30 Temmuz 2012 Pazartesi
Hüseyin Peyda
Oynadığı Diziler
- Hedef (1989)
- Fosforlu (1989)
- Kurtlar Geceyi Sever (1988)
- Her Şey Güzeldi (1988)
- Küçüksün Yavrum (1988)
- Bu Talihimin Canına Okuyacağım (1988)
- Yaşamak Haram Oldu (1987)
- Sultanoğlu (1986)
- Üç Halka 25 (1986)
- Sarhoş (1986)
- Kısrak (1986)
- Ölüm Vuruşu (1986)
- Hekimoğlu (1986)
- Kara Şimşek (1985)
- Katiller de Ağlar (1985)
- Tapılacak Kadın (1985)
- Kaplanlar (1985)
- Suçlu Gençlik (1985)
- Kartal Bey (1984)
- Kartallar Yüksekten Uçar (1984)
Oynadığı Filmler
- Ağlama Yarim (1984)
- Kanun Kanundur (1984)
- İntikam Benim (1983)
- Yıldızlar da Kayar (1983)
- Çöl (1983)
- Yaktı Beni (1983)
- Yıkılan Gurur (1983)
- Vahşi Kan (1983)
- Erkekçe (1983)
- En Büyük Yumruk (1983)
- Beyaz Ölüm (1983)
- Kurban (1983)
- Dünyayı Kurtaran Adam (1982)
- Gurbet Kuşları (1982)
- Ağlayan Gülmedi mi (1982)
- Bizim Mahalle (1982)
- Kelepçe (1982)
- Düşkünüm Sana (1982)
- Son Savaşçı (1982)
- Kanije Kalesi (1982)
- Leyla ile Mecnun (1982)
- Umut Dilencisi (1982)
- Milcan (1981)
- Sevdalım (1981)
- Yılanı Öldürseler (1981)
- İki Damla Gözyaşı (1980)
- Havar (1980)
- Ayrılık Kolay Değil (1980)
- Rüzgar (1980)
- Çile (1980)
- Senin Olmaya Geldim (1980)
- Perişanım (1980)
- Hazal (1979)
- Fakir (1979)
- Gazeteci (1979)
- Üç Sevgilim (1979)
- Ayağında Kundura (1978)
- Düzen (1978)
- Derviş Bey (1978)
- Aldırma Gönül (1978)
- Toprağın Oğlu (1978) ~
- Derbeder (1977) ~
- Dila Hanım (1977)
- Hakanlar Çarpışıyor (1977)
- Kurban Olayım (1976)
- Bıktım Her Gün Ölmekten (1976)
- Babanın Oğlu (1975)
- Kara Çarşaflı Gelin (1975)
- Köprü (1975)
- Dayı (1974)
- Bırakın Yaşayalım (1974)
- Mevlana (Gönüller Sultanı Mevlana) (1973)
- Hamsi Nuri (1973)
- Rabia (İlk Kadın Evliya) (1973)
- Vurma Zalim Vurma (1972)
- Ölmeyen Adam (1971)
- Kabadayı (1968)
- Sefiller (1967)
- Killing Ölüler Konuşmaz (1967)
- Killing Uçan Adam`a Karşı (1967) ~ Polis komiseri
- Son Kurban (1967)
- Nemli Dudaklar (1967)
- Killing İstanbul`da (1967) ~ Polis komiseri
- Bir Annenin Gözyaşları (1967)
- Ali`yi Gördüm Ali`yi (1967)
- Kovboy Ali (1966)
- Halime`yi Samanlıkta Vurdular (1966)
- Anası Yiğit Doğurmuş (1966)
- Veysel Garani (1965)
- Öfke Dağları Sardı (1965)
- Kasımpaşalı Recep (1965)
- Hazreti Eyüb`ün Sabrı (1965)
- Gizli Emir (1965)
- Zımba Gibi Delikanlı (1964)
- Izdırap Çocukları (1964)
- Kızgın Delikanlı (1964)
- Perişan (1963)
- Çapkın Hırsız (1963)
- Kadınlar Hep Aynıdır (1963)
- Aşk Yarışı (1962)
- Mor Sevda (1961)
- Kaderime Ağlarım (1960)
- Aşk Hırsızı (1960)
- Kaderim Böyle mi? (1959)
- Ölüm Dönemeci (1959)
- Dar Sokaklar (1958)
- Mavi Boncuk (1958)
- Üç Garipler (1957)
- Gelen Ağlar Giden Ağlar (1956)
- Bu Nasıl Aşk (1955)
- Yolculuk Var (1954)
- Kubilay (1952)
- Mezarımı Taştan Oyun (1951) ~ Abdo
- Söyleyin Anama Ağlamasın (1950)
Yönettiği filmler
- Havar (1980)
- Yazık Oldu Ali`ye (1972)
- Vurma Zalim Vurma (1972)
- Valizdeki Ceset (1972)
- Yiğitlerin Kaderi (1972)
- Mezarımı Taştan Oyun (1969)
- Kanlı Oba (1968)
- Yahya Peygamber (1965)
- Veysel Garani (1965)
- Çapkın Hırsız (1963)
- Perişan (1963)
- Mor Sevda (1961)
- Aşk Hırsızı (1960)
- Dar Sokaklar (1958)
- Gelen Ağlar Giden Ağlar (1956)
- Bu Nasıl Aşk (1955)
- Mezarımı Taştan Oyun (1951)
- Söyleyin Anama Ağlamasın (1950)
Senaryosunu yazdığı filmler
- Havar (1980)
- Valizdeki Ceset (1972)
- Vurma Zalim Vurma (1972)
- Yiğitlerin Kaderi (1972)
- Mezarımı Taştan Oyun (1969)
