31 Aralık 2012 Pazartesi

27 Aralık 2012 Perşembe

Bir Kış (Cemal Süreyya)



Bir Kış

Bir kış göğü gibi o saat alçalır ölüm,
Yalnız işitme duyusu kalır ortada.
Asya kentleri yürür dururlar,
Höyükler burnumda hızma.

Uzakta dev bir damla:Pırıl pırıl Pencap!
Tabanlarından kayıp duran sütunlar
Yitmiş bir geleceğin işaret parmakları:
Horasan uykusuna havlayan köpekler, Buhara.

Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada
                                                                     Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

                                                                                                 CEMAL SÜREYYA

26 Aralık 2012 Çarşamba

Bespruzhnaya Ludmila

Critics say that her pictures breathe, they are alive. May be it happens because her motto in life is "never give up" and the philosophy in art - "this world is so beautiful"? Ludmila Bespruzhnaya???s pictures are so natural and real that it seems that in a moment you will feel the scent of daises, or you can take and eat one of the apples in the picture???
Ludmila was born on the 14th of November 1937 in Lugansk. She started to draw when she was only 8 years old. Being a school girl she attended an art studio and in 1951 took part in republican exhibition of the art of children, which was held in Kiev. Next year her paintings were presented at the VII USSR Exhibition of Fine Art of Children in Moscow.
She continued her education in Lugansk State Art School and then in Kiev State Art Institute. After graduation Ludmila worked as a teacher of drawing, painting and composition at Lugansk State Art School (now ??? Lugansk College of Culture and Arts).
As topics for her paintings Ludmila Bespruzhnaya chooses genre still lives (flowers, fruit and vegetables), lyric landscapes, cityscapes. Her own favorite work is the still life "Daisies" which in Ludmila???s opinion brings positive emotions to the onlooker. Among Lugansk artists she distinguishes V.Koshevoy as a master of landscape.

Mehmet Âkif Ersoy


Mehmet Âkif Ersoy, (doğum adı: Mehmet Ragif, 20 Aralık 1873 - 27 Aralık 1936), baba tarafından
Arnavut, anne tarafından Özbek asıllı Türk olan Cumhuriyet Dönemi şairi, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an mütercimi, yüzücü, milletvekili.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal marşı olan İstiklâl Marşı'nın yazarıdır. "Vatan Şairi" ve "Milli Şair" unvanları ile anılır. Çanakkale Destanı, Bülbül, Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil'ür-Reşad ) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM'de yer almıştır

Yaşam öyküsü
Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında İstanbul'da, Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi. Nüfusa kaydı, babasının doğumundan sonra imamlık yaptığı ve Âkif'in ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde yapıldığı için nüfus kağıdında doğum yeri Bayramiç olarak görünür. Annesi Buhara'dan Anadolu'ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; babası ise Kosova'nın İpek kenti doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi'dir. Mehmet Tahir Efendi, ona doğum tarihini belirten "Ragif" adını verdi. Babası vefatına kadar Ragif adını kullansa da bu isim yaygın olmadığı için arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi. Çocukluğunun büyük bölümü annesinin Fatih, Sarıgüzel'deki evinde geçti. Kendisinden küçük, Nuriye adında bir kız kardeşi vardır.

Öğrenim Yılları

İlk öğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde o zamanların adeti gereği 4 yıl, 4 ay, 4 günlükken başladı. 2 yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1882). Bir yandan da Fatih Camii'nde Farsça derslerini takip etti. Dil derslerine büyük ilgi duyan Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızcada hep birinci oldu. Bu okulda onu en çok etkileyen kişi, dönemin "hürriyetperver" aydınlarından birisi olan Türkçe öğretmeni Hersekli Hoca Kadri Efendi idi.
Rüştiyeyi bitirdikten sonra annesi medrese öğrenimi görmesini istiyordu ancak babasının desteği sonucu 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetmesi ve ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaptı, aile bu eve yerleşti. Artık bir an önce meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak isteyen Mehmet Âkif, Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi'ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu.
Dört yıllık bir okul olan Baytar Mektebi'nde bakteriyoloji öğretmeni Rıfat Hüsamettin Paşa pozitif bilim sevgisi kazanmasında etkili oldu. Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi; mahalle arkadaşı Kıyıcı Osman Pehlivan'dan güreş öğrendi; başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışlarına katıldı; şiire olan ilgisi okulun son iki yılında yoğunlaştı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi.
Mezuniyetinden sonra Mehmet Âkif, Fransızcasını geliştirdi. 6 ay içinde Kur'an'ı ezberleyerek hâfız oldu. Hazine-i Fünun Dergisinde 1893 ve 1894’te birer gazeli, 1895’te ise Mektep Mecmuası’nda "Kur'an'a Hitab", adlı şiiri yayınlandı, memuriyet hayatına başladı

 Meşrutiyet

II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Mehmet Âkif, Umur-ı Baytariye Dairesi Müdür Muavini idi. Meşrutiyet'in ilanından 10 gün sonra arkadaşı rasathane müdürü Fatin Hoca onu, on bir arkadaşı ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye yaptı. Ancak Mehmet Âkif, üyeliğe girerken edilen yeminde yer alan "Cemiyetin bütün emirlerine, bilâkayd ü şart (kayıtsız şartsız) itaat edeceğim" cümlesinde geçen "kayıtsız şartsız" ifadesine karşı çıkmış, "sadece iyi ve doğru olanlarına'" şeklinde yemini değiştirtmişti. Cemiyetin Şehzadebaşı İlmiye Mahfelinde Arap Edebiyatı dersleri veren Âkif, Kasım 1908’de, Umur-i Baytariye Müdür Muavinliği görevini sürdürürken Darülfünun’da Edebiyat-i Osmaniye dersleri vermeye başladı.
II. Meşrutiyet’in Âkif'in hayatında en büyük etkisi, meşrutiyetle birlikte yayın dünyasına adım atması olmuştu. Daha önce bazı şiirleri ve yazıları bir kaç gazetede yayımladıysa da eser yayımlamaya uzun süredir ara vermişti. Meşrutiyetin ilanından sonra, arkadaşı Eşref Edip ve Ebül’ula Mardin ‘in çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. İlk sayıda Fatih Camii şiiri yayımlandı. Ebül'ula Mardin ayrıldıktan sonra dergi, 8 Mart 1912'den itibaren Sebil'ür-Reşad adıyla çıkmaya devam etti. Âkif'in hemen hemen bütün şiir ve yazıları bu iki dergide yayımlandı. Gerek dergilerdeki yazılarında, gerekse İstanbul camilerinde verdiği vaazlarda Mısırlı bilgin Muhammed Abduh'un etkisiyle benimsediği İslam Birliği görüşünü yaymaya çalıştı.
1910 yılında gerçekleşen Arnavutluk İsyanı onu çok üzmüş ve arkasından gelecek kötü olayları sezmişti. Balkanlar'da artan düşmanlık duygularını ve doğabilecek isyanları önlemek için bir şeyler yapma arzusu duydu ancak Balkan Savaşı ile hüsrana uğradı. 1914’ün başında iki aylık bir seyahate çıkarak Mısır ve Medine'de bulundu. Mısır seyahati hatıralarını "El Uksur'da" adlı şiirinde anlattı.
1913’te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'nin halkı edebiyat yoluyla aydınlatma amacı güden neşriyat şubesinde Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin ile beraber çalıştı. 2 Şubat 1913 günü Bayezid Camisi kürsüsünde, 7 Şubat 1913 günü Fatih Camisi kürsüsünde konuşarak halkı vatanı savunmaya çağırdı.


