hey Gidi Karadeniz konserler dizisinin de öncülüğünü yapmış, Nisan 2004'te çıkardığı ikinci solo albümü Hayde ile popülaritesini arttırmıştır.
Ölümünden sonra 16 şarkının 4 tanesi konser kaydı, 4 tanesi (Dünyada Bir Yerde, Yalnızlığı Anla, Hoşçakal, Yine Burada) demo kayıt, geri kalanı ise farklı albümlerde (Gitarın Asi Çocukları (Anılar Düştü Peşime), Grup Patika/Aşk Beni Büyütmedi (Ayrılık Şarkısı), Seyduna (Hayat), Tuncay Akdoğan/Bir Nehir ki Ömrüm (Darbedar), Dinmeyen/Sisler Bulvarı (Askıda Yaşamak), dizi müziği (Le le le) yer alan Dünyada Bir Yerdeyim albümü Halkevleri tarafından 18 Aralık 2006'da çıkartılmıştır. Bu albümün geliriyle Kazım Koyuncu Kültür Merkezi çalışmalarına başlamış ve halen çeşitli atölye çalışmalarıyla katılımcılarına ücretsiz eğitimler vermeye devam etmektedir. 2008 yılında Kazım Koyuncu'nun hayat hikâyesinin yanı sıra bir kısmı hiçbir yerde yayınlanmamış görüntülerle anlatan yönetmenliğini Ümit Kıvanç'ın yaptığı "Şarkılarla Geçtim Aranızdan" belgeseli 3 DVD halinde yayınlanmıştır.

Kaybının yankıları

26 Haziran 2005'te Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda düzenlenen tören sonrası onbinler tarafından Hopa'ya uğurlanmış ve 27 Haziran 2005'te doğduğu köy olan Pançol'da fındık ağaçlarının çevrelediği köy mezarlığında ebedi istirahatgahına konulmuştur. Kazım Koyuncu'nun genç yaşta kaybı, gönülden bağlı olduğu Trabzonspor'un vefakar taraftarları, Lazcanın tanınmasına yaptığı katkılardan dolayı Laz halkı, çevre sorunları konusunda gösterdiği duyarlılığın yanı sıra alçakgönüllü, samimi ve hümanist kişiliğiyle kalbini kazandığı büyük halk kitleleri tarafından üzüntüyle karşılanmıştır.

Kişiliği

Akıllardan hiç çıkmayacak bir sözü:
"Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya."

Çevreci kişiliği

Koyuncu, çevre sorunlarına duyarlı olmuştur. Karadeniz Sahil Yolu inşaatına karşı Rize ilinin Fındıklı ilçesinde düzenlenen eylemlere destekte bulunmuştur.

Albümleri

  • Viya! (2001)
  • Hayde (2004)
  • Dünyada Bir Yerdeyim (2006)
Kaynaklar http://tr.wikipedia.org

23 Haziran 2013 Pazar

İlhan Selçuk

İlhan Selçuk, (d. 11 Mart 1925, Aydın – ö. 21 Haziran 2010, İstanbul) Türk gazeteci, yazar. Düzenli gazetecilik kariyerine 1961'de Akşam'da başladı; aynı yıl Tanin'e oradan Vatan'a geçti; ertesi yıl Nadir Nadi'nin çağrısı üzerine Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı. 1991 yılından vefatına kadar Cumhuriyet'in başyazarlığını yaptı.
İlhan Selçuk, 12 Mart Muhtırası'ndan sonra "9 Mart Cuntası" içerisinde yer almak savıyla tutuklandı ve Ziverbey Köşkü'nde işkence gördü.
21 Mart 2008 tarihinde saat sabah 04:30 sıralarında Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alındı ve iki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 21 Haziran 2010 tarihinde ölen yazar, Hacıbektaş ilçesindeki "Yıldızlar Mezarlığı"na defnedildi.