- Çapkın Hırsız (1963)
- Perişan (1963)
- Mor Sevda (1961)
- Kaderime Ağlarım (1960)
- Kaderim Böyle mi? (1959)
- Dar Sokaklar (1958)
- Gelen Ağlar Giden Ağlar (1956)
- Bu Nasıl Aşk (1955)
- Mezarımı Taştan Oyun (1951)
- Söyleyin Anama Ağlamasın (1950)
- Yapımcılığını üstlendiği filmler
- Kubilay (1952)
- Kanlı Feryad (1951)
- Mezarımı Taştan Oyun (1951)
- Söyleyin Anama Ağlamasın (1950)
Aldığı ödüller
14. Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Kara Çarşaflı Gelin)29 Temmuz 2012 Pazar
Vincent Willem van Gogh
Van Gogh, gençliğini bir sanat simsarlığı firmasında çalışarak geçirmiş, kısa süren bir öğretmenlik deneyiminden sonra da Belçika'da fakir bir madenci kasabasında misyoner olmuştur. Resim kariyerine 1880'den sonra başlamıştır. Başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışan Van Gogh, Paris'te tanıştığı izlenimcilik ve yeni izlenimcilik akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiş; Güney Fransa'da geçirdiği süre zarfında da bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını geliştirmiştir.
Van Gogh, ömrünün son on yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya/yağlıboya resim ve 1100 karakalem çalışma üretmiş, en meşhur eserlerini ise ömrünün son iki yılında yapmıştır. 1888'de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesmiş, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak intihar etmiştir. Kimi sanat tarihçileri Gauguin ile yaptıkları hareretli bir tartışma sonucu Gauguin'in isteyerek ya da kendini gard amaçlı olarak Van Gogh'un kulağını kestiğini de iddia ederler.
Van Gogh, resim kariyeri boyunca kardeşi Theo'dan aldığı maddi destek sayesinde ayakta durabilmiştir. İki kardeşin arkadaşlığı, 1872'den itibaren birbirlerine yazdıkları mektuplarla belgelenmiştir.
20. yüzyıl sanatını ciddi şekilde etkilemiş olan Van Gogh, fovistlerin ilham kaynaklarından biridir ve Empresyonizmin öncülerinden kabul edilir
İlk yıllar (1853 – 1869)
Vincent van Gogh, Hollanda'nın güneyindeki Noord-Braband bölgesinde bulunan Zundert kasabasında, Protestan rahibi Theodorus van Gogh ve Anna Cornelia van Gogh'un ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Van Gogh'un doğumundan bir yıl önce, annesi bir ölü doğum yapmıştı. Eğer bu bebek ölmeseydi Vincent ismi ona verilecekti. Bu olayın genç Van Gogh'u derinden etkilediği ve Van Gogh'un sanatındaki kimi öğelerin bu olaydan kaynaklandığı ileri sürülmüştür.Van Gogh dört yaşındayken kardeşi Theodorus (Theo) doğdu. Van Gogh'un Theo dışında bir erkek (Cornelius), üç de kız kardeşi (Elisabeth, Anna, Wil) vardı.Van Gogh, 1864'te Zundert'e 30 km uzaklıktaki Zevenbergen yatılı okuluna yazıldı. 1866'da ise ortaokul için Tinburg'a geçti. 1868'de eğitimini yarıda bırakarak Zundert'e döndü. Sonradan kardeşi Theo'ya yazacağı bir mektupta, çocukluk yıllarını "kasvetli, soğuk ve kısır" olarak betimleyecekti.
Sanat simsarı ve vaiz (1869 – 1889)
Nuenen ve Anvers (Antwerpen) (1883 – 1886)
26 Mart 1885'te babası bir inme sonucu hayatını kaybedince Van Gogh derin bir yasa girdi. Aynı sıralarda Paris'te Van Gogh'un resimleri ilgi çekmeye başlıyordu. 1885 baharında Van Gogh, bugün ilk önemli eseri kabul edilen Patates Yiyenler'i (De Aardappeleters) bitirdi. Ağustos'ta ise resimleri Lahey'deki bir galeride ilk kez sergilendi. Eylül'de model olarak kullandığı kızlardan birini hamile bırakmakla suçlanınca, kasabanın Katolik rahibi, kasabalıların Van Gogh'a modellik yapmalarını yasakladı.
