31 Ağustos 2011 Çarşamba

SONBAHAR-NAZIM HİKMET RAN

Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...


NAZIM HİKMET RAN

GEORGES BRAQUE

Georges Braque (d. Fransa, 13 Mayıs 1882 – ö. Paris, 31 Ağustos 1963) Fransız ressam ve Heykeltıraş. Pablo Picasso ile Kübizm akımını başlatmıştır.


Le Havre'da Belediye Güzel Sanatlar Okulu'nda öğrenim görmüştür. 1900'de Paris'e gitmiş; 19021904 arası Humbcrt Akademisi'ne devam etmiştir. Cezanne'in eserlerinin etkisiyle geometrik çizimlere yönelmiştir. 1907'de tanıştığı ressam Picasso ile birlikte Kübizm akımının temellerini oluşturmuştur. Picasso ile I. Dünya Savaşı'nın başlamasına değin birlikte çalışmıştır. Savaşta başından aldığı ağır yaralar nedeniyle 1915'te tedavi altına alınan Braque, bu dönemi, sanat olgusunu ve sanatın ilkelerini irdelemekle geçirmiş, düşüncelerini "Gündüz ve Gece, Defterler" (19171952) (Le ]our et la Nuit, Cahiers) adıyla 1952'de yayımlamıştır. Braque'ye, 1948 Venedik

29 Ağustos 2011 Pazartesi

27 Ağustos 2011 Cumartesi

26 Ağustos 2011 Cuma

Cemal Sait Tollu

 


Cemal Sait Tollu (d. 19 Nisan 1899, İstanbul - ö. 26 Temmuz 1968, İstanbul) Türk ressam.

1930 kuşağının önde gelen temsilcilerindendir. Resimlerinde yerel konuları kübist bir anlayışla işleyen Tollu, D Grubu sanatçılarındandır. Eserleri İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde, Milli Kütüphane Koleksiyonu’nda ve daha birçok resmi ve özel koleksiyonda yer alır.

19 Nisan 1899 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Beş çocuklu bir ailenin en büyük evladıydı Babası mühendis Sait Bey, annesi Hayriyet Hanım’dır Çocukluk yıllarının babasının işi nedeniyle Şam ve Diyarbakır’da geçirdi. Hicaz Demiryolları’nda çırak olarak çalıştı. İlk resim derslerini bu yıllarda emekli bir kolağasından aldı. 1919’da İstanbul’a döndü.

Sanatçı, İstanbul’a dönüşünde Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi)' ne kayıt yaptırdı ancak İstanbul’un düşman işgaline uğraması üzerine okuluna ara vermek zorunda kalarak Ankara' da Zabit Namzetleri Talimgahına katıldı. Burada aldığı askeri eğitimden sonra 1921’de süvari teğmen rütbesiyle Konya' daki süvari alayına gönderildi. 1923 yılında ordudan terhis oldu ve 1923-1925 arasında Edirne’de vagon tamircisi olarak çalıştı

Kurtuluş Savaşı’nın sonuçlanmasının ardından 1926' da İstanbul'a döndü ve eğitimine kaldığı yerden devam etti. Ortaokul resim öğretmeni olarak okulunu tamamlayan Cemal Sait, 1929’a kadar Elazığ ve Erzincan'da öğretmenlik yaptıktan sonra sanatını geliştirmek için ailesinin desteğiyle Münih ve Paris'e gitti. 1931-1932 arasında bir yılını geçirdiği Avrupa’da Andre Lhote, Hans Hoffmann, Fernand Leger ve Marcel Gromaire gibi ünlü sanatçıların yanında çalıştı. Paris’te iken Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin dördüncü sergisine, bir kadın portresiyle katıldı.

Paris dönüşünde Erzincan Askeri Ortaokulu’na öğretmen olarak atanan sanatçı, bu görevi 1935’e kadar sürdürdü. Cemal Sait, Türkiye'ye döndükten sonra ilk sergisini 1932’de Elazığ'da açtı.