Teşkilât-ı Mahsusa
Balkan Savaşı'ndan sonra, ilk olarak Umur-i Baytariye görevinden (1913), sonra yayınlarının hükümetle uygun düşmemesi nedeniyle aldığı ikaz üzerine Darülfünun müderrisliği görevinden (1914) ayrıldı. Yalnızca Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ndeki görevine devam etti. Harbiye Nezareti’ne bağlı Teşkilat-ı Mahsusa'dan gelen teklif üzerine İslam birliği kurma gayesi güden Almanya’ya (Berlin’e ) Tunuslu Şeyh Salih Şerif ile birlikte gitti. (1914). İngilizlerle birlikte Osmanlı'ya karşı savaşırken Almanlar'a esir düşmüş Müslümanların kamplarında incelemelerde bulundu ve farkında olmadan Osmanlı’ya karşı savaşan bu Müslüman esirleri aydınlatmaya çalıştı. Fransız ordusundaki Müslümanlara yönelik yazdığı Arapça beyannameler cephelere uçaklardan atıldı. Almanya’da iken yazdığı Berlin Hatıraları adlı şiirini dönünce Sebilürreşad’da yayınladı.
İstanbul'a döndükten sonra 1916 başlarında Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Arabistan'a gönderildi. Görevi, bu topraklardaki Arapları Osmanlı'ya karşı kışkırtan İngiliz propogandası ile mücadele etmek için "karşı propaganda" yapmaktı. Mehmet Âkif, Berlin'deyken heyecanla Çanakkale Savaşı ile ilgili haberleri takip etmişti. On dört ay süren savaşın zaferle sonuçlandığı haberini Arabistan'da iken aldı. Bu haber karşısında büyük coşku duydu ve Çanakkale Destanı'nı kaleme aldı. Arabistan dönüşünde iki ay Lübnan'da kalan Mehmet Âkif, "Necid Çölleri'nden Medine'ye" şiirinde bu seyahatini anlattı

Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye Cemiyeti

Lübnan’da yaşayan Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Paşa’nın daveti ile 1918’de bu ülkeye giden Âkif, Lübnan’da iken Şeyhülislamlığa bağlı Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye Cemiyeti başkatipliğine atandı. Ahmet Cevdet, Mustafa Sabri, Bediüzzaman Said Nursi gibi isimlerin kurduğu ve Osmanlı Devleti ile diğer İslam ülkelerinde çıkacak dini meseleleri halletmek, İslam aleyhindeki gelişmelere yanıt vermek amacıyla kurulan bu örgütte çalışırken bir yandan da Said Halim Paşa'nın “İslamlaşmak” adlı eserini Fransızcadan Türkçeye çevirdi.
Bu dönemde Anadolu toprakları işgale uğramış; Türk halkı Kurtuluş Savaşı 'nı başlatarak direnişe geçmişti. Bu harekete katılmak isteyen Âkif, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü. Bu arada Sebilürreşad idarehanesi, Millî Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçmiş olanlarla İstanbul’daki yakınlarının gizli haberleşme merkezi hâline gelmişti. Âkif, Kurtuluş Savaşı’nı desteklemesi nedeniyle 1920'de Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye Cemiyeti'ndeki görevlerinden azledildi.
Millî Mücadele'ye Katılması





İstanbul'da rahat hareket etme olanağı kalmayan Mehmet Âkif, görevinden azledilmeden az önce oğlu Emin'i yanına alarak Anadolu’ya geçti. Sebil'ür-Reşad’ı Ankara’da çıkarması için Mustafa Kemâl Paşa'dan davet gelmişti. TBMM'nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara'ya vardı. Millî mücadeleye şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi olarak katıldı. Ankara'ya varışından bir süre sonra ailesini de yanına aldırdı.
Ankara’ya geldiği günlerde, Mustafa Kemâl Paşa Konya vali vekiline telgraf göndererek Âkif’in Burdur milletvekili seçilmesini sağlamasını istemişti. Haziran ayında Burdur’dan, Temmuz ayında ise Biga’dan mebus seçildiği haberi meclise ulaştı. Âkif, Burdur mebusluğunu tercih etti. Böylece 1920-1923 yılları arasında vekil olarak I. TBMM’de yer aldı. Meclis kayıtlarında adı "Burdur milletvekili ve İslam şairi" olarak geçmektedir.
Ankara'ya varır varmaz ona verilen ilk görev, Konya Ayaklanması’nı önlemek için halka öğütler vermek üzere Konya’ya gitmekti, büyük gayretine rağmen Konya’da kesin bir sonuca ulaşamadı ve Kastamonu’ya geçti. Halkı düşmana direnişe teşvik için 1920 yılının Kasım ayında Kastamonu’daki Nasrullah Camisi'nde verdiği ateşli vaaz, Diyarbakır’da basıldı ve tüm vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.
Âkif, Anadolu'ya geçerken Eşref Edip'e de arkasından gelmesini söylemişti. Eşref Edip, Sebil'ür-Reşad Dergisi'nin klişesini de alıp İstanbul'dan ayrıldı.] Son olarak 6 Mayıs 1921 günü derginin 463. sayısını yayımlamışlardı. Âkif derginin 464-466. sayılarını Eşref Ediple beraber Kastamonu'da yayımladı, 464. sayı o kadar ilgi gördü ki birkaç kere basılıp Anadolu'ya ve askere dağıtıldı. 467. sayıdan itibaren yayıma Ankara'da devam ettiler. Derginin etkisi o kadar büyüktü ki, yaydığı yoğun duyguların hâkimiyetindeki Türk halkları etkilenmesinden korkan Rusya, gazetenin ülkeye girişini yasakladı.
1921'de Ankara'da Taceddin Dergahı'na yerleşen Mehmet Âkif, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etmekteydi. O dönemde Yunanlıların Ankara'ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri'ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif, Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi; teklifi tartışılıp kabul edildi.

İstiklâl marşını yazması

Aynı dönemde Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiç biri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Âkif'in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi. Mehmet Âkif'in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17:45'te ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı.

Mısır Yılları ve Kur'an Tefsiri

İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilen Mehmet Âkif, 1923 yılında Ankara'dan İstanbul’a döndü. Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine kışı geçirmek için Mısır'a gitti. Gitmeden önce Kur'an'ı Türkçeye tercüme etmek için Diyanet İşleri ile anlaşma imzaladı. Kendisine teklif edilen bu görevi başlangıçta reddetmişti çünkü kendi eserlerini yazmak, milli mücadele destanını yaratmak istiyordu ancak bu çeviriyi yapabilecek tek adam olarak görüldüğünden kabul etmesi için çok yoğun ısrar vardı ve kabul etmek zorunda kaldı. Bir kaç sene yazları İstanbul'da, kışları Mısır'da geçirdi. (Türkiye'de gerçekleşen devrimleri kendi inançlarına ve ülküsüne aykırı gördüğü söylentileri vardır.) 1926 kışından sonra Mısır’dan dönmedi. Kahire yakınlarındaki Hilvan'a yerleşti. Burada adeta inzivaya çekilerek Kur'an tercümesi üzerinde çalışmayı sürdürdü ancak 6-7 sene üzerinde çalıştıktan sonra sonuçtan memnun kalmadı ve bu sorumluluktan kurtulmak istedi. Sonunda 1932’de mukaveleyi fesh etti. Diyanet İşleri Başkanlığı hem tercüme hem yorumlama işini Elmalılı Hamdi Efendi'ye verdi. Âkif, kendi yazdıklarını dostu Yozgatlı İhsan'a teslim etti ve ölür de gelmezse yakmasını nasihat etti. Mehmet Âkif, Mısır yıllarında Kuran çevirisinin yanı sıra Türkçe dersleri vermekle meşgul olmuştu. Kahire'deki “Câmi-ül Mısriyye" adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi (1925-1936).