Van Gogh, Nuenen'de çizdiği resimlerde hep doğal ve karanlık renkler kullandı, daha sonraki eserlerinde ağırlıklı olarak kullanacağı canlı renklerden kaçındı. Kardeşi Theo'ya yeteri kadar resim satamadığı için sitem ettiğinde, Theo Paris'te renkli izlenimci resimlerin çok sattığını, Van Gogh'un resimlerinin ise fazla karanlık bulunduğunu yazdı. Nuenen'de geçirdiği iki sene boyunca Van Gogh, pek çok karakalem ve suluboya çalışmanın yanı sıra, 200 kadar yağlıboya resim üretti.Kasım 1885'te Anvers'e taşınıp bir resim galerisinin üst katında yaşamaya başlayan Van Gogh, kardeşi Theo'dan gelen tüm parayı resim malzemelerine ve modellere harcayıp kendi sağlığını ihmal etmeye başladı. Günlerinin çoğunu ekmek, kahve ve sigarayla geçiriyor, bir taraftan da çok fazla absint içiyordu. Muhtemelen vitamin eksikliğinden dişleri gevşeyip ağrımaya başladı.Ocak 1886'da Antwerpen Güzel Sanatlar Okulu'na yazıldıysa da birkaç hafta sonra, kötüleşen sağlık durumu ve akademik sanat eğitimine duyduğu güvensizlik yüzünden okuldan ayrıldı. Şubat ayının çoğunu hasta geçirdikten sonra, Mart 1886'da Paris'e, kardeşi Theo'nun yanına taşındı.
Van Gogh, Anvers'de geçirdiği dönemde pek çok müze gezip Peter Paul Rubens gibi eski ustaların resimlerini incelemiş, bu resimlerden etkilenerek paletini biraz genişletmiştir. Aynı dönemde, ukiyo-e adıyla bilinen Japon gravürlerine ilgi duymaya başlamış ve bu tarzı kendi resimlerinde de kullanmıştır.
Paris (1886 – 1888)
Paris'te bir süre Theo'nun Montmartre'daki dairesinde beraber yaşayan iki kardeş, Haziran 1886'da Rue Lepic üzerinde daha büyük bir daireye taşındı. Bu dönemde iki kardeş arasında yazışma olmadığı için Van Gogh'un Paris'te geçirdiği zaman hakkında elimizde nispeten az bilgi vardır.Van Gogh Paris'te bir süre ressam Fernand Cormon'un atölyesinde çalıştı, ve atölyenin diğer öğrencileri Émile Bernard ve Henri de Toulouse-Lautrec ile yakın arkadaş oldu. Paris'te hakim sanat akımları, izlenimcilik ve henüz yeni filizlenmekte olan yeni izlenimcilik idi. Theo'nun galerisi, Claude Monet, Alfred Sisley, Edgar Degas ve Camille Pissarro gibi izlenimci ressamların eserleriyle doluydu. Puantilist (noktacı) stilin ustaları Georges Seurat ve Paul Signac, şehrin en ünlü ressamlarıydı. Signac ile bizzat tanışan Van Gogh, arkadaşı Émile Bernard ile beraber noktacı stili denemeye başladı. Bu stilde resimler, çok sayıda ufak renk noktasının sabırla kanvasa işlenmesiyle oluşturuluyordu.
Van Gogh kardeşlerin arası, beraber yaşamanın getirdiği problemler yüzünden bir ara açıldıysa da 1887 baharında tekrar düzeldi. Kasım 1887'de Van Gogh, Danimarka'dan Paris'e yeni gelmiş olan ressam Paul Gauguin ile tanıştı ve iki ressam bazı eserlerini değiş tokuş ettiler. Bu arkadaşlık, bir yıl kadar sonra dramatik bir biçimde sona erecekti. Şubat 1888'de, şehir hayatından ve Paris'in soğuk kışlarından bunalan Van Gogh, güneşli Güney Fransa kıyılarına doğru yola koyuldu. Paris'te geçirdiği iki yıl boyunca, yaklaşık 200 resim çizmişti.
Arles (1888 – 1889)
Van Gogh, Güney Fransa'daki Arles kasabasına, burada ütopik bir sanat kolonisi kurma hayalleriyle yerleşti. Mart ayı boyunca manzara resimleri çizdi, bu resimlerinden üçü Paris Bağımsız Ressamlar Topluluğu'nun o yılki sergisinde sergilendi. Mayıs 1888'in başında, Şubat'tan beri kalmakta olduğu ve fazla pahalı bulduğu Hôtel Carrel'den çıkarak Café de la Gare adlı başka bir otele yerleşti. Yine Mayıs ayında, bugün "Sarı Ev" olarak bilinen boş evin dört odasını tuttu ve atölye olarak kullanmaya başladı. Ağustos ayı boyunca, bugün Ayçiçekleri ismiyle bilinen bir dizi vazolu ayçiçeği resmi yaptı.
Eylül ayında iki tane yatak satın alarak Sarı Ev'e yerleşen[ Van Gogh, aynı sıralarda Teras Kafe adlı meşhur eserini bitirdi. Sarı Ev'i, kurmak istediği sanat kolonisinin merkezi olarak düşünüyor, koloniye katılmaları için çevre kasabalarda yaşayan ressamlarla (Eugène Boch, Dodge MacKnight gibi) görüşüyordu. Arkadaşı Paul Gauguin'i de Arles'a davet etti. Uzun süre tereddüt ettikten sonra daveti kabul eden Gauguin, Theo'nun parasal desteğiyle Ekim 1888'de Arles'a geldi ve Sarı Ev'de Van Gogh'un kendisi için özel olarak hazırladığı odaya yerleşti.