1933'te D Grubu kurucuları arasında bulundu. Grup, ilk sergisini Tollu’nun akrabası olan Beyoğlu Kaymakamı’nın ayarladğı mekanda Narmanlı Han’daki Mimoza Şapka Mağazası’nda açtı. Cemal Tollu, grubun bütün yurtiçi ve yurtdışı sergilerine katıldı.
görseller

25 Ağustos 2011 Perşembe

24 Ağustos 2011 Çarşamba

22 Ağustos 2011 Pazartesi

19 Ağustos 2011 Cuma

Mehmet Tevfik Fikret


Mehmet Tevfik Fikret (d. 24 Aralık 1867, İstanbul - ö. 19 Ağustos 1915, İstanbul). Türk şair, öğretmen, yayıncı.

Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde yetişmiş devrimci, ulusçu, hümanist bir şairdir. Servet-i Fünun Edebiyat Topluluğu'nun lideriydi. Fikirleri, devrin aydınlarını etkilemiştir. Devrimci ve idealist kişiliği ile etkiledikleri arasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal de vardır. Çağına göre ilerici düşünceleri nedeniyle yaşadığı zaman dilimini sonraki dönemlere bağlayan bir isim olmuştur. Türk edebiyatının batılılaşmasında büyük pay sahibi bir şairdir. Manzum öykü biçiminde kaleme aldığı eserlerinde aruzu başarıyla kullanıp konuşma diline yaklaştırmıştı. Türk edebiyatındaki ilk çocuk şiir kitabı Şermin'in yazarıdır. Çok başarılı bir öğretmen olan ve ömrünün sonuna kadar öğretmenlik mesleğini sürdüren Tevfik Fikret, Ocak 1909'dan itibaren bir buçuk yıl süreyle Mekteb-i Sultani'nin müdürü olarak görev yapmış ve okulun efsanevi müdürü olarak ünlenmiştir




Ailesi, öğrenimi

24 Aralık 1867'de İstanbul’un Kadırga semtinde dünyaya geldi. Ailesi ona Mehmet Tevfik adını vermişti. Babası Hüseyin Efendi, Çankırı’nın Bayramören ilçesine bağlı Dalkoz Köyü’nden ayrılıp İstanbul’a yerleşmiş Ahmet Ağa’nın oğlu idi. Hüseyin Efendi, oğlu doğduğu yıl İstanbul’da belediye meclis üyesi ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nde memur olmuştu. Sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’nin Hama, Nablus, Akka, Urfa, Halep mutasarrıflıklarında bulundu Annesi Hacı Hatice Refia Hanım, 1822'deki Yunan ayaklanmasında kimsesiz kalıp Osmanlılar’a sığınmış ve Müslüman olmuş iki Sakızlı Rum çocuğunun kızı idi. Mehmet Tevfik'in Sıdıka adlı bir kızkardeşi vardı.
Hac ziyaretine giden annesi Refia Hanım, 1879’da dönüş yolunda kolera nedeniyle ölünce Tevfik Fikret, 12 yaşında öksüz kaldı. Babası, saraya jurnal edilerek Arabistan’a sürgüne gönderildiği için kızkardeşi ile kendisinin bakımını anneannesi ve büyük yengesi üstlendi. Henüz çocukken annesini kaybetmek, onu hayatı boyunca etkiledi. 19 yıl sürgünde kalan babası da sürgünden hiç dönemedi ve orada öldü.
Aksaray’daki Mahmudiye Valide Rüştiyesi’nde öğrenimine başlayan Tevfik Fikret, çok dindar bir ortamda yetişmekteydi. Okulu, 93 Harbi yenilgisinden sonra Rumeli’den İstanbul’a gelen göçmenlere tahsis edilince öğrenimine Galatasaray Sultanisi’nde devam etti.Bu yeni okula girişi hayatında bir dönüm noktası oldu. 11 yıl öğrenim gördüğü okulunda devrin önemli edebiyatçılarından Recaizade Ekrem, Muallim Naci, Muallim Feyzi gibi seçkin öğretmenlerin öğrencisi oldu. Şiir yazmaya lise yıllarında başladı. Öğretmenlerinin teşviki ile yazdığı ilk şiiri, Tercüman-ı Hakikat'de yayımlandı. Nazmi mahlasıyla yazılmış, gazel tarzında bir şiirdi. Okulu 1888 yılında birincilikle bitirdi.Eğitim manasında konuya başka türlü bakılırsa 1964 yılında Ankara'da onun fikrini yaşatma amacı ile Tevfik Fikret Lisesi kurulmuştur. Lise şuanda Fransızca eğitim vermekte olup Türkiye'de Tevfik Fikret'in mezunu oldugu Galatasaray Lisesi 'nin denkliğini almış tek okuldur.Çünkü, iki lise de Frankofon lise özelliğini taşır ve genel kanının aksine Fransız Liseleri değildirler