Türkiye'ye Dönüşü ve Vefatı

Siroz hastalığına tutulunca hava değişikliği iyi gelir düşüncesiyle önce Lübnan’a, sonra Antakya’ya gitti fakat Mısır’a hasta olarak döndü. 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda hayatını kaybetti. Edirnekapı Mezarlığı’na gömüldü. Cenazesine resmi bir katılım olmadı ancak büyük bir üniversiteli genç topluluk katıldı. Mezarı iki yıl sonra, üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı; 1960’ta yol inşaatı nedeniyle kabri Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi. Mezarı, Süleyman Nazif ve arkadaşı Ahmet Naim Bey'in mezarları arasındadır.Edebî Hayatı

Mehmet Âkif, şiir yazmaya Baytar Mektebi'nde öğrenci olduğu yıllarda başladı. Yayımlanan ilk şiiri Kur'an'a Hitap başlığını taşır. 1908'den itibaren aruz ölçüsü kullanarak manzum hikâyeler yazdı. Hikâyelerinde halkın dert ve sıkıntılarını anlattı. Balkan Savaşı yıllarından itibaren destansı şiirler yazmaya başladı. İlk büyük destanı, “Çanakkale Şehitleri'ne“ başlıklı şiiridir. İkinci büyük destanı ise Bursa'nın işgali üzerine yazdığı “Bülbül“ adlı şiiridir. Üçüncü olarak da İstiklâl Marşı'nı yazarak İstiklâl Savaşı'nı anlatmıştır. "Sanat sanat içindir" görüşüne karşı çıkan Mehmet Âkif, dinî yönü ağırlıkta bir edebiyat tarzı benimsemişti. Edebiyat dili olarak Millî Edebiyat akımına karşı çıktı ve edebiyatta batılılaşma konusunda Tevfik Fikret ile çatışmıştır.




Eserleri

Şairin Safahat adı altında toplanan şiirleri 7 kitaptan oluşmuştur. Şair, İstiklâl Marşı'nı Safahat'a koymamıştır. Nedenini ise şöyle açıklar: "Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm".

  1. Kitap: Safahat (1911) - 44 manzume içerir. Siyasal olaylar, mistik duygular, dünyevi görevlerden bahsedilir.
  2. Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912) - Süleymaniye Camisi'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, kürsüde Seyyah Abdürreşit İbrahim'in konuşturulduğu uzun bir bölümle devam eder.
  3. Kitap: Hakkın Sesleri (1913) - Topluma İslami mesajı yaymaya çalışan on manzumedir. Ateizme, ırkçılığa, umutsuzluğa çatılmaktadır.
  4. Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914) - Fatih Camisi'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, vaizin uzun konuşması ile devam eder. Tembellik, irtica (gericilik), batı taklitçiliği eleştirilir.
  5. Kitap: Hatıralar (1917) - Âkif'in gezdiği yerdeki izlenimleri ve toplumsal felaketler karşısında Allah'a yakarışını içerir.
  6. Kitap: Asım (1924) - Hocazade ile Köse İmam arasındaki konuşmalar şeklinde tasarlanmış tek parça eserdir. Eğitim-öğretim, ırkçılık, savaş vurgunculuğu, batıcılık, gibi pek çok konudan bahseder.
  7. Kitap: Gölgeler (1933) - 1918-1933 arasında yazılmış 41 adet manzumeyi içerir. Herbiri, yazıldıkları dönemin izlerini taşır. Üç tanesi ayet yorumu şeklindedir.
  8. Kitap: Safahat (Toplu Basım) (ilki 1943) - 6 Safahatı'ı bir araya getirir. 1943'teki toplu basımının sonuna Âkif'in hayattayken basılmamış şiirlerini içeren Damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından bir araya getirilmiş 16 manzumeden ibaret Son Safahat başlıklı bölüm eklenmiştir.

İSTİKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

Maria Magdalena Dietrich'





Maria Magdalena Dietrich' bilinen adıyla Marlene Dietrich (d. 27 Aralık 1901, Berlin - ö. 6 Mayıs 1992, Paris), Alman asıllı sinema oyuncusu ve şarkıcıdır.
Uzun kariyerine kabare şarkıcısı olarak başlayan Dietrich, 1920'lerde Berlin'de film endüstrisine adım atarak 1930'larda Hollywood'da parlamıştır.Kadınlarda maskülen giyimin öncüsü olarak kabul edilmiştir.II.Dünya Savaşı sırasında askerlere moral vermek için cephelerde şarkı da söyleyen Dietrich'in, 50 ve 60'larda yükselen bir kariyeri olmuş, zamanının en önemli ikonlarından biri haline gelmiştir.
Oscar adayı olan Dietrich, Amerikan Film Enstitüsü'nün listesine göre gelmiş geçmiş en önemli 9. kadın oyuncudur.


FİLMLERİ
  • 1922: So sind die Männer (Der kleine Napoléon) - Georg Jacoby
  • 1922: Tragödie der Liebe - Joe May
  • 1923: Der Mensch am Wege - Wilhelm Dieterle
  • 1923: Der Sprung ins Leben - Johannes Guter
  • 1925: Eine Dubarry von heute - Alexander Korda
  • 1925: Manon Lescaut - Arthur Robinson
  • 1926: Der Juxbaron - Willi Wolff
  • 1926: Der Tänzer meiner Frau - Alexander Korda
  • 1926: Kopf hoch, Charly! - Willi Wolff
  • 1926: Madame wünscht keine Kinder - Alexander Korda
  • 1927: Prinzessin Olala - Robert Land
  • 1927: Sein größter Bluff - Harry Piel
  • 1927: Café Elektric - Gustav Ucicky
  • 1928: Ich küsse Ihre Hand, Madame - Robert Land
  • 1929: Das Schiff der verlorenen Menschen - Maurice Tourneur
  • 1929: Die Frau, nach der man sich sehnt - Kurt Bernhardt
  • 1930: Gefahren der Brautzeit - Fred Sauer
  • 1930: Der blaue Engel - Josef von Sternberg
  • 1930: Morocco - Josef von Sternberg sa Gary Cooperom
  • 1931: X27 (Dishonored) - Josef von Sternberg
  • 1932: Shanghai Express - Josef von Sternberg
  • 1932: Blonde Venus - Josef von Sternberg
  • 1933: Song of Songs - Rouben Mamoulian
  • 1934: The Scarlett Empress - Josef von Sternberg
  • 1935: The Devil is a Woman - Josef von Sternberg
  • 1936: The Garden of Allah - Richard Boleslawski
  • 1936: Desire - Frank Borzage
  • 1937: Angel - Ernst Lubitsch
  • 1937: Tatjana - Jaques Feyder
  • 1939: Destry rides again - George Marshall
  • 1940: The Seven Sinners - Tay Garnett
  • 1941: The Flame of New Orleans - René Clair
  • 1941: Manpower - Raoul Walsh
  • 1942: The Spoilers - Ray Enright
  • 1942: Pittsburgh - Lewis Seiler
  • 1942: The Lady is willing - Mitchel Leisen
  • 1944: Follow the Boys - Edward E. Sutherland
  • 1944: Kismet - William Dieterle
  • 1946: Martin Roumagnac - Georges Lacombe
  • 1947: Golden Earrings - Mitchell Leisen
  • 1948: A Foreign Affair - Billy Wilder
  • 1949: Jigsaw - Fletcher Markle
  • 1950: Stage Fright - Alfred Hitchcock
  • 1951: No Highway in the Sky - Henry Koster
  • 1952: Rancho Notorious - Fritz Lang
  • 1956: Around the World in Eighty Days - Michael Anderson
  • 1957: The Monte Carlo Story - Samuel A. Taylor i Giulio Machi
  • 1958: Touch of Evil - Orson Welles
  • 1958: Witness for the Prosecution - Billy Wilder
  • 1961: Judgement at Nuremberg - Stanley Kramer
  • 1962: The Black Fox, The True Story Of Adolf Hitler - Louis C. Stoumen
  • 1964: Paris when it Sizzles - Richard Quine
  • 1972: I wish you Love - Clark Jones
  • 1978: Schöner Gigolo, armer Gigolo - David Hemmings sa David Bowieem
  • 1984: Marlene - Maximilian Schell

24 Aralık 2012 Pazartesi

23 Aralık 2012 Pazar

Cüneyt Gökçer

Cüneyt Gökçer (d. 1920, Malatya; ö. 23 Aralık 2009, Ankara), Türk sinema ve tiyatro oyuncusu.