Yaşamı

Karikatürist Turhan Selçuk' ve Mengü Ertel'in eşi Ülfet Ertel'in kardeşidir. Anne tarafından Ermeni kökenlidir İlhan Selçuk, 1950'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Bir süre serbest avukat olarak çalıştıktan sonra, önce yayıncılığa sonra da gazeteciliğe yöneldi. Kardeşi Turhan Selçuk'la birlikte 41 Buçuk (1952) ve Dolmuş (1956), Aziz Nesin ve Turhan Selçuk'la birlikte Karikatür (1958) adlı mizah dergilerini çıkardı. Karikatür sonradan Semih Balcıoğlu'nun Taş adlı mizah dergisiyle birleşerek Taş-Karikatür adını aldı. İlk yazıları 1952 yılında 41 Buçuk dergisinde çıkan Selçuk, 1961'den itibaren gazeteciliğe başlayarak Yeni İstanbul, Akşam, Tanin, Vatan gazetelerinde fıkra yazarlığı yaptı. 1963'te girdiği Cumhuriyet'teki "Pencere" adlı köşesindeki yazılarını vefatına kadar sürdürdü.

12 Mart Dönemi


Ana madde: 12 Mart Muhtırası
İlhan Selçuk 12 Mart Muhtırası'ndan sonra, 9 Mart 1971 darbe teşebbüsüne katılan Milli Demokratik Devrimcilerden olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. 12 Mart 1971 muhtırasına giden süreçte Doğan Avcıoğlu'nun çıkardığı Devrim gazetesi etrafında toplanan ve içlerinde 27 Mayıs Darbesini yapan Milli Birlik Komitesi'nin gerçek lideri Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun da bulunduğu önesürülen "Milli Demokratik Devrimciler", o dönemin siyasi partilerinin demokrasi anlayışının bir oyalamaca olduğunu ileri sürerek ulusçu-devrimci yöntem olarak ifade edilen ilkeler doğrultusunda parlamento dışı muhalefeti savunuyorlardı.Devrim gazetesinin genel yayın yönetmeni Hasan Cemal çok sonraları anılarını anlattığı Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim adlı kitabında o zamanki maksatlarının "ulusalcı" subayları ikna ederek onlarla birlikte 1917'de Rusya'da yapılmış olan Bolşevik Devrimi gibi askeri darbeye benzeyen bir "Milli Demokratik Devrim" yapmak olduğunu yazdı.[5] 1971’de Oktay Kurtböke ile beraber sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı. Selçuk, 12 Mart döneminde "Ziverbey Köşkü"nde yaşadığı sorgulama günleri üzerine açıklamalar yapmayı düşünmediğini belirtse de 1987 yılında burada yaşadıklarından yola çıkarak köşkün adını taşıyan bir kitap yazdı. Kitapla birlikte Ziverbey Köşkü’nün işkence iddiaları ilk defa anlatılmış oldu. Selçuk, Köşk’teki işkence iddiasını ifadesinin içine akrostiş yöntemiyle gizlice yerleştirmişti, yazdığı her cümlenin sondan ikinci kelimesinin baş harfi yukarıdan aşağı sıralandığında "işkence altındayım" cümlesi çıkıyordu
Yazar, Ziverbey Köşkündeki "ilişki ağı" konusundaki bir soruyu şöyle yanıtlamıştır:
"Erenköy Köşkü Cevdet Sunay-Memduh Tağmaç-Faik Türün cuntasının işkence merkeziydi. 12 Mart yapısı içinde özel bir yeri vardı. Çünkü 1. Ordu'nun bulunduğu İstanbul bölgesinde Faik Türün, kendi yetkilerini kullanarak özel operasyonlar yaptırabiliyordu. Basın da İstanbul'da olduğuna göre, burada yaşandı birçok şey. İnsanlar tutuklanmaya, gözaltına alınmaya, kovuşturulmaya başlandı, davalar birbirini izledi. Bu karmaşa içinde aydınlık olan şudur: 12 Mart döneminde Erenköy'de, Ziverbey'de Zihni Paşa Köşkü diye anılan (ya da Ziverbey Köşkü) yerde Faik Türün ve (1991 yılında bir Dev-Sol militanı tarafından öldürülecek olan) Memduh Ünlütürk buyruğunda bir işkence merkezi kurulmuştur. Bu işkence merkezinde de birçok aydın tezgahtan geçirilmiştir."
Selçuk, kitapta yaşadığı işkenceyi şöyle anlatıyordu:
“Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Birileri beni yere yatırmışlar, çoraplarımı çıkarmışlardı. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarımı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım (...) ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz (...) Taa kemiklerine işleyen bir acı duyuyor insan. Başlangıçta bağırmamak için kendimi tutuyor, dişlerimi sıkıyordum. Ama sonra kendimi bıraktım; çünkü ne kadar çabalarsan çabala sesine gem vuramıyorsun. Önce hırıltı başlıyor, ardından feryada dönüşüyor, hayvanlaşıyorsun. Olayın bir de ruhsal yanı var ki, bedensel acının üstüne biniyor. Kendini aşağılanmış olarak görüyorsun..."