Memuriyet Yaşamı

Mezun olduğu yıl, Hariciye Nezareti İstişare Odası (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi)’nde katip olarak işe başlayan Mehmet Tevfik, kısa bir süre sonra geçtiği Maarif Mektubi Kalemi’nden bir yıl dolmadan istifa ederek ayrıldı. Yeterince çalışmadığını düşündüğünden iş deneyimi onu hayal kırıklığına uğratmıştı. İstifası sırasında, gecikmiş maaşlarının ödenmesini maaşı haketemediği gerekçesiyle reddetti. Bu olay, onun dürüstlüğünü efsane haline getirdi. Hazine tarafından yine de kendisine topluca ödeme yapılınca tüm parayı Göçmenler Komisyonu’na bağışladı. Sadaret Mektubi Kalemi’nde kısa bir süre çalıştıktan sonra 1889 Ağustos’unda İstişare Odası’nda tekrar muavin olarak göreve başladı. Bir yandan da Yüksek Ticaret Okulu’nda Fransızca ve Türkçe dersleri vermekteydi.

Mirsad Dergisi

Kısa bir süre sonra Trabzon Valisi olacak dayısı Mustafa Bey’in 15 yaşındaki kızı Nazime Hanım ile 1890 yılında evlendi, dayısının evine yerleşti. Şiir konusunda bir süredir suskun olan Fikret, İsmail Safa'nın yönettiği Mirsad Dergisi'nde "Bahar" şiirini yayımlayarak suskunluğu bozdu; aynı yıl Mirsad'da 18 şiiri daha yayımlandı. Derginin açtığı iki yarışmada birer birincilik alarak ününü arttırdı.

Mekteb-i Sultani'de Öğretmenlik

Osmanlı Lisanı Öğretmenliği Sınavını kazanarak 1892’de çok sevdiği Mekteb-i Sultani’ye atanması ile yaşamında yeni bir dönem açıldı. İlkokul üçüncü sınıf Türkçe öğretmeni olarak göreve başladığı okulda, Muallim Naci'nin vefatı üzerine edebiyat öğretmeni olarak çalışmaya devam etti. Hükümetin bütçede kısıntı yapıp memur maaşlarını yüzde on kesmesine tepki olarak 1895'te okuldan ayrıldı, inzivaya çekildi.

Malumat Dergisi

Mirsad Dergisi'nin kapanması ile şiir yayımlamaya yeniden ara veren Tevfik Fikret, öğretmenlik yaptığı sırada 1894'ten itibaren, arkadaşları Hüseyin Kazım ve Ali Ekrem'in ısrarı ile yeni çıkaracakları Malumat Dergisi'nin başyazarlığını üstlenmişti. Derginin kapandığı 1895 Mayıs'ına kadar 25 şiiri yayımlandı. Bunlar, eski şiirlerine göre daha batı tarzında şiirler idi. Şair, o yıllarda padişaha bağlı bir çizgideydi. Derginin ilk sayısında padişah Abdülhamit'i öven "Tebrik-i Veladet" şiirini yayımlamıştı.