Devlet Tiyatroları genel müdürlüğü, Ankara Devlet Konservatuarı müdürlüğü, Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü başkanlığı gibi görevlerde bulundu. Gökçer, yaklaşık 20 operanın rejisini yapmıştır. 1959 ile 1997 yılları arasında, Richard Strauss’un Salome'sinden başlayarak Çetin Işıközlü’nün Dudaktan Kalbe adlı operasına kadar yönettiği operalarla bu alanda başarılar kazanmıştır.
Ünlü sanatçı Ayten Gökçer'in eşi olan Gökçer, yurtiçinde aldığı sayısız ödülün yanı sıra 1981 yılında Devlet Sanatçısı unvanını da almıştır. Yurtdışında ise, 1963'de Yunanistan Krallığı'nın l. Georges nişanının 'Oficcier' rütbesiyle, 1970'te İtalya Cumhurbaşkanlığı tarafında Commandatore nişanıyla ve daha sonra Polonya Kültür Nişanı ile ödüllendirildi.
Cüneyt Gökçer 23 Aralık 2009 tarihinde Ankara'da tedavi gördüğü hastanede solunum yetmezliği nedeniyle ölmüştür. Cenazesi İstanbul Zincirlikuyu mezarlığına gömülmüştür.

yaşamı

Gökçer, konservatuvara girme heyecanı içindeyken, ailesi onun bu hevesini engellemek ister. Fakat o her şeye rağmen tiyatro yapmaya çalışır. Ankara Halkevi Temsil Koluna üye olur. Temsil kolu başkanı Ercüment Behzat Lav'dır. Düzgün fiziği ve ses tonuyla Ercüment Bey'in ilgisini çeker. Kısa sürede varlık göstererek, 1936 yılında bir Türk yazarının piyesinde ilk başrolünü oynar.
Konservatuvar sınavına rahatsızlığı nedeniyle giremeyince, bir hafta sonra hazırladığı iki parça ile sınava tekrar katılmış ve kazanmıştır. Gökçer'in konservatuvarda ikinci yılında, Avrupa'da II. Dünya Savaşı iyice yoğunlaşır. Almanya'da Hitler'in sanatı Nazi ideolojisi doğrultusunda güdümleyen baskı rejimi birçok öncü ve aydın sanatçının ülkeyi terk etmesine neden olur. Ülkeden ayrılanlar arasında Carl Ebert'de vardır. Ebert tekrar Türkiye'ye gelir ve konservatuvardaki derslere başlar. İlk sahne dersinde öğrencilerden, bir sonraki ders için iki parça hazırlamalarını ister. Cüneyt Gökçer bu ders için, Suç ve Ceza'dan Raskolnikof, Romeo ve Juliet'den Paris'i hazırlar. Carl Ebert, Cüneyt Gökçer'in sunduğu bu rolleri çok beğenir ve Gökçer sınıfın en gözde öğrencisi olur. 1942 yılında Devlet Konservatuvarı Tiyatro Yüksek Bölümü`nden mezun olur.
Ankara Opera Sahnesi önündeki Cüneyt Gökçer anıtı
Muhsin Ertuğrul, Devlet Tiyatrosu ve Operası genel müdürlüğüne atanır. 1 Ekim 1949'da Büyük Tiyatro, Ahmet Kutsi Tecer'in Köroğlu Destanı ile resmen açılır. Gökçer'in bu oyundaki rolü Köroğlu'dur. Aynı sezonda, daha önce tatbikat sahnesinde Onikinci Gece'yi sahneye koyan Renato Mordo'nun yönettiği Faust'ta Mephisto'yu oynar.
Yönetmen ve oyuncu olarak sanatında olgunlaşması 1954 ile 1958 yılları arasında Muhsin Ertuğrul'un ikinci Devlet Tiyatrosu müdürlüğüne rastlar. Muhsin Ertuğrul'un Devlet Tiyatrosu müdürlüğünden istifası üzerine, yerine Cevat Memduh Altar getirilir. Altar zamanında Gökçer, bilgi ve deneyim için Avrupa'ya gönderilir. Almanya, Avusturya, İngiltere ve Fransa'nın 'Oldwich', 'Commedia Française', 'Thalia Theater' gibi önemli sanat merkezlerinde yönetmen yardımcısı olarak çalışır. Ünlü yönetmenlerin ve sanatçıların provalarını izleme olanağını bulur.
25 Ağustos 1958'de Muhsin Ertuğrul'dan yaş haddi nedeniyle boşalan Devlet Tiyatrosu müdürlüğüne atandığında 38 yaşındadır. Bu görevi bir yıl arayla 1983'e kadar 23 yıl boyunca sürdürmüştür. Gökçer yöneticiliği süresince repertuar politikasının belirlenmesi ve uygulanmasında önemli bir aşama olarak, Batı Tiyatrosunun başyapıtlarının yanı sıra daha fazla Türk tiyatro eserine yer verilmesini gerekliliğini savunur. Bu amaçla yerli oyun yazarlarını teşvik eder. Refik Erduran, Cahit Atay, Güngör Dilmen Kalyoncu, Yıldırım Keskin, Recep Bilginer, Necati Cumalı, Aziz Nesin, Oktay Arayıcı, Yaşar Kemal, Turan Oflazoğlu, Orhan asena Asena gibi oyun yazarlarının eserleri Gökçer döneminde seyirciyle buluşur.
Muhsin Ertuğrul döneminde çalışmaları başlatılan, tiyatronun yaygınlaşması politikası sürdürülür. Ankara merkeze bağlı olarak turnelerle varlığını sürdüren İstanbul, Adana, İzmir ve Bursa Devlet Tiyatrolarında yerleşik kadrolara geçilir. Gökçer'in yönetici olarak en büyük başarısı, 23 yıl boyunca Devlet Tiyatrolarını ve sanat politikasını, Türkiye'de sürekli değişimlerle devinen, çok önemli kriz dönemleri yaşayan siyaset dünyasının dışında tutması olmuştur.
Gökçer'in Devlet Tiyatrosu genel müdürlüğüne atandığı o yıllarda opera ve bale Devlet Tiyatrosu'na bağlıdır. 1959 yılında Opera-Bale Devlet Tiyatrosu'ndan ayrılsa da, 1960 yılında tekrar birleşir ve bu durum 1966 yılına kadar devam eder. Gökçer tiyatronun yanı sıra opera ve bale sanatlarının gelişmesi için de önemli çalışmalar yapar. Müzik konusunda İtalyan, koreografi konusunda ise İngiliz hocalardan, özellikle 'Dame Ninette de Valois'`den yararlanarak bu bölümlerde yeni gelişme imkânları sağlar.
1963 yılında Devlet Tiyatroları'nda ilk müzikalin sahnelenmesini sağlar. Ünlü Amerikalı konuk yönetmen Todd Bolender, Oliver D. Kingsley'in "Kiss Me Kate" adlı müzikal komedisini sahneye koyar. Bu müzikalde "Fred Graham" rolünü Gökçer oynar.
1962-1963 sezonunda başka bir konuk yönetmen Fransız Jean Mercure, Moliere'in Don Juan'ını sahneye koyar. Gökçer Don Juan'ı oynar. 1967 sezonunda ise başka bir konuk yönetmen İtalyan Maurizio Scapporo, Pirandello'nun IV. Henry adlı oyununu sahneler. 1955 - 1956'dan sonra ikinci kez Henry rolünü yorumlayan Gökçer, Scapporo'non rejisinde unutulmaz rollerinden birini ortaya koyar ve oyun 3 sezon boyunca sergilenir. Yugoslavya'nın çeşitli şehirlerine turneler yapar. Pirandello'nun yüzüncü doğum yılı için Venedik'e davet edilir. IV.Henry'nin Türk, Yugoslav ve İtalyan basınında reji ve oyunculuktaki başarısından övgüyle sözedilir.
1983 yılında 23 yıldır sürdürdüğü Devlet Tiyatrosu genel müdürlüğünden ayrılır. Bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapar: "İdarecilik ayrı bir görevdir, gelir geçer. Ben her şeyden önce sanatkârım, rejisörüm, aktörüm. Sanatıma devam edeceğim."
1985 yılında aldığı profesörlük unvanı ile Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü başkanlığı ve öğretim üyeliği görevine devam eder. Prof. Dr. Cüneyt Gökçer, 1998 - 1999 öğretim yılında kuruluş çalışmalarını yürüttüğü Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümünde eğitime başlar ve Tiyatro Bölümü başkanlığına getirilir.
Cüneyt Gökçer 23 Aralık 2009 tarihinde Ankara da tedavi gördüğü hastanede solunum yetmezliği nedeniyle 89 yaşında ölmüştür.