Sonraki Yıllar

1991 yılında, Nadir Nadi'nin ölümünden sonra Cumhuriyet'in yayın politikası nedeniyle başlayan tartışmalar sonucunda bir grup yazar ve çalışanla beraber gazeteden ayrıldı. Ancak Nisan 1992'de yeni bir yayın kurulu oluşturulmasıyla gazeteye döndü ve vefatına kadar sürdüreceği başyazarlık görevine başladı.
Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) kurucu üyesidir. 1997 Sertel Demokrasi Ödülü'ne layık görülmüştür.
İlhan Selçuk, 21 Mart 2008 günü saat sabah 04:30'da Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı[8]. Selçuk'la birlikte gözaltına alınanlar arasında[9] İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhat Bolluk ve gazeteci Adnan Akfırat da bulunmaktaydı. İlhan Selçuk, 22 Mart'ı 23 Mart 2008'e bağlayan gece, saat 01:30'da serbest bırakılmıştır.[10]
14 Ağustos 2009 günü, rahatsızlanarak Vehbi Koç Amerikan Hastanesi Yoğun Bakım ünitesinde tedavi altına alınmış beyin damar tıkanıklığına bağlı olarak kısmi felç geçirdiği saptanmıştır. 10 gün yoğun bakım ünitesinde tedavi gören Selçuk, 24 Ağustos 2009 günü yoğun bakımdan çıkmıştır[11].
21 Haziran 2010 günü çoklu organ yetmezliği nedeniyle İstanbul'da hayatını kaybetti. Vasiyeti üzerine Nevşehir'in Hacıbektaş İlçesi'nde ağabeyi Turhan Selçuk’un yanıbaşında toprağa verildi.

Eserleri

  • Uzak Komşu Rusya'dan Gezi Notları (1967) - Gezi notları
  • Mustafa Kemal'in Saati (1969) - Belgesel yazılar
  • Yüzbaşı Selahattin'in Romanı (2 cilt, 1973/1975) - Roman
  • Güzel Amerikalı (1976) - Gezi notları
  • Sovyetler, İran, Amerika İzlenimleri (1976) - Gezi notları
  • Yeni Kırallar, Yeni Soytarılar (1976) - Belgesel yazılar
  • Atatürkçülüğün Alfabesi
  • Ağlamak ve Gülmek (1982) - Belgesel yazılar
  • Düşünüyorum Öyleyse Vurun (1984) - Belgesel yazılar
  • Görülmüştür (1986) - Belgesel yazılar
  • Ziverbey Köşkü (1987) - 12 Mart dönemi tutukluluğu anıları
  • Japon Gülü (1988) - Deneme
  • Enel Hakk'ın Hakkı - Cumhuriyet gazetesinde çıkmış, Alevi-Sünni konularında yazılmış çarpıcı yazıları içermektedir. Bazı Bektaşi Fıkraları ile okuyucu eğlenerek bilgilendiriliyor.
  • İskele Sancak Sol - Sağ - Şeriat (1996)