Servet-i Fünun Dergisi

1895'te Recaizade Ekrem, Fikret'i bir bilim dergisi olan Servet-i Fünun'un sahibi Ahmet İhsan ile tanıştırdı ve onları dergiyi bir edebiyat dergisi haline getirmeye ikna etti. Dergi, Tevfik Fikret yönetiminde çıkmaya başladığı 256. sayıdan itibaren bir edebiyat dergisi haline geldi. Şair, 1895 yılının Haziran ayında oğlu Haluk'un doğumuyla baba oldu. O sıralarda sanat yaşamının en verimli devresini yaşamaktaydı. Şiirlerini "Mehmet Tevfik" yerine "Tevfik Fikret" olarak yayımlamaya başlamıştı.
Yönettiği derginin etrafında yenilikçi bir grup aydın toplanmıştı ve dergi, bu sanat topluluğuna ismini verdi. Sanatta hem içerik hem biçimde atılım yapmayı ilke edinen, ağdalı dilleri ve karamsarlığı ile tanınan topluluğun hareketine ise Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) denildi. Bu ekolde Fikret'in yanı sıra Halit Ziya, Cenap Şahabettin, İsmail Safa, Mehmet Rauf, Samipaşazade Sezai, Hüseyin Cahit, Ahmet Şuayip, Hüseyin Siyret gibi adlar bulunuyordu.Kurulan bu topluluk, siyasal eylemlerden uzak görünüyordu. Zamanla Fikret'in şiirlerindeki toplumsal boyut arttı, ulusalcılık ön plana çıktı. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Türkler'in büyük bir zafer kazanmasından etkilenerek kahramanlık ve zafer şiirleri yazdı. "Yenişehir Gazilerine" isimli şiirinde dünyaya meydan okudu.
Tevfik Fikret, 1896 yılı sonlarında Robert Kolej'de Türkçe dersleri vermeye başlamıştı, bu görevi ölümüne dek sürdürdü. Okul dışında kalan tüm zamanını dergiye veriyordu. O günlerde dostu İsmail Safa’nın evinde okuduğu Abdülhamit karşıtı bir şiiri, gözaltına alınmasına yol açtı. Evi arandı, söz konusu şiir bulunamayınca birkaç gün sonra serbest kaldı. Çok geçmeden, Robert Kolej'de bir çaya karısıyla birlikte gitmesi bahane edilerek gözaltına alındı. Bu olaylar, Fikret'te inziva düşüncesini derinleştirmişti; dostları Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf, Hüseyin Kazım, Dr. Esat da düşüncelerine katıldı; birlikte Yeni Zelanda'ya gitmeyi; bu gerçekleşmeyince Hüseyin Kazım'ın Manisa'daki çiftliğine yerleşmeyi düşündüler ancak Tevfik Fikret vazgeçince arkadaşları da vazgeçti. 1900 yılında ilgiyle karşılanan ilk kitabı "Rubab-ı Şikeste (Kırık Saz)"'ı yayımlayan Tevfik Fikret, Ahmet İhsan ile dergi yönetiminde uyuşamadığı için ertesi yıl topluluktan ayrıldı. Artık sadece Robert Kolej'de öğretmenlikle meşguldü. Ricası üzerine Servet-i Fünun'un yönetimini Hüseyin Cahit üstlenmişti. Birkaç ay sonra Sevet-i Fünun, Hüseyin Cahit'in Fransız İhtilali üzerine bir çevirisi yüzünden kapatıldı ve grup tamamen dağıldı.