Ocak 1889'da hastaneden çıkıp Sarı Ev'e yerleşen Van Gogh, halüsinasyonlar ve zehirlenme paranoyası sebebiyle, Şubat başında hastaneye geri döndü. On gün sonra hastaneden salıverildiyse de, endişeli kasabalıların baskısı sonucunda, Mart başında polis zoruyla tekrar hastaneye kapatıldı. Nisan ayında ise arkadaşı Paul Signac'ın gözetiminde evine dönmesine izin verildi. Kasabada istenmediğinin farkında olan Van Gogh, Theo'nun tavsiyesi üzerine, Arles'a 30 km uzaklıkta bulunan Saint-Rémy kasabasındaki Saint-Paul-de-Mausole akıl hastanesine geçmeyi kabul etti, ve 8 Mayıs 1889'da Arles'dan ayrıldı.
Saint-Rémy ve Auvers-sur-Oise (1889 – 1890)
Van Gogh, Saint-Rémy'de Dr. Théophile Peyron'un gözetiminde resim yapmaya devam etti. Haziran 1889'da en bilinen eserlerinden biri olan Yıldızlı Gece'yi yaptı. Van Gogh, bu eserinde, Güney Fransa'da yattığı akıl hastanesinin penceresinden gördüğü gökyüzündeki öğeleri abartılı bir şekilde resmetmiştir. Temmuz ortasında tekrar bir nöbet geçirip boyalarını yemeye kalkışınca[ bir süre resim yapmasına izin verilmediyse de, durumu düzelince resim yapmaya devam etti. Zamanının çoğunu odasında geçiriyor, dışarıya ancak doktor gözetiminde kısa yürüyüşler için çıkabiliyordu. Bu yüzden resim konusu bulmakta zorlanınca, Jean-François Millet gibi başka ressamların veya kendisinin daha önceki eserlerinin yeni yorumlarını çizmeye başladı. 1889 sonu ve 1890 başında bir dizi yeni nöbet geçiren Van Gogh, aynı sıralarda Paris'te ünlenmeye başladı. Ocak 1890'da Mercure de France dergisinde çıkan bir yazıda, Van Gogh'dan "dahi" diye bahsediliyordu.
Mayıs 1890'da Van Gogh Saint-Rémy'den ayrılıp Paris yakınlarındaki Auvers-sur-Oise'a geldi. Burada, daha önce ruhsal problemli ressamlarla ilgilenmiş olan Dr. Paul Gachet'nin gözetiminde kalacak, kardeşi Theo'ya da yakın olacaktı. Van Gogh'un Dr. Gachet hakkındaki ilk yorumu "bence benden daha hasta ya da tam benim kadar hasta diyelim" oldu. Fakat sonradan doktorla iyi geçinmeye başlayan Van Gogh, doktorun üç ayrı portresini çizdi. Auvers-sur-Oise'da kaldığı süre boyunca kendini tamamen resme veren Van Gogh, burada geçirdiği 70 günde yaklaşık 70 yağlıboya resim üretti. Annesi ve kızkardeşine yazdığı son mektupta, kafasının geçen yıla göre çok daha sakin ve huzurlu olduğunu yazdı.
27 Temmuz 1890'da resim malzemelerini alıp bir tarlaya yürüyen Van Gogh, kendisini tabancayla göğsünden vurdu. Sendeleyerek kaldığı otele döndü ve yatağına uzandı. Kanamayı farkeden otel sahibi, kasaba doktoru Mazery'yi ve Van Gogh'un doktoru Gachet'yi çağırdı. Doktorlar, mermiyi çıkarmanın çok riskli olacağına kanaat getirip Theo'ya hemen gelmesi için haber yolladılar. Vincent Van Gogh, 29 Temmuz 1890 sabahı 1:30 sularında, kardeşi Theo'nun kollarında öldü, ve Auvers-sur-Oise'a gömüldü.
“ | Mutsuzluğum sonsuza kadar sürer Vincent van Gogh, ölmeden önce yatağında yatarken. | ” |
Hastalığı
Van Gogh'u özellikle hayatının son iki yılında ciddi şekilde etkilemiş olan akıl hastalığı için bugüne kadar 30'dan fazla teşhis veya olası sebep ileri sürülmüştür. Bunlardan bazıları, şizofreni, bipolar bozukluk (eski adıyla manik depresyon), frengi, boya zehirlenmesi (soluma veya yutma yoluyla), Ménière hastalığı ve güneş çarpmasıdır. Kötü beslenme, aşırı çalışma, uykusuzluk ve alkol düşkünlüğü, muhtemelen hastalığın etkilerini artırmıştır.Van Gogh'un özellikle son dönem eserlerinde açıkça görülen sarı renk düşkünlüğünün de tıbbi bir bozukluktan kaynaklandığını ileri sürenler olmuştur. Bu konudaki teorilerden birine göre, Van Gogh'un bolca içtiği absintte bulunan tuyon adlı madde, zaman içinde Van Gogh'un görüşünü bozarak nesneleri sarımtrak renkte görmesine sebep olmuş, bu da ressamın eserlerine yansımıştır. Bir başka teoriye göre, Van Gogh'a hastalığının tedavisi için yüksek dozlarda yüksük otu verilmiştir, ve yüksük otunun sarımtrak görüşe veya sarı lekeler görmeye sebep olduğu bilinmektedir.