KAYNAK:http://tr.wikipedia.org

20 Haziran 2013 Perşembe

SSM’nin Yeni Sergisi: Oryantalizmin 1001 Yüzü

 
 



Kategori: Sergi
Sakıp Sabancı Müzesi
Tarihler: 26 Nisan 2013 Cuma ~ 11 Ağustos 2013 Pazar

Adres: Sakıp Sabancı Cad. No:42 Emirgan Sarıyer İstanbul
Telefon: 012 277 22 00
Faks: 0212 229 49 14




S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), yeni sergisiyle Oryantalizmin 1001 yüzünü mercek altına alıyor. Sanatseverlerin ziyaretine açılan sergi, 19. yüzyıl Oryantalizmine odaklanırken, “Oryantalizm” teriminin kaynağına inerek bilim dünyasından arkeolojiye, mimariden dünya sergilerine, fotoğraftan modaya uzanan pek çok konudaki etkilerine ışık tutuyor. Sergide, 19. yüzyıl başında gerçekleşen arkeolojik kazılar, dünya sergileri görüntüleri, değerli kitaplar, Avrupa’daki Oryantalist mimarinin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki uygulamaları, Oryantalist tarzda iç mekan tasarımları, sahne dekoru ve moda, stüdyo fotoğrafları ve 19. yüzyıl ile başlayan Doğu’ya seyahatin değişik aşamaları, obje ve örneklerle sunuluyor. Merkezinde, Oryantalizmin her zaman eş anlamlı kullanıldığı Oryantalist heykel ve tabloların yer aldığı “Oryantalizmin 1001 Yüzü”sergisi, Çiftçi Towers sponsorluğunda, Teknosa’nın teknoloji ve The Grand Tarabya’nın konaklama desteğiyle gerçekleştiriliyor.
Oryantalizme, Napoléon Bonaparte’ın 1798’deki Mısır seferi sonrasında Avrupa’da Doğu’ya ilgi ve merakın arttığı bir dönem çerçevesinde çok yönlü bir bakış açısıyla yaklaşan “Oryantalizmin 1001 Yüzü” sergisi, aynı zamanda Batı ile Doğu arasındaki etkileşimleri ve Edward Said’in 1978’de yayınladığı “Orientalism” kitabı ile başlayan yoğun tartışmaları da dikkate alıyor. Akademik bir kadro ile konularının önde gelen uzmanlarının oluşturduğu bilimsel danışma komitesinin desteğiyle hazırlanan sergi, bu sayede Oryantalizm kavramını, sadece Batılı merkez tarafından kontrol edilen tek taraflı bir söylem olmaktan çıkarıp, farklı alanlara yansımaları ve etkileri ile geniş bir yelpazede ele alıyor.

 
Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer ,“Sakıp Sabancı Müzesi olarak yaklaşık bir buçuk yıldır bu sergi üzerinde çalışıyoruz. Edebiyattan arkeoloji ve müziğe, fotoğraftan sahne sanatlarına ve modaya kadar pek çok farklı alanı kapsayan sergimizin omurgasını tarih ve sanat tarihi uzmanlarıyla bir araya gelerek oluşturduk. Oryantalizm kavramını, Napoléon Bonaparte’ın askeri bir harekâttan öte adeta akademik ve bilimsel bir çıkarmaya dönüşen Mısır seferi ve takip eden süreçte Batı’nın Doğu’ya artan ilgi ve merakını, sözünü ettiğimiz farklı disiplinlere yansıyan çok yönlü bir bakış açısıyla anlatıyoruz. Yüzyıllardır Doğu medeniyetinin Batı’nın kültür ve sanat ortamına yaptığı büyük etki bilinmekle birlikte, 19. yüzyılda geçmişin bütün akımlarından daha kalıcı olan, 20. yüzyıl sanatına uzun soluklu bir değişim getiren ve iz bırakan Oryantalizmi keşfetmeye tüm sanatseverleri davet ediyoruz.” dedi.
Serginin açılışını takiben, 26 ve 27 Nisan’da iki gün boyunca düzenlenecek konferans programı kapsamında serginin bilimsel danışma komitesinde de yer alan profesörler, Oryantalizmi resim, mimari, müzik ve sinema gibi alanlar üzerinden kimi zaman disiplinler arası karşılaştırmalı olarak anlatacak. 11 Ağustos’a kadar SSM’de ziyaret edilebilecek sergi süresince konferans programları, film gösterimleri, çocuk ve yetişkin eğitimleri gerçekleştirilecek
 