Aşiyan

Serveti-i Fünun'un kapanması, baskılı yönetimden duyduğu karamsarlık, arkadaşları Hüseyin Siret ve İsmail Safa'nın sürgüne gönderilmesi, 1902'de kızkardeşi Sıdıka'yı kaybetmesi, babasının Irak'a sürülmesi ve 1905'te babasını da kaybetmesi, Tevfik Fikret'i çok yıpratmıştı. İstanbul’u ahlaksızlıkla suçlayıp lanetleyen ünlü "Sis" şiirini 1902 yılında İstanbul'un sisler altında olduğu bir günde yazdı.
Sıkıntılar içindeki şair, inziva düşüncesini gerçekleştirmek için Kadırga'daki konağın satışından elde ettiği parayla Robert Kolej'in yamacında, Rumelihisarı'nda planlarını kendi çizdiği bir ev yaptırmaya başladı. Üç katlı ahşap yapının inşaatı, 1905'te tamamlandı. Günümüzde Tevfik Fikret Müzesi olan eve eşi ve oğlu ile birlikte yerleşti. Toplumla arasına bir mesafe koyabileceği, mesleğine devam edebileceği, ülkenin gidişatını uzaktan izleyip eser üretebileceği bu mekana Aşiyan (yuva) adını verdi. Evinin bahçesine gömülmeyi vasiyet etti.
Tevfik Fikret için artık 'millet', 'din', 'tarih', 'kahramanlık' gibi kavramlar anlamsızlaşmaya başlamıştır. "Tarih-i Kadîm" şiirini din ve tarihe karşı, "Lahza-i Teahhur"'u Ermenilerin 1905'te II. Abdülhamid'e düzenledikleri suikastin başarısızlığına duyduğu üzüntü üzerine yazdı; ancak II. Meşrutiyet'in ilanına kadar bir daha hiç şiir yayımlamadı. Sürekli edebiyat üzerine düşünmekte ve Edebiyat-ı Cedide hareketinin içe dönük boyutunu aşacak bir edebiyat tavrına doğru ilerlemekteydi.

II. Meşrutiyet

Meşrutiyet'in ilanı, Tevfik Fikret'in inzivadan çıkmasını sağladı. Selanik'teki İttihat ve Terakki yönetiminin isteği üzerine Meşrutiyet'in İlanı'ndan 13 gün önce "Millet Şarkısı" adlı marşı yazmıştı. Devrimin habercisi olan bu marş elden ele dolaştı. Meşrutiyet'in ilanından sonra "Rücu (Geri Alış)" adlı şiirini yazarak İstanbul'a savurduğu lanetleri geri aldı.
Hüseyin Cahit ve Hüseyin Kazım ile "Tanin" adlı bir gazete çıkararak bütün gücüyle çalıştı. "Rücu" manzumesini "Sis" ile bir arada Tanin'in ilk sayfasında yayımlamıştı. Tanin, İttihat ve Terakki'nin yayın organı haline getirilmek istenince gazeteden ayrıldı.

Mektebi Sultani'de Müdürlük

Kendisine tekfli edilen Maarif Vekilliği'ni reddeden Tevfik Fikret, bu göreve getirilen Abdurrahman Şeref'in çağrısı üzerine Mekteb-i Sultani Müdürlüğü'nü kabul etti ve 1895'te istifa etttiği okula 1909 başında müdür olarak döndü. Okulun Beyoğlu'ndaki binası bir yangında yandığı için Beylerbeyi'ne taşınmıştı. Tevfik Fikret, eski binanın yeniden inşasını çok kısa sürede tamamlattı. Okula getirdiği yenilikler şikayete yol açmıştı. Toplantı salonunu mescidin üzerine yaptırdığı gerekçesiyle basının büyük eleştirilerine uğradı.  31 Mart gerici ayaklanması patlak verdiğinde Fikret, ayaklananların okulu yıkacakları haberini alınca "Sultani'yi yıkmak için önce beni yıkmak lazımdır" [8]diyerek okulun önünde ayakta dikilmiş, bir söylentiye göre kendisini okulun demir kapısına zincirlemişti. Ayaklanmadan sonra, meşru saymadığı bir hükümet için çalışamayacağını söyleyerek eşiğine kadar geldiği istifadan onu öğrencileri döndürdü. Ne var ki bir süre sonra eski Maarif Nazırının yerine atanan yeni nazır Emrullah Bey'le anlaşmazlığa düştü ve 1910'da görevini kesin olarak bıraktı; bizzat Emrullah Bey'in ricası dahi onu kararından döndürmedi.