Resim galerisi
28 Temmuz 2012 Cumartesi
TREN
Aşk Treni Aşk treninin sabırsız yolcularıydık İlk durakta başladı
birlikteliğimiz Yanyana iki koltuğa oturduk Ben pencere kenarındaydım
Hayatla senin aranda Ama hep sana yakın bir tarafta Hiç bitmeyecek
sandığımız Bir yolculuk başladı zamanda Herşey çok güzel giderken Ve ben
bir gece derin bir uykudayken Uyandığımda seni bulamadım yanımda Çünkü
sen bırakıp gitmiştin beni Daha ikinci durakta Dönüşü yok biliyorsun Aşk
treni bir daha aynı duraktan geçmeyecek Zamanın sonsuzluğunda
ilerlerken Her durakta yeni yolcular edinecek Elbet birgün ben de
ineceğim Ama inene kadar hayalin olacak yanımda Evet ben de ineceğim Ama
son durakta
27 Temmuz 2012 Cuma
Mihail Yuryeviç Lermon
Mihail Yuryeviç Lermon
Mihail Yuryeviç Lermontov (15 Ekim 1814 - 27 Temmuz 1841), Rus yazar ve şair.
Emekli bir subayın oğlu olarak dünyaya gelen Lermontov, bir süre Moskova Üniversitesi'ne devam etti. Üniversite yılları Lermontov'a, toplumsal sorunların büyük bir heyecanla tartışıldığı çok canlı bir entelektüel ortamdan yararlanma fırsatı sağlamıştır.
1832 yılında üniversiteden ayrılmış, Harp Okuluna kaydolmuştur. 1834 yılında asteğmen rütbesiyle mezun olup St. Petersburg'da hafif süvari olarak askerlik kariyerine başlamıştır. 1837 yılında Puşkin'in bir düelloda öldürülmesi üzerine derinden etkilenerek "Şairin Ölümü" adını verdiği bir şiir kaleme almıştır. Ne yazık ki dönem, öncelikle monarşinin sınırsız yetkilerinin bir anayasayla sınırlandırılmasını savunan akımların ve genelde tüm ilerici, özgürlükçü düşünce ve etkinliklerin yoğun baskı altında tutulduğu bir dönemdir. Lermontov da bu şiirinde Puşkin'in bir düello sonucu ölümünü cinayet olarak nitelemekte ve Çarlık yönetimin suçlamaktadır. Bunun üzerine tutuklanarak Kafkasya'daki bir birliğe sürülmüştür.
1838 yılında sürgün cezası kaldırılan Lermontov St. Petersburg'a döndü ve kısa sürede dönemin parlak edebiyatçıları arasına girdi. Şiirleri edebiyat çevrelerinde çok beğenilen Lermontov'a, Puşkin'in ardılı gözüyle bakılmaya başlanmıştır. "Çağımızın Bir Kahramanı" adlı romanıyla da büyük bir beğeni toplamıştır.
1840 yılın başlarında St. Petersburg'daki Fransız büyükelçisinin oğluyla giriştiği bir düello, bu özgürlük yanlısı genç şairin Petersburg'dan uzaklaştırılması için bir bahane oluşturdu. Çarlık yönetimi onu tekrar Kafkasya'ya sürgüne gönderdi.
1841 yılının şubat ayında izinli olarak St. Petersburg'a dönen Lermontov, umut doludur. Bir dergi çıkartmak konusunda girişimlerde bulunur. Ne var ki izin süresinin bitiminde görev yerine dönmesi için kesin emir alacaktır. Yolculuk sırasında hastalanır ve Piyatigorsk kentinde bir süre dinlenmek zorunda kalır. Bu kentte 27 Ekim 1841 günü, kralcı bir Fransız subayla düello yapar ve bu düellonun sonunda yaşamını yitirir. Özgürlükçü aydın kesimde, tıpkı Puşkin gibi bir düello sonucu genç yaşta ölmesi, derin bir üzüntüye neden olmuştur.
Yirmi yedi yıllık kısa yaşamına karşın Lermontov, şiirleri, tiyatro oyunları ve romanıyla Rus edebiyatının gelişimi üzerinde derin etkiler yaratmıştır. Kendisinden sonraki pek çok Rus edebiyatçı üzerinde Lermontov'un etkilerini görmek mümkündür. Fransız özgürlükçü düşüncesinden belirgin biçimde etkilenen aydın bir edebiyatçıdır.
Emekli bir subayın oğlu olarak dünyaya gelen Lermontov, bir süre Moskova Üniversitesi'ne devam etti. Üniversite yılları Lermontov'a, toplumsal sorunların büyük bir heyecanla tartışıldığı çok canlı bir entelektüel ortamdan yararlanma fırsatı sağlamıştır.
1832 yılında üniversiteden ayrılmış, Harp Okuluna kaydolmuştur. 1834 yılında asteğmen rütbesiyle mezun olup St. Petersburg'da hafif süvari olarak askerlik kariyerine başlamıştır. 1837 yılında Puşkin'in bir düelloda öldürülmesi üzerine derinden etkilenerek "Şairin Ölümü" adını verdiği bir şiir kaleme almıştır. Ne yazık ki dönem, öncelikle monarşinin sınırsız yetkilerinin bir anayasayla sınırlandırılmasını savunan akımların ve genelde tüm ilerici, özgürlükçü düşünce ve etkinliklerin yoğun baskı altında tutulduğu bir dönemdir. Lermontov da bu şiirinde Puşkin'in bir düello sonucu ölümünü cinayet olarak nitelemekte ve Çarlık yönetimin suçlamaktadır. Bunun üzerine tutuklanarak Kafkasya'daki bir birliğe sürülmüştür.