Rol aldığı bazı oyunlar

 

  • Antigone
  • Julius Ceasar
  • Gülünç Kibarlar
  • Bizim Şehir
  • Yanlışlıklar Komedyası
  • Köşebaşı
  • Otelci Kadın
  • Onikinci Gece
  • Faust
  • Kral Oidipus
  • Yarasa
  • Gelin
  • Fareler ve insanlar
  • Su kızı
  • Hatıra defteri
  • Kibarlık Budalası
  • Paydos
  • Hamlet
  • My Fair Lady
  • Ruhlar Gelirse
  • Damdaki Kemancı
  • Beckett Yahut Tanrının Şerefi
  • Hastalık Hastası
  • Kral Lear
  • Cadı Kazanı
  • Don Kişot
  • Ah Bir Zengin Olsam

Yönettiği operalar 

  • Gılgamış
  • Van Gogh
  • Nasreddin Hoca
  • IV. Murat
  • Yusuf ile Züleyha
  • Midas`ın Kulakları
  • Gülbahar (Ağrı Dağı Efsanesi)
  • Romeo ve Juliet
  • Salome
  • La Boheme
  • Madam Butterfly

Rol aldığı filmler

  • 1951 - Vatan ve Namık Kemal
  • 1951 - Lale Devri
  • 1951 - Barbaros Hayrettin Paşa
  • 1953 - Kara Davut
  • 1953 - Kaldırım Çiçeği
  • 1953 - Balıkçı Güzeli (Binikinci Gece)
  • 1954 - Nilgün
  • 1956 - Büyük Sır
  • 1966 - İbrahim Ethem İlahi Davet
  • 1967 - Yaşlı Gözler
  • 1967 - Yaprak Dökümü - Ali Rıza, baba
  • 1967 - Merhamet
  • 1967 - Hacı Bektaş Veli - Hacı Bektaş Veli
  • 1967 - 501 Numarali Hücre
  • 1972 - Süreyya
  • 1972 - Damdaki Kemancı
  • 1973 - Mevlâna - Mevlânâ Celaleddin-i Rumi
  • 1981 - IV. Murad (TV Dizisi)
  • 1998 - Mektup

DAMDAKİ KEMANCI(FİDDLER ON THE ROOF)

Damdaki Kemancı, Fiddler on the Roof
 adlı müzikal eserden uyarlanan, 1971 yapımı müzikal film. Fiddler on the roof filminin Türkçe'de yaygın olarak bilinen adı Damdaki Kemancı'dır ve filmin aynı adla 1973 yılında çekilmiş Türkçe bir uyarlaması da mevcuttur. Film, Sholom Aleichem hikayelerinden Sütçü Tevye (Tevye the Dairyman) ya da Tevye ve Kızları (Tevye and His Daughters) adıyla bilinen hikayenin 1964 yapımı Broadway'de sahnelenen müzikal gösterisinin, müzikal film olarak çekilmiş halidir. Film, 1905 yılında Rus Çarlığı topraklarındaki bir Yahudi köyü olan Anatevka'da yaşayan fakir, geleneklerine bağlı Sütçü Tevye ve onun kızlarının başından geçen hikayeleri anlatırken arka planda Rus toplumundaki değişimleri ve Yahudi toplumunun yaşadığı zorlukları anlatmaktadır.
Yapım Aşaması
Film, Yugoslavya'nın bir parçası olan Hırvatistan Sosyalist Cumhuriyeti'nde, Lekenik ve Mala Gorica köylerinde ve Zagreb kentinde çekilmiş, filmin sonunda da bu yerleşim yerlerinde yaşayanlara teşekkür edilmiştir. Filmin büyük üne kavuşmasında önemli payı olan ve Damdaki Kemancı karakterinin canlandırdığı sololar da dahil olmak üzere filmin müziklerinde kemanıyla katkı yapan sanatçı ise Isaac Stern'dir.
Norman Jewison filmin hem yapımcılığını üstlenmiş hem de yönetmenliğini yapmıştır, filmin senaryosunu ise Joseph Stein hazırlamıştır. Filmin başrolü olan Tevye karakterine müzikal gösterilerde hayat veren ve bu sayede üne kavuşan Zero Mostel, bu rol için düşünülen adaylar arasında olmasına rağmen bu rolü canlandırması için Haim Topol (kısaca Topol) tercih edilmiştir.

Eserin İçeriği

Filmin Konusu

Film 1905 yılında Rus Çarlığı topraklarında yer alan Yahudi köyü Anatevka'da yaşayan Tevye ve ailesi etrafında gelişen olaylar merkezinde geçmektedir. Anatevka, iki ana grubun yerleştiği bir köydür; köyün büyük toplumunda Ortodoks Hristiyanlar yer alırken, Tevye'nin de aralarında bulunduğu Ortodoks Yahudiler de köyün küçük toplumunu oluşturmaktadır. Filmde Tevye biz onları rahatsız etmeyiz, şimdiye kadar onlar da bizi. diyerek iki toplumun birbiriyle ilişkisini ifade etmiştir. Tevye Anatevka'yı izleyiciye anlatırken yalnızca fakirliğin zorluklarından, köy yaşamının yoksunluğundan şikayet etmez, aynı zamanda Yahudi olmayan toplumdan gelebilecek tacizlerden sürekli bir korkuyu da ifade etmektedir.
Sütçülük yapan Tevye, Anatevka'da yaşayan diğer Yahudiler gibi çok fakir, geleneklerine bağlı ve çalışkandır. Karısı Golde (Norma Crane) ve beş kızından oluşan ailesi vardır. Karısı Golde kızlarına çeyiz dahi yapamayacak durumda olmaları nedeniyle kızlarını zengin kişilerle evlendirmek istemektedir, Tevye ise bilgili bir damadı tercih etmektedir. Fakat kasabadaki geleneklere göre kızların evliliği ancak çöpçatanın yani Çöpçatan Yente'nin (Molly Picon) uygun bir eşleşmeyi sağlayacak çifti seçmesiyle yapılmaktadır.
Tevye karakteri izleyiciye dönerek doğrudan onlara seslenip konuşarak, gökyüzüne bakıp Tanrı'yla konuşur gibi yaparak filmin bazı sahnelerinde dördüncü duvarı aşmaktadır. Hikayenin çoğunluğu müzikal formda anlatılmaktadır.Film 2 ana bölümden oluşmaktadır ve 181 dakika sürmektedir