İnziva

Tevfik Fikret, Mekteb-i Sultani Müdürlüğü sırasında Darülfünun'da edebiyat dersleri de vermekte idi. 1910’da bu görevinden de ayrılıp yeniden Aşiyan'da inzivaya çekildi ve yalnızca Robert Kolej'deki derslere devam etti.
Fikret, Meşrutiyet yönetiminden hayal kırıklığına uğramış, artık İttihat ve Terakki Yönetimi'ne muhalif olmuştu. 1911’de yayımladığı "Haluk’un Defteri"’nde artık tek umudu olarak gördüğü gençliğe seslenen ve onlara çalışkanlığı, yurt sevgisini öğütleyen şiirlere yer verdi. Aynı yıl yayımladığı "Rubab’ın Cevabı" adlı bir diğer şiir kitabında halkın acılarını konu edinen şiirler vardı.

Fikret ve oğlu Haluk

Oğlu Haluk’un doğumundan itibaren onun ileride milleti bilgisiyle aydınlatacak bir kahraman gibi yetişmesini arzulayan Tevfik Fikret, 1909 yılında on dört yaşındaki Haluk'u elektrik mühendisliği eğitimi alması için İskoçya’nın Glasgow kentine gönderdi. Oğlunun vatan ve millet için faydalı bir birey olması arzusunu “Haluk’un Vedâı” ve “Promete” adlı şiirlerinde dile getirdi. Ne var ki Haluk, yanına yerleştirildiği Hristiyan ailenin etkisi ile din değiştirip Hristiyanlığı seçti ve babasının düşlediğinden çok farklı bir yaşam sürdü. 1913 yılında Amerika’ya gidip ailesine izini kaybettirdi; 1916’da Michigan Üniversitesi’nde Makine Mühendisliği’nden mezun oldu. Tekrar ülkesine dönmeyen Haluk Fikret, 1943 yılından sonra kendisini dine verip rahip oldu ve 1965 yılında Orlando, Park Lake Presbyterian Kilisesi rahibi iken hayatını kaybetti

Son yılları

Şair, 1912’de, Trablusgarp Savaşı nedeniyle Meclisin feshedilmesine karşı öfkesini "Doksanbeşe Doğru" adlı şiirinde ifade etti. Bu şiiri, Nüzhet Sabit’in çıkardığı "Vazife Dergisi"’nde yayımlandı. Şiirinde, meclisin kapatılmasını, 36 yıl önce (hicri 1295 yılında) II. Abdülhamit’in meclisi kapatmasına benzetiyordu. Yalnızca padişahı değil, İttihat ve Terakki'yi de son derece sert biçimde eleştirmekte idi. Eleştirilerine, devrin yolsuzluklarını dile getiren “Han-ı Yağma”, yanlış bir kararla I. Dünya Savaşı’na girilmesini yeren “Sancak Şerif Huzurunda” şiirleriyle devam etti.
Fikret’in şiirleri devrin yöneticilerini kızdırmış ve şairin muhafazakar çevrelerden ağır eleştirilere uğramasına sebep olmuştu. Bu olumsuz tepkiler şairde büyük bir moral çöküntüsüne sebep oldu ve sağlığı bozuldu. Mehmet Akif’in kendisine Süleymaniye Kürsüsünde yönelttiği suçlamalara 1914'te kaleme aldığı “Tarihi Kadim’e Zeyl” adlı ünlü şiiriyle yanıt verdi[. Modern bir okul açma yeni bir edebiyat dergisi çıkarmak gibi projeleri vardı ama bozulan sağlığı nedeniyle bunları gerçekleştiremedi; Son yıllarında çocuk şiirleri yazmakla meşgul oldu. Yalın bir dille ve hece ölçüsüyle yazdığı bu şiirleri 1914’te yayımlanan "Şermin" adlı kitapta topladı. Kitaba, genç yaşta ölen kızkardeşi Sıdıka'nın kızı ve eğitimci Mustafa Satı Bey'in kurduğu Yuva adlı okulun öğrencileri ilham vermişti. Geçirdiği bir ameliyat sonrasında 19 Ağustos 1915’te hayatını kaybetti.