 

 

 


 
 


 

 
 
 

Mustafa Kemal (Cahit Külebi)








Mustafa Kemal

Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı
Sel'am durdu kayığı, çapari, takası
Selam durdu tayfası.
Bir duman tüterdi bu geminin bacasından, bir duman
Duman değildi bu!
Memleketin uçup giden kaygılarıydı.

Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil!
Sarılan anayurda
Kemal Paşanın kollarıydı.

Selâm vererek Anadolu çocuklarına
Çıkarken yüce komutan
Karadeniz'in halini bir görmeliydi.
Kalkıp ayağa ardı sıra baktı dalgalar
Kalktı takalar,
İzin verseydi Kemal Paşa
Ardından gürleyip giderlerdi
Erzurum'a kadar.

                                              

                                CAHİT KÜLEBİ

Cahit Külebi


 




Cahit Külebi (d. 1917, Tokat- ö. 20 Haziran 1997 Ankara, Türk şair.
Halk şiirinden, türkülerden yararlanarak çağdaş bir şiir oluşturmuş, konu olarak yurt, insan ve doğa sevgisini işlemiştir. Şiirlerinde çocukluğunun ve gençlik yıllarının geçtiği yörelerden izlenimlerini yansıtmıştır.

Hayatı

20 Ocak 1917'de Tokat Zile'de doğdu, 20 Haziran 1997 tarihinde Ankara’da öldü. Sivas Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Antalya lisesi'nde, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda, Ankara Gazi Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Milli Eğitim müfettişi oldu. İsviçre’ye kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak atandı. Yurda dönünce Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliği ve Kültür müsteşar yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1972'de emekliye ayrıldı. 1983 yılına kadar Türk Dil Kurumu'nda çalıştı. 1976'dan sonraki dönemde Türk Dil Kurumu Genel Yazmanı’ydı. İlk şiirleri "Nazmi Cahit" takma ismiyle 1938'de Gençlik dergisinde yayınlandı. Daha sonra Varlık Dergisi'nde yayınlanan şiirlerinde de aynı imzayı kullandı. 1950-1954 arasında Sokak, İnsan, Türk Dili, Yaratış, Kültür Dünyası gibi dergilerde çıkan şiirleriyle ünlendi. İlk şiir kitabı "Adamın Biri" 1946'da yayınlandı. 1949'da çıkan ikinci kitabı "Rüzgâr"da Orhan Veli şiirine yaklaştığı dikkat çekti. "Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda adlı eseri, Nevit Kodallı'nın "Atatürk Oratoryosu"na temel oluşturdu. 1940 sonrasında başlayan şiirimizin yenileşmesi hareketinde kendine özgü bir yeri var. Rahat anlatımı, içtenlik ve duyarlılığıyla ilgi çeken titiz bir şiir işçisi.

Eserleri

  • Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952)
  • Yeşeren Otlar (1954), 1955Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü
  • Süt (1965)
  • Şiirler (1969)
  • Türk Mavisi (1973)
  • Sıkıntı ve Umut (1977)
  • Yangın (1980)
  • Bütün Şiirleri (1982)
  • Güz Türküleri (1991)
  • Bütün Şiirleri (1997)
  • Güzel Yurdum (1996)
  • Zerdali ağacı
  • Kamyonlar Kavun Taşır (1999)
  • Biz Biliriz Bizim İşlerimizi
  • Herkesin Bir Derdi Var
  • Ekin'in Göz Yaşları
  • Sana Borçluyuz

Anısı;

  • İçi Sevda Dolu Yolculuk (1986)

Düz Yazıları

  • Şiir Her Zaman (1985)