22 Aralık 2012 Cumartesi

21 Aralık 2012 Cuma

İsim Şehir Hayvan (Eser Yılmaz Özdil)


Kategori: Tiyatro
Profilo Kültür Merkezi

Tarihler: 20 Aralık 2012 Perşembe ~ 28 Aralık 2012 Cuma
20, 21, 22, 27, 28 Aralık 21:00 - 22 Aralık 15:00
Adres: Cemal Sahir Cad. No: 33 Profilo Alışveriş Merkezi Zemin A Şişli İstanbul

Tiyatro İstanbul -Gencay  Gürün
Eser: Yılmaz Özdil
Müzikli Kabare

Oyunlaştıran: Saygın Delibaş, Fethi Kantarcı
Yöneten: Metin Serezli
Dekor: Barış Dinçel
Kostüm: Sinan Demir
Müzik: Serdar Aslan, Zafer Arslan
Koreografi: Gizem Erden
Oynayanlar: Nusret Çetinel, Sabri Özmener, Hülya Gülşen Irmak, Bilal Çatalçekiç, Burcu Kazbek, Banu Çiçek, Taner Ergür, Yeliz Şatıroğlu, Anıl Yülek, Levent Çimen, Aybar Taştekin, Serdar Aslan, Zafer Aslan, Alev Azyok


Yılmaz Özdil: Gala
Ayıptır söylemesi, Türkiye’de değil, dünyada ilk kez, günlük köşe yazılarının tiyatro haline getirileceğini, İsim Şehir Hayvan’ın kabare olacağını, Gencay Gürün’ün Tiyatro İstanbul’u tarafından sahneleneceğini yazmıştım.

Paris Başkonsolosluğu, İzmir Milletvekilliği yapan, Devlet Tiyatroları’nda senelerce baş dramaturg ve genel sekreter olarak çalışan, İstanbul Belediye Tiyatroları’nın efsane genel sanat yönetmeni olan, 1994’te kendi tiyatrosunu kuran, Yılın Kadını seçilen Gencay Gürün… İsim Şehir Hayvan’ın genel sanat yönetmenliğini üstlendi. Hayatımda aldığım en büyük ödül.

Dünyada ilk kez, günlük köşe yazılarının kabare haline getirilmesi fikrinin mimarı, Tiyatro İstanbul’un genel müdürü, Emin Hamarat… Projenin hayata geçmesi için, aylardır gecesini gündüzüne katan, ruh ikizim… Okurlarımla birlikte yaşadığımız gururu, ona borçluyuz.

Yöneten’in ismini ilk duyduğumda, çaktırmadım ama, bayılacak gibi oldum. Metin Serezli… 100’den fazla tiyatroda, 50’den fazla filmde rol aldı, 28 oyun, 5 müzikal yönetti. 200 küsur radyo oyunu, onlarca televizyon dizisi… Bristol, Erlangen, Avignon festivallerine oyuncu ve Türkiye delegesi olarak katıldı. Dormen Tiyatrosu, Şan Tiyatrosu, Çevre Tiyatrosu’nun ardından, 14 yıldır da Tiyatro İstanbul’da… Avni Dilligil, Afife Jale, İsmail Dümbüllü, Üniversiteler Birliği, Rotary ve Lions’lardan en iyi oyuncu ve en iyi yönetmen ödülleri var. Duayen, yaşayan efsane… Bu onuru hak etmek için ne yaptığımı hakikaten bilmiyorum, sadece Allah’a şükrediyorum.

Oynayanlar… Nusret Çetinel, Sabri Özmener, Hülya Gülşen Irmak, Bilal Çatalçekiç, Burcu Kazbek, Taner Ergör, Banu Çiçek, Aybar Taştekin, Yeliz Şatıroğlu, Levent Çimen, Anıl Yülek.

Kimi devlet tiyatrosu sanatçısı, kimi konservatuvarda öğretim üyesi, kimi Haldun Dormen’in, kimi Göksel Kortay’ın asistanı, kimi de Levent Kırca, Müjdat Gezen, Gülriz Sururi, Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman gibi ustaların tiyatrolarında rol alıp, Dinçer Sümer, Rutkay Aziz, Kenan Işık, Ejder Akışık, Cihan Ünal, Emre Kınay ve Işıl Kasapoğlu’yla çalıştı. Hemen hepsini, tiyatronun yanı sıra, sinema filmlerinden ve televizyon dizilerinden tanıyorsunuz ama, kırk yıl düşünsem, gelmiş geçmiş en büyük halk ozanımız, kurban olduğum Âşık Veysel’in torunu Yeliz Şatıroğlu’yla aynı projede yer alabileceğim aklıma gelmezdi… Ve, elbette kariyerlerini, ödüllerini tek tek buraya sığdırabilmem mümkün değil, hepsinin adına, kadronun en tecrübelisi, bir büyük ustayı yazayım, Nusret Çetinel… Ankara Birlik Sahnesi, Kardeş Oyuncular, Küçük Komedi Tiyatrosu, Nisa Serezli-Tolga Aşkıner, Levent Kırca ve devlet tiyatrolarında sayısız oyunda rol aldı, 1972’den beri sahnede ve ekranda.

Dekor, Barış Dinçel… Bir başka efsane, tiyatro ve sinema sanatçısı, yönetmen, rahmetli Savaş Dinçel’in oğlu. Şehir Tiyatroları’nda görev yapıyor, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sahne tasarımı dersi veriyor. Sihirbaz olduğunu biliyordum, yaptıklarını görünce, büyücü olduğuna karar verdim. Ne demek istediğimi, kabareyi seyredince anlayacaksınız ama, ipucu vereyim, memleketin hali gibi, komple yamuk!

Kostümler, Sinan Demir… Tiyatronun yanı sıra, Issız Adam filminin sanat yönetmen yardımcısı, Keşanlı Ali, Geniş Aile, Kınalı Kuzular gibi televizyon dizilerinde imzası var.

Müzik, Serdar Aslan, Zafer Aslan ve Alev Azyok… Piyano, gitar, buzuki, kemençe, perküsyon sanatçıları… Sözler yazılardan, müzik, beste ve söylemesi onlardan.

Koreografi, Gizem Erden… Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda öğretim görevlisi olarak, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda dansçı ve koreograf olarak çalıştı. Oz Büyücüsü, Karlar Kraliçesi, Titanik Orkestrası müzikallerinin koreografisini yaptı.

Oyunlaştıran… Yani, İsim Şehir Hayvan’daki günlük köşe yazılarını, tiyatro olarak ete kemiğe büründürenler, birinci sınıf iki hergele, Saygın Delibaş ve Fethi Kantarcı.

Saygın, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde yetişti, Ferhan Şensoy’un yanında pişti, bu iki ustanın isteğiyle, yazarlığa yöneldi. Fethi ise, beni yeni tanıdı ama, ben onu bebekliğinden beri tanırım. Değerli gazeteci ağabeyim Cevher Kantarcı’nın oğlu… 10 yaşındayken reklam yıldızı oldu, büyüyünce yazarlığa geçti. Özgeçmişini gönder bakayım dedim, şunu göndermiş: “Yüce Allah’ın emrinde, Atatürk’ün izinde, alayına gider, yaşasın tam bağımsız Türkiye!”