1838 yılında sürgün cezası kaldırılan Lermontov St. Petersburg'a döndü ve kısa sürede dönemin parlak edebiyatçıları arasına girdi. Şiirleri edebiyat çevrelerinde çok beğenilen Lermontov'a, Puşkin'in ardılı gözüyle bakılmaya başlanmıştır. "Çağımızın Bir Kahramanı" adlı romanıyla da büyük bir beğeni toplamıştır.
1840 yılın başlarında St. Petersburg'daki Fransız büyükelçisinin oğluyla giriştiği bir düello, bu özgürlük yanlısı genç şairin Petersburg'dan uzaklaştırılması için bir bahane oluşturdu. Çarlık yönetimi onu tekrar Kafkasya'ya sürgüne gönderdi.
1841 yılının şubat ayında izinli olarak St. Petersburg'a dönen Lermontov, umut doludur. Bir dergi çıkartmak konusunda girişimlerde bulunur. Ne var ki izin süresinin bitiminde görev yerine dönmesi için kesin emir alacaktır. Yolculuk sırasında hastalanır ve Piyatigorsk kentinde bir süre dinlenmek zorunda kalır. Bu kentte 27 Ekim 1841 günü, kralcı bir Fransız subayla düello yapar ve bu düellonun sonunda yaşamını yitirir. Özgürlükçü aydın kesimde, tıpkı Puşkin gibi bir düello sonucu genç yaşta ölmesi, derin bir üzüntüye neden olmuştur.
Yirmi yedi yıllık kısa yaşamına karşın Lermontov, şiirleri, tiyatro oyunları ve romanıyla Rus edebiyatının gelişimi üzerinde derin etkiler yaratmıştır. Kendisinden sonraki pek çok Rus edebiyatçı üzerinde Lermontov'un etkilerini görmek mümkündür. Fransız özgürlükçü düşüncesinden belirgin biçimde etkilenen aydın bir edebiyatçıdır.
Eserleri [değiştir]
- Хаджи-Абрек, "Hacı Abrek", 1835, şiir
- Маскарад, "Masquerade", 1835, oyun
- Бородино, "Borodino", 1837, şiir
- Кинжал, "Hançer", 1838, şiir
- Песня про царя Ивана Васильевича, "Çar İvan Vasilyeviç Hakkında bir Şarkı", 1838, şiir
- Дума, "Düşünce", 1839, şiir
- Бэла, "Bela", 1839, öykü
- Ветка Палестины, "Filistin'in Dalı", 1839, şiir
- Три Пальмы, "Üç Avuç", 1839, şiir
- Фаталист, "Kaderci", 1939, öykü
- Дары Терека, "Terek'ten Hediyeler", 1939, şiir
- Тамань, "Taman", 1840, öykü
- Воздушный корабль, "Zeplin", 1840, şiir
- Ангел, "Melek", 1840, şiir
- Герой нашего времени, Çağımızın Bir Kahramanı, 1840, roman
- Последнее новоселье, "Son Ev Görümlüğü", 1841, şiir
- Парус, "Parus" / "Yelkenli", 1841, şiir
- Спор, "Anlaşmazlık", 1841, şiir
- Валерик, "Valerik", 1841, şiir
- Сказка для детей, Çocuklar için Masallar, 1841, öykü
- Измаил-Бей, "İsmail Bey", 1843, şiir
- Демон, "Şeytan", 1857, şiir
- Ангел смерти, "Ölüm Meleği", 1857, şiir
- Тамара, "Tamara", şiir
- На смерть Пушкина, "Puşkin ve Ölüm Üzerine" / "Şairin Ölümü", şiir
Alexandre Dumas, oğul
Alexandre Dumas, oğul (27 Temmuz, 1824 - 27 Kasım, 1895) ünlü Fransız yazar.
Hayatı
Ünlü Fransız yazar Alexandre Dumas’nın gayrimeşru oğlu olarak Paris’te doğdu. Annesi Marie-Catherine Labay isimli bir kadın terzisiydi. 1831 yılında babası onu resmi olarak oğlu tanıdı ve iyi bir eğitim görmesini sağladı. Institution Goubaux ve Collège Bourbon’da eğitim gördü. Gayrimeşru oluşunun yanı sıra koyu esmer olan teni yüzünden de zorluk çekti. Özellikle okul yıllarında rengi nedeniyle arkadaşlarının şakalarına ve küçümsemelerine maruz kaldı. Renginin nedeni babasının atalarının soyundaki Haitili bir kadındı. Okulu yazma aşkı yüzünden terk etti ve yazmaya başladı. Kendini yazmaya verdi, bu nedenle de maddi sıkıntılar yaşamaya başladı. 21 yaşına geldiğinde büyük bir borcu vardı. 1844 yılında eşinden ayrılan babasıyla yaşamak için Saint-Germain-en-Laye’ye taşındı. Burada zengin erkeklerle beraberlikler yaşayan Marie Duplessis ile tanıştı. Bu kadın, Dumas fils’in başyapıtı olacak “Kamelyalı Kadın” (“La dame aux camélias”) isimli romana ilham kaynağı oldu. Bu ünlü yapıtını daha sonra oyun haline getirdi. İngilizce’ye “Camile” ismiyle adapte edilen yapıt, Verdi’nin 1853 tarihli La Traviata isimli operasına da kaynaklık etti. Dumas fils yazım hayatına şiir ve romanla başlasa da daha çok piyes yazmaya ilgi duymuştur.Kamelyalı Kadın ilk zamanlarda pek bir ilgi toplayamamıştı. Birçok tiyatro tarafından reddedildi. Sonunda Théâtre du Vaudeville tarafından kabul edilip sahnelendi. Roman olarak Kamelyalı Kadın ünlendi ve yazarın ününün yayılmasını sağladı. Dumas fils kazandığı para ile borçlarının bir kısmını kapattı ve annesine maddi yardımda bulundu. 1852 yılına kadar yaklaşık on iki roman daha yazdı, daha sonra kendini didaktik oyunlar yazmaya adadı. Bu oyunlarda özellikle ahlâki bozukluklara değinmekteydi. Ayrıca kendi yaşamındaki birçok olay ve beraberlik bu oyunlarına yansımıştır.