Ödülleri

KAYNAK:WİKİPEDİ ÖZGÜR ANSİKLOPEDİ

18 Haziran 2013 Salı

Nuri İyem



Nuri İyem (1915, İstanbul - 18 Haziran 2005, İstanbul), toplumsal-gerçekçi sanat akımının önde gelen ressamlarından.
Anadolulu kadın portreleriyle tanınmıştır. 3500 civarında resmi vardır. 1941 yılında Avni Arbaş, Agop Arad, Turgut Atalay, Haşmet Akal, Kemal Sönmezler, Selim Turan, Fethi Karakaş, Ferruh Başağa, Mümtaz Yener ile beraber "Yeniler" grubunu oluşturmuş ve "Liman" adlı bir sergi ile toplumsal-gerçekçi sanat görüşünü ortaya koymuştur.

Hayatı

Henüz üç yaşında iken 1918 yılında annesi ve ablası ile birlikte babasının görevi gereği bulunduğu Mardin’e bağlı bir ilçe olan Cizre’ye gitti. İleriki yıllarda gözleri sanat yaşamının portrelerine konu olacak ve kendisi ile çok yakından ilgilenen ablasını 1922 yılında kaybetti. İlkokula Mardin’de başladı. Ailesiyle geldiği İstanbul’dan 1923 yılında annesi ve teyzesiyle gittiği Arnavutluk İşkodra’da mahalle mektebine ardından da İtalyan İlkokulu’na devam etti. Ortaokulu, tekrar döndüğü İstanbul’da okuyan Nuri İyem, Pertevniyal Lisesi öğrencisi iken yaptığı resimlerini dönemin Akademi hocası Nazmi Ziya Güran’a gösterince, Akademi’ye kabul edilebileceği yanıtını aldı. 1933 yılında girdiği Akademi’de öğreniminin ilk yılında Nazmi Ziya Güran’ın öğrencisi oldu. Daha sonraki yıllarda Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Leopold Levy ile çalıştı. Estetik derslerini ise daha sonraki yıllarda yakın dostu olacak olan Ahmet Hamdi Tanpınar’dan aldı. 1937 yılında birinciliği dönem arkadaşı Ragıp Gürcan ile paylaşarak mezun oldu. 1938 yılında yani II. Dünya Savaşı sıralarında asteğmen olarak Trakya’ya gitti. Askerliğini yaptıktan sonra Giresun’a resim öğretmeni olarak atandı. Mezun olduğu okula 1940 yılında “Yüksek Resim Bölümü”nde okumak üzere tekrar geri döndü. Leopold Levy’nin öğrencisi oldu. 1944 yılında “Yüksek Resim Bölümü”nü Nalbant adlı çalışması ile ikinci kez birincikle ilk mezun olarak bitiren sanatçı, aynı yıl Nasip Özçapan’la evlendİ

RESİM TUTKUSU

Resme olan tutkusu ile anne ve babasının ona karşı olan tutumunu kendi sözleri ile şöyle aktarır:
Resme olan tutkum yüzünden babamdan yediğim tokatlarla , söze başlamam gerekiyor önce: Mardin’de ilkokuldaydım. Bir tatil günü evde renkli kalemlerle resim yapıyordum. O zamanlar kullandığımız renkli kalemler kalitesiz olduklarından uçları hemen kırılıyordu. Külüstür bir çakı ile kırılan uçları açmak için uğraşıyordum. Ama kalemleri yontmak çok zor oluyordu. İşte, tam bu sırada duvara gömülü dolap içinde bir kutuda duran babamın usturaları geldi, aklıma. Çoktandır o usturaları kullanmadığını da biliyordum. Ama usturaları almaya korkuyordum. Babam evde olmadığı zamanlar, berbere gittiğinde almak daha kolayıma geliyordu, tabii. Usturalarla, renkli uçları kırılıveren kalemleri daha kolay yontabiliyordum. Yontabiliyordum ama usturaların o keskin ağızları da çabucak kırılıyordu. Resim yaptıktan sonra usturaları kutuya koyup dolaba kaldırdım. Kopacak fırtınayı bekliyordum. Şimdi bunları hatırladığımda yaşananların üzerinden sadece bir iki ay geçmiş gibi geliyor, bana. Babam dolabın kapısın açmış, elinde usturalarla önünde durmuş ve beni çağırıyordu. Yanına gittiğimde hiçbir şey söylemeden tokatları indirmeye başladı. Yeterince tokatladığına inanınca da usturaları bu hale niçin getirdiğimi sordu. Olayı olduğu gibi anlattım. Usturaları çok uzun zaman önce gördüğümü, kalemlerin uçunu açarken bu kadar kolay kırılacaklarını hiç sanmadığımı ve kendisinin de kullanmadığına göre lüzumlu olmadığını düşündüğümü söyledim. Babamın usturalarını kullanarak yaptığım resme ne oldu şimdi hatırlamıyorum. Ama resim yapmak, öylesine heyecan ve keyif verici bir şeydi işte.