Galatasaray Spor Kulübü ile ilişkisi

1908-1909 yılları arasında Galatasaray Spor Kulübü' nün hâmi başkanı olarak kulübü koruyucu şekilde davranmış, dönemin şartlarından etkilenmemesi için elinden geleni yapmıştır.

Mezarı

Tevfik Fikret, kayınpederi Mustafa Efendi'ye Aşiyan’daki evinin bahçesine gömülmeyi vasiyet etmiş olmasına rağmen Aşiyan'ın sonradan kimin eline geçeceği konusundaki şüphe ve endişeler nedeniyle Eyüp'teki aile mezarlığına gömüldü. Mezarı, 1945'te müze yapılan evine 24 Aralık 1961’de geçirildi.

Ölümünden Sonra

Şairin ömrünün son haftalarında sık sık Aşiyan'a gelen, şairle yakın dosluk kurup portrelerini yapan Mihri Müşfik Hanım, ölümünden hemen sonra Tevfik Fikret'in yüzünün ve sağ elinin kalıbını almıştır. Bu, Türkiye'de bilimsel olarak hazırlanan ilk maske çalışmasıdır.
Galatasaray Lisesi’nin bahçesinde, onun anısına 1920’lerde yaptırılmış bir anma mezarı bulunur. Şair, Rıza Tevfik'in başlattığı bir gelenekle ölümünün ilk yılından itibaren ölüm yıldönümlerinde evinde anılmıştır. 1918'deki törene Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal de katılmıştı.

Edebî Kişiliği

Tevfik Fikret'in Tarih-i Kadim'i yok mu, işte o, dünyada yapılması gereken bütün devrimlerin kaynağıdır... Mustafa Kemal Atatürk
Tevfik Fikret manzum öykü biçiminde kaleme aldığı eserlerinde aruz ölçüsünü başarıyla kullanıp konuşma diline yaklaştırdı. Türk edebiyatındaki ilk çocuk şiir kitabı Şermin'i yazdı. Ömrünün sonuna kadar öğretmenlik mesleğini sürdüren Tevfik Fikret, Ocak 1909'dan itibaren bir buçuk yıl süreyle Mekteb-i Sultani'nin müdürü olarak görev yaptı ve okulun efsanevi müdürü olarak ünlendi.Tevfik Fikret'in edebi hayatı 1880-1896 ve 1896 sonrası olarak ikiye ayrılır. İlk döneminde parnasizmin etkileriyle yazdığı şiirlerinde Sanat için sanat anlayışını, ikinci döneminde toplum için sanat anlayışını benimsedi; şiirlerinde uygarlık ve özgürlük gibi konuları işledi. Ağırlıklı olarak sone ve terza rima nazım şekillerini kullandı. İlk döneminde kullandığı yabancı sözcük ve kalıplar nedeniyle dili oldukça ağırdır. Çocuk şiirlerinden oluşan Şermin dışında tüm şiirlerini aruz ile yazdı. Nazım şekillerinde ve şiirin yapısında yaptığı değişikliklerle şiir dilini düzyazıya yaklaştırmıştır.

Eserleri

  • Rübab-ı Şikeste(Kırık Saz) (1900)
  • Tarih-i Kadim (1905)
  • Haluk'un Defteri (1911)
  • Rubabın Cevabı (1911)
  • Şermin (1914)
  • Hasta Çocuk
  • Sis
  • Millet Şarkısı
  • Doksan Beş'e Doğru
  • Hanı yağma
  • Balıkçılar
  • Haluk'un çocukluğu
  • Rübab-ı cevab
  • Bir İçim Su

18 Ağustos 2011 Perşembe

Nezihe Meriç

Nezihe Meriç, Nezim, (d. 1925, Gemlik - ö. 18 Ağustos 2009, İstanbul), Türk yazar.