Evli bir kadın olan Nadeja Naryschkine ile gizli bir ilişki yaşamıştır. Bu ilişkisinden 1860 yılında bir kız çocuğu dünyaya geldi. Çocuğun doğumundan dört yıl sonra, 1864’te evlendiler. 1867 yılında ise yarı otobiyografik bir roman olan ve daha sonraları en önemli eserlerinden biri sayılacak, L’affaire Clemenceau’yu kaleme aldı. 1874’te Académie française’e kabul edildi. 1894 yılında da Légion d'Honneur ile ödüllendirildi. Bu arada 1885 tarihli Denis ve 1887 tarihli Francillon ile ününü arttırdı. Karısının ölümünden sonra sekiz yıllık metresi Henriette Régnier ile evlendi.
Alexandre Dumas fils Marly-leRoi’de, 27 Kasım 1895’te vefat etti. Paris’teki Cimetière de Montmartre’e gömüldü.
Başlıca Eserleri
- Kamelyalı Kadın
- Gayrimeşrû Çocuk
- Para Meselesi
- Yabancı Kadın
- Kibar Yosmalar
- Maznunun Hatıraları
- Karımı Niçin Ödürdüm (Clemencau Davası)
25 Temmuz 2012 Çarşamba
24 Temmuz 2012 Salı
Uzay Heparı
Uzay Heparı
Uzay Heparı | |
---|---|
Genel bilgiler | |
Doğum | 24 Temmuz 1969(1969-07-24) |
Ölüm | 31 Mayıs 1994 (24 yaşında) |
Meslekler | Besteci, Söz Yazarı, Yapımcı |
Etkin yılları | 1988-1994 |
Tarzlar | Pop |
Yayla ve Eti Heparı'nın oğludur. Saint Benoit Fransız Lisesinden mezun oldu ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Piyano bölümünü bitirdi. İlk olarak Zuhal Olcay'ın Küçük Bir Öykü Bu ve Akrep Nalan'ın Dağ Çiçeği albümlerinde piyano çaldı. Sezen Aksu ile müzik üzerine ortak çalışmalar yaptı. Sanatçının Deli Kızın Türküsü albümünde çalıştı, sahne çalışmalarında kendisine eşlik etti. Levent Yüksel, Sertab Erener ve Aşkın Nur Yengi gibi isimlerin albümlerinde besteci ve yapımcı olarak görev yaptı.
1993'te modacı Zeynep Tunuslu ile evlendi. 1994'te vizyona giren Atıf Yılmaz ın yönettiği Gece Melek ve Bizim Çocuklar filminde Derya Arbaş ve Deniz Türkali ile başrolde oynadı.
20 Mayıs 1994 tarihinde, Demet Sağıroğlu nun ilk albümü üzerinde çalışmaktayken, kısa süre önce aldığı motoru ile Etiler Koç köprüsü üzerinde Küfe Bar'daki programına gitmekte olan Demet Akbağ'ın park halindeki arabasına çarptı ve International Hospital'de 11 gün süren bitkisel hayatın ardından, 31 Mayıs 1994 tarihinde saat 10.50'de hayatını kaybetti. 1 Haziran'da Teşvikiye Camii'nden kaldırılan naaşı, Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi. Öldüğü sırada hamile olan eşi, 5 Ocak 1995'te oğulları Uzay Kanat Heparı'yı dünyaya getirdi. Zeynep Tunuslu eşinin ölümünden sonra Uzay Heparı ile tanışmasını, evliliğini, hastanede geçirdiği günleri, Uzay Heparı'dan sonra yaşadığı günleri ve oğlu Uzay Kanat Heparı'nın doğumuna kadar geçen süreyi anlattığı Mavi..., Melekler ve Sen isimli kitabı yayınladı.
Levent Yüksel in ikinci albümünde yer alan "Yas" adlı şarkıyı Sezen Aksu, Uzay Heparı'nın ölümünün ardından yazdı.
Candan Erçetin in ilk albümündeki "Daha" isimli şarkı Mete Özgencil tarafından Uzay Heparı'ya yazılmış ve şarkı Sezen Aksu tarafından bestelenmiştir. "Daha" ve "Yas" Uzay Heparı'nın ardından söylenmiş birer ağıt olarak adlandırılır.
Anısına 2008 yılında Uzay Heparı - Sonsuza adlı albüm yayınlanmıştır.
ilya repin (rus ressam)
Ilya Yefimovich Repin (Rusça: Илья́ Ефи́мович Ре́пин, Ukraynaca: Ілля Юхимович Рєпін, (5 Ağustos (eski takvimle 24 Temmuz) 1844, Çuguyev, Harkov Guberniyası, Rus İmparatorluğu – 29 Eylül, 1930, Kuokkala, Viipuri Eyaleti, Finlandiya) Rusya'nın önde gelen[1] ressam ve heykeltraşlarındandır. Peredvijniki (Geziciler) sanat okulunun bir üyesi olan Repin, çalışmalarının önemli bir bölümünü, doğduğu memleketi olan ukrayna'ya adanmıştı.[2] Gerçekçi eserlerinin çoğunda büyük bir psikolojik derinlik vardır ve mevcut sosyal düzenle olan gerilimi yansıtırlar. 1920'lerin sonlarında hakkında ayrıntılı eserler yayınlanmış ve yaklaşık on yıl sonra bir Repin tutkusu gelişmiştir. SSCB'deki "Sosyalist Realist sanatçılar tarafından örnek alınması gereken model bir "ilerici" ve "gerçekçi" olarak övülmüştür
22 Temmuz 2012 Pazar
19 Temmuz 2012 Perşembe
16 Temmuz 2012 Pazartesi
15 Temmuz 2012 Pazar
14 Temmuz 2012 Cumartesi
Bilge Karasu
Öykücü, romancı ve denemeci Bilge Karasu 1930'da İstanbul'da dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde öğrenim gördü. Ankara radyosu dış yayınlar servisinde çalıştı. 1963 yılında, Rockfeller bursuyla gittiği Avrupa'dan dönerek çevirmenliğe başladı. Ölümüne kadar Hacettepe Üniversitesi' nde uzman olarak çalıştı. 14 Temmuz 1995'de pankreas kanser tedavisi sürerken Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde öldü.
Bilge Karasu, bireyin sorunlarına ağırlık veren, onun günlük hayatındaki açmazlarını işleyen bir yazardır. Her insanın hayatında en az birkaç kere kafasından geçirdiği ya da yaşadığı (sevgi, dostluk, yalnızlık, tutku, inanç/inançsızlık, korku ve ölüm gibi) kavramları imgesel bir dille anlatır. Yazar günlük hayattan bahsettiği için, okuyucu hikâyedeki kahramanda ya da kişilerde kendinden parçalar bulur. Böylece kullanılan imgeleri de rahatlıkla bilinçaltında kendi yaşamına göre şekillendirip yorumlar, hikâyeyle okur arasında bir bağ oluşur. Çünkü Karasu, insanla/insanüstüyü, olağanla/olağanüstüyü yapaylığa düşmeden, metnin doğal akışı/hayatın da kurgusal akışı içinde verir Okurun hayal gücünü bir noktaya kadar özgür bırakır. Karasu kelimelerini özenle seçer. Dili işlenmiş, üzerinde çok çalışılmış, oynanmış bir dildir. Kullandığı arı Türkçe başka yazarlarda yapay ve zorlama dururken, onun metinlerinde hoş bir tat bırakır. Çünkü ritm düşünülerek, ses düşünülerek, görsellik düşünülerek kurulmuş, kurgulanmış, kusursuz olması istenmiş bir dille yazılmıştır.
Türkçe edebiyatın en özgün kalemlerinden biri olan Karasu "Gece" adlı kitabıyla Amerika'da verilen "Pegasus Ödülü"nü kazanan tek Türk yazardır; bu ödülle birlikte kitapları İngilizceye çevrilmiş ve ABD'nin çeşitli üniversitelerinde romanı Türk edebiyatı üzerine konferanslar vermiştir. Aynı zamanda felsefeci yanı olan Karasu, metinlerinde felsefi sorunları işlemiş, ya da onun metinleri felsefi incelemenin konusu olarak görülmüştür.Postmodern romanın Türkiye'deki önemli isimleri arasında değerlendirilmektedir
Eserleri
Öykü
- Troya’da Ölüm Vardı (1963)
- Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı (1970)
- Göçmüş Kediler Bahçesi (1980)
- Kısmet Büfesi (1982)
- Lağımlaranası ya da Beyoğlu
- Susanlar (2008) (öykü, şiir, deneme, röportaj)
Roman
- Gece (1985)
- Kılavuz (1990)
Deneme
- Ne Kitapsız Ne Kedisiz (1994)
- Narla İncire Gazel (1995)
- Altı Ay Bir Güz (1996) (ölümünden sonra yayınlandı)
Ödülleri
- 1963 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü, D. H. Lawrence’den çevirdiği Ölen Adam’la
- 1970 Sait Faik Hikaye Armağanı, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı ile
- 1991 Pegasus Ödülü, Gece ile
- 1994 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü, Ne Kitapsız Ne Kedisiz ile
Hakkında Yazılmış Kitaplar
- Bilge Karasu Aramızda (1997) (Hazırlayanlar: Füsun Akatlı, Müge Gürsoy Sökmen)
- Yazının da Yırtılıverdiği Yer (Bir Bilge Karasu Okuması) (2007); yazar: Cem İleri; Metis Yayınları