Tahminim, nasıl bi tiyatro yazdıkları konusunda fikir vermiştir size… İkisi birlikte, Kraliyet Tiyatrosu’nu kurdular, Hastasıyız ve Denizaltı isimli oyunları yazıp, yönettiler. Böyle yürekli ve zeki gençler varken, niye tırışkadan tiplere köşe yazdırırlar, inanın, izahı mümkün değil.

Vatan Şarkısı (Namık Kemal


VATAN ŞARKISI
Âmâlimiz efkârımız ikbâl-i vatandır
Serhadimize kal'a bizim hâk-i bendedir
Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz

Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda
Can korkusu geçmez ovamızda dağımızda
Her gûşede bir şir yatar toprağımızda
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz

Top patlasın ateşleri etrafa saçılsın
Cennet kapusu can veren ihvâna açılsın
Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz
              
                  NAMIK KEMAL

19 Aralık 2012 Çarşamba

Édith Piaf (Kaldırım Serçesi)


Édith Piaf (19 Aralık 1915, Paris - 10 Ekim 1963, Grasse) Fransız şarkıcıdır.

 

Hayatı

Édith Piaf yaşadığı zamanın Fransa'sında en sevilen sanatçılardan biriydi.
Annesi Annetta Giovanna Maillard, yarı İtalyan, yarı Tiflis asıllı bir göçmen ailesinden geliyordu. Babası Louis-Alphonse Gassion (1881–1944) ise sokaklarda gösteri yapan bir cambazdı. Annesi sokakta şarkı söyleyerek yaşamaya çalışmaktaydı, daha sonra babası tarafından bir geneleve kısa süreliğine bakılması için gönderildi.
Küçük yaşta, gözleri mikrop kapmış ve kör olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Bu hastalığını yaşarken, bir genelevde oranın patronu ve kadınlarıyla birlikte yaşıyordu. Aradan aylar geçtikten sonra, tedavi sonucu gözleri düzelmiştir.
Babası, küçük Édith'i genelevden almıştır ve mesleği olan sokak akrobatlığı insanlara yetmeyince, kızını sokakta insanlara karşı akrobatlık veya numara yapması için zorlamıştır. Bunun üzerine Édith, en iyi bildiği şarkıyı yâni Fransa millî marşı La Marseillaise'i söylemiştir. 14 yaşındayken babasının yanında sokaklarda şarkı söylemeye başladı. Kısa bir süre sonra da babasından ayrı şekilde kenar mahallelerde şarkı söylemeye başladı. 17 yaşındayken ilk ve tek çocuğunu doğurdu. Marcelle adını verdikleri bu talihsiz kız çocuğu 2 yaşında menenjitten öldü. Gençliğinde, babasının başka bir kadından olan kardeşi Simone ya da Édith'in seslendiği gibi Momone ile birlikte Paris sokaklarında şarkılar söyler ve hayatını kazanmaya çalışır.
Kendisini keşfeden Louis Leplée öldürüldükten sonra, derin ve şüpheli sorgulamalara tâbî tutulur. O dönem Piaf için oldukça zorlu geçer, tüm popülaritesi yok olmuş, halkın nefretini kazanmış bir şekilde kabarelerde şarkı söylemiştir. Yeni meşhur olduğu dönemde tanıştığı Raymond Asso'yu araması sonucunda Küçük Piaf' olarak bilinirken, profesyonel müzik hayatına dönmüş, eğitim almış ve eski ününe Edith Piaf olarak kavuşmuştur.
Alkolü aşırı derece kullanmaktaydı. Fransız ortasiklet boks şampiyonu, evli ve üç çocuk babası Marcel Cerdan ile tanıştı ve ikisi de birbirlerine deli gibi âşık oldular. Hayatında en çok sevdiği erkek orta siklet dünya şampiyonu boksör Marcel Cerdan’dı. Cerdan başkasıyla evliydi, Fransa’da zaten tanınan bir insandı. Marcel Cerdan, Fransa'dadır ve Édith Piaf’la buluşmak üzere Ekim 1949’da Paris'ten New York'a uçarken uçağı düştü. Bu kazadan kurtulan olmadığı bilinmektedir. Piaf'ın hayatı hayatının erkeği olarak tanımladığı Marcel Cerdan öldükten sonra tamamen değişir, ağrı kesici,alkol ve morfine bağımlı hale gelir. Sonrasında yağmurlu bir günde geçirdiği trafik kazası sebebiyle hayatı boyunca omuriliği iyileşememiş, yarı kambur bir şekilde yürümek zorunda kalmıştır.
Fransız rivierasındaki Plascassier’de 10 Ekim 1963’te karaciğer kanserinden ölür. Eşi Theo Sarapo’nun aynı gece cenazesini gizlice Paris’e getirdiği, böylece hayranlarının “Édith Piaf’ın kendi evinde öldüğünü” düşüneceğini umduğu söylenir. 11 Ekim günü Édith Piaf’ın öldüğü açıklandıktan kısa bir süre (aynı gün içinde) çok sevgili dostu Jean Cocteau da hayata veda etti. Cocteau’nun Piaf’ın acısına dayanamadığı için kalp krizi geçirdiği söylenir.
Katolik kilisesi Paris Başpiskoposu –sürdüğü hayat nedeniyle- Édith Piaf’ın cenaze törenini yapmayı reddetti. Tabutu Père-Lachaise mezarlığına götürülürken on binlerce hayranı korteje katıldı. Mezarlıktaki törende hazır bulunanların sayısı ise 100.000’i geçti.
Ünlü şarkıcı Charles Aznavour, Édith Piaf’ın cenaze törenini anlatırken “İkinci Dünya Savaşı sona ereli beri bütün Paris’in trafiğini tamamen kilitleyen başka bir olay yoktur.” dedi.
Ölümden korkmamaktadır yalnızlıktan korktuğu kadar ve son röportajında şöyle der:
« - Bir kadına öğüt verecek olsaydınız, bu ne olurdu?
- Sev.
- Bir genç kıza?
- Sev.
- Peki bir çocuğa?
- Sev.
»

Kariyeri

Yine Momone ile sokakta şarkı söylerken, Fransa'nın ünlü müzikhollerinden birinin sahibi olan Louis Leplee ile tanışır. Louis Leplee, sesini dinler ve hayran kalır. Piaf'ın lâkabını "Küçük Serçe" yapacaktır, ancak bu lâkap kullanıldığı için "Kaldırım Serçesi" adına karar verilir.
Artık Édith Piaf'ın kariyeri başlamıştır. Kısa süre içinde tüm Fransa tarafından bir "gurur" olarak kabûl edilir..

Şarkıları

1935
  • Mon apéro
  • La java de Cézigue
1936
  • L'étranger
  • Les mômes de la cloche
  • J'suis mordue
  • Fais-moi valser
  • La fille et le chien
  • La Julie jolie
  • Va danser
  • Chand d'habits
  • Reste
  • Les hiboux
  • Quand même
  • La petite boutique
  • Y' avait du soleil
  • Il n'est pas distingué
  • Les deux ménétriers
  • Mon amant de la coloniale
1937
  • Mon légionnaire
  • Le contrebandier
  • Un jeune homme chantait
  • Tout fout le camp
  • Ne m'écris pas
  • C'est toi le plus fort
  • Le Fanion de la Légion
  • Partance
  • Dans un bouge du vieux port
  • Paris-Méditerranée
  • Browning
  • Entre Saint-Ouen et Clignancourt
  • J'entends la sirène
  • Mon cœur est au coin d'une rue
  • Le chacal
  • Corrèqu'et réguyer
  • Ding, ding, dong
1938
  • Madeleine qui avait du cœur
  • Les marins ça fait des voyages
  • С'est lui que mon cœur a choisi
  • Le grand voyage du pauvre nègre
  • La java en mineur
  • Le mauvais matelot
1939
  • Y' en a un de trop
  • Elle fréquentait la rue Pigalle
  • Le petit monsieur triste
  • Les deux copains
  • Je n'en connais pas la fin
1940
  • Embrasse-moi
  • On danse sur ma chanson
  • Sur une colline
  • C'est la moindre des choses
  • Jimmy, c'est lui
  • Escale
  • L'accordéoniste
  • Y' en a un de trop
1941
  • Où sont-ils mes petits copains?
  • C'était un jour de fête
  • C'est un monsieur très distingué
  • J'ai dansé avec l'amour
  • L'homme des bars
1942
  • Simple comme bonjour
  • Le vagabond
  • Un coin tout bleu
  • C'était une histoire d'amour
  • Sans y penser
1943
  • Tu es partout
  • J'ai qu'à l'regarder
  • Le chasseur de l'hôtel
  • Le disque usé
  • Le brun et le blond
  • Monsieur Saint-Pierre
  • Coup de grisou
1944
  • Un monsieur me suit dans la rue
  • Les deux rengaines
  • Y a pas d'printemps
  • Les histoires de coeur
  • C'est toujours la même histoire
1945
  • Celui qui ne savait pas pleurer
  • Escale
  • Regarde-moi toujours comme ça
  • Les gars qui marchaient
  • Il riait
  • De l'autre côté de la rue
  • J'ai qu'à le regarder
1946
  • La vie en rose
  • Les trois cloches
  • Dans ma rue
  • J'm'en fous pas mal
  • C'est merveilleux
  • Adieu mon cœur
  • Le chant du pirate
  • Céline
  • Le petit homme
  • Le roi a fait battre tambour
  • Dans les prisons de Nantes
  • Miss Otis regrets

1947
  • C'est pour ça
  • Mariage
  • Monsieur Lenoble
  • Qu'as-tu fait John ?
  • Un refrain courait dans la rue
  • Sophie
  • Le geste
  • Si tu partais
  • Une chanson à trois temps
  • Un homme comme les autres
  • Les cloches sonnent
  • Johnny Fedora et Alice blue bonnet
  • Le rideau tombe avant la fin
  • Elle avait son sourire
  • Monsieur Ernest a réussi
1948
  • Les amants de Paris
  • Il a chanté
  • Les vieux bateaux
  • Il pleut
  • Cousu de fil blanc
  • Amour du mois de mai
  • Monsieur X
1949
  • Bal dans ma rue
  • Pour moi tout' seule
  • Pleure pas
  • Le prisonnier de la tour
  • L'orgue des amoureux
  • Dany
  • Paris
1950
  • Hymne à l'amour
  • Le chevalier de Paris
  • Il fait bon t'aimer
  • La p'tite Marie
  • Tous les amoureux chantent
  • Il y avait
  • C'est d'la faute à tes yeux
  • C'est un gars
  • Hymn to love
  • The three bells
  • Le ciel est fermé
  • La fête continue
  • Simply a waltz
  • Autumn leaves
  • Cause I love you
  • Chante-moi
  • Don't cry
  • I shouldn't care
  • My lost melody
  • La vie en rose
1951
  • Padam... Padam...
  • Avant l'heure
  • L'homme que j`aimerai
  • Du matin jusqu'au soir
  • Demain il fera jour
  • C'est toi
  • Rien de rien
  • Si, si, si, si
  • Demain
  • À l'enseigne de la fille sans cœur
  • Télégramme
  • Une enfant
  • Plus bleu que tes yeux
  • Le Noël de la rue
  • La valse de l'amour
  • La rue aux chansons
  • Jézébel
  • Chante-moi
  • Chanson de Catherine
  • Chanson bleue
1952
  • Au bal de la chance
  • Elle a dit
  • Notre-Dame de Paris
  • Mon ami m'a donné
  • Je t'ai dans la peau
  • Monsieur et madame
  • Ça gueule ça, madame
1953
  • Bravo pour le clown
  • Sœur Anne
  • N'y va pas Manuel
  • Les amants de Venise
  • L'effet qu'tu m'fais
  • Johnny, tu n'es pas un ange
  • Jean et Martine
  • Et moi
  • Pour qu'elle soit jolie ma chanson
  • Les croix
1954
  • La Goualante du pauvre Jean
  • Enfin le printemps
  • Retour
  • Mea culpa
  • Heureuse
  • Ça ira
  • Avec ce soleil
  • L'homme au piano
  • Sérénade du pavé
  • Sous le ciel de Paris
1955
  • Un grand amour qui s'achève
  • Miséricorde
  • C'est à Hambourg
  • Enfin le Printemps
  • Légende

1956
  • L'accordéoniste
  • Heaven have mercy
  • One little man
  • Avant nous
  • Et pourtant
  • Marie la Française
  • Les amants d'un jour
  • L'homme à la moto
  • Soudain une vallée
  • Une dame
  • Toi qui sais
1957
  • La foule
  • Les prisons du roy
  • Opinion publique
  • Salle d'attente
  • Les grognards
  • Comme moi
1958
  • C'est un homme terrible
  • Je me souviens d'une chanson
  • Je sais comment
  • Tatave
  • Les orgues de barbarie
  • Eden blues
  • Le gitan et la fille
  • Fais comme si
  • Le ballet des cœurs
  • Les amants de demain
  • Les neiges de Finlande
  • Tant qu'il y aura des jours
  • Un étranger
  • Mon manège à moi
1959
  • Milord
  • T'es beau, tu sais
1960
  • Non, je ne regrette rien
  • La vie, l'amour
  • Rue de Siam
  • Jean l'Espagnol
  • La belle histoire d'amour
  • La ville inconnue
  • Non, la vie n'est pas triste
  • Kiosque à journaux
  • Le métro de Paris
  • Cri du cœur
  • Les blouses blanches
  • Les flons flons du bal
  • Les mots d'amour
  • T'es l'homme qu'il me faut
  • Mon Dieu
  • Boulevard du crime
  • C'est l'amour
  • Des histories
  • Ouragan
  • Je suis à toi
  • Les amants merveilleux
  • Les bleuets d'azur
  • Quand tu dors
  • Mon vieux Lucien
  • Je m'imagine
  • Jérusalem
  • Le vieux piano
1961
  • C'est peut-être ça
  • Le dénicheur
  • J'n'attends plus rien
  • J'en ai passé des nuits
  • Exodus
  • Faut pas qu'il se figure
  • Les amants
  • Non, je ne regrette rien
  • Le billard électrique
  • Marie-trottoir
  • Qu'il était triste cet Anglais
  • Toujours aimer
  • Mon Dieu (en anglais)
  • Le bruit des villes
1962
  • Dans leur baiser
  • À quoi ça sert l'amour?
  • Le droit d'aimer
  • À quoi ça sert l'amour?
  • Fallait-il
  • Une valse
  • Inconnu excepté de Dieu
  • Le droit d'aimer
  • Quatorze Juillet
  • Les amants de Teruel
  • Roulez tambours
  • Musique à tout va
  • Le rendez-vous
  • Toi, tu l'entends pas!
  • Carmen's story
  • On cherche un Auguste
  • Ça fait drôle
  • Emporte-moi
  • Polichinelle
  • Le petit brouillard
  • Le diable de la Bastille
  • Elle chantait
1963
  • C'était pas moi
  • Le chant d'amour
  • Tiens, v'la un marin
  • J'en ai tant vu
  • Traque
  • Les gens
  • Margot Cœur Gros
  • Monsieur Incognito
  • L'homme de Berlin (son şarkısı)