Türk edebiyatının önemli kadın öykücülerinden birisidir. 1970'li yıllardaki siyasî savrulmaları öyküleştirmiş, kadın ve çocuk sorunlarına eğilmiş bir yazardır
1925'te Gemlik'te dünyaya geldi. Çocukluğu Anadolu'nun değişik kentlernide geçti. Orta öğrenimini 1943'te Eskişehir Lisesi’nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Mezun olmadan, 1945’te öğrenimini yarıda bıraktı. Öğrenimi sırasında Verda Ün'den piyano dersleri almış olan Meriç, onbir sene boyunca (1945-1956) Heybeliada İlkokulu’nda müzik öğretmenliği görevinde bulundu. 1956 yılında yazar Salim Şengil ile evlendi.

1952 – 1972 yılları arasında Şengil’in çıkardığı Dost dergisi ve Dost Yayınları’nı yönetti. bu evlilikten Aslı adında bir kızı oldu. Nezihe Meriç'in ilk yazısı olan Ümit İstanbul Dergisi'nde 15 Şubat 1945’te N. Ufuk imzasıyla, ilk öyküsü Bir Şey ise Seçilmiş Hikayeler Dergisi'nde yayımlandı. Korsan Çıkmazı ile 1962 Türk Dil Kurumu, Bir Kara Derin Kuyu ile 1990 Sait Faik Armağanı, Yandırma ile 1998 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü, 2007’de ise Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’nü aldı. Kanser tedavisi görmekte olan Meriç, 18 Ağustos 2009'da İstanbul, Etiler'deki evinde hayatını kaybetti. Cenazesi, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.


Eserleri

Öykü

  • Bozbulanık (1953)
  • Topal Koşma (1956)
  • Menekşeli Bilinç (1965)
  • Dumanaltı (1979)
  • Bir Kara Derin Kuyu (1989)
  • Yandırma (1998)
  • Gülün İçinde Bülbül Sesi Var (2008)

Roman

  • Korsan Çıkmazı (1962)
Boşlukta Mavi

Oyun

  • Sular Aydınlanıyordu (1969)
  • Sevdican (1984)
  • Çın Sabahta (1984)

Çocuk Kitapları

  • Alagün Çocukları (1976)
  • Küçük Bir Kız Tanıyorum dizisi (7 kitap, 1991-1998 arasında)
  • Dur Dünya Çocukları Bekle (1992)
  • Ahmet Adında Bir Çocuk (1998)

Anı

  • Çavlanın İçinde Sessizce (2004)

Ödülleri

15 Ağustos 2011 Pazartesi

13 Ağustos 2011 Cumartesi

EUGENE DELACROIX

Ressamın ifadesi güçlü fırça darbeleri ve renklerin optik etkileri üzerine çalışmaları Empresyonistleri, egzotik olana tutkusu da Sembolistleri etkilemiştir. Fransız şair Baudelaire, onu "Rönesans'ın son büyük ressamı ve modern dönemin ilk büyük ressamı" olarak tanımlar.
Ressamlığının yanı sıra iyi bir taşbasma sanatçısı da olan Delacroix, William Shakespeare'in, İskoç yazar Sir Walter Scott'un ve Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe'nin eserlerinin taşbaskılarını yapmıştır.

Michelangelo ve Rubens gibi eski dönem sanatçılarının ruhunu eserleriyle yeniden hayata geçirse de, tarz olarak onların yapıtlarından çok farklı işler ortaya koymuştur. Fransız şair Baudelaire, ressamın bireyci romantik anlayışını şöyle tanımlar:"Delacroix tutkuya tutkuyla bağlıdır, ama tutkuyu mümkün olabilecek en soğukkanlı şekilde resmetmiştir." Delacroix, Fransız ressam Théodore Géricault'un sanat anlayışının takipçisidir ve İngiliz şair Byron'dan çok etkilenmiştir.