Ödülleri

  • 1973 Cumhuriyet’in 50.Yılı Resim Ödülü,
  • 1989 Sedat Simavi Görsel Sanatlar Ödülü
  • 1997 Tüyap İstanbul Sanat Fuarı Onur Ödülü

Ölümünden sonraki sergilerinden seçmeler

  • 2008 Doku Sanat Galerisi
  • 2008 Evin Sanat Galerisi
  • 2008 Derinlikler Sanat Merkezi
  • 2008 Olcay Art
  • 2008 Antik Park Fine Art and Antiques
  • 2007 Antik Park Fine Art and Antiques
  • 2007 Valör Sanat Galerisi, Artistanbul 2007, İstanbul
  • 2007 Evin Sanat Galerisi, Artist 2007, Tüyap-İstanbul
  • 2007 Evin Sanat Galerisi
  • 2007 Doku Sanat Galerisi
  • 2007 Rezan Has Müzesi
  • 2007 Mart Kolleksiyon
  • 2006 Evin Sanat Galerisi
  • 2006 Cumalı Sanat Galerisi
  • 2005 Artı Mezat
  • 2005 Evin Sanat Galerisi
  • 2005 Artı Mezat

Ölümünden bir yıl önceki sergileri

  • 2004 Evin Sanat Galerisi
  • 2004 Cream Art Gallery
  • 2004 Nurol Sanat Galerisi
  • 2004 Ada Antik
  • 2004 Galeri Ortaköy
  • Kaynak:Wikipedi Özgür Ansiklopedi

12 Haziran 2013 Çarşamba

Tolga Aşkıner





Tolga Aşkıner (d. 18 Şubat 1942 (Divriği, Sivas) ö. 12 Haziran 1996, İstanbul) Sinema ve tiyatro sanatçısı, yönetmen.
Darüşşafaka Lisesi’ni ve İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nü bitiren sanatçı, Konservatuvar Deneme Sahnesi’nde oyuncu ve yönetmen olarak amatör çalışmalar yaptı. 1960’ta İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda çalışmaya başladı. Daha sonra Arena ve Dormen Tiyatrosu, AST gibi topluluklarda çalıştı. Ayfer Feray ve Nisa Serezli Topluluğu’na katıldı. 1968’de, eşi Nisa Serezli'yle, Nisa Serezli - Tolga Aşkıner Tiyatrosunu kurdular. Çok sayıda oyunda rol aldı. Bazı oyunların da yönetmenliğini yaptı.
1996 yılında, gırtlak kanseri nedeniyle tedavi görmekte olduğu Şişli Eftal Hastanesi'nde 54 yaşında öldü. Mezarı Zincirlikuyu Mezarlığında eşi Nisa Serezli
'nin mezarının yanındadır.

Filmografisi

  • Aylaklar - 1994
  • Hayri Beyin Son Aşkı - 1993
  • Sessiz Karanlık - 1992
  • Burnumu Keser misiniz? - 1992
  • Caniko - 1976
  • Yaban Gülü - 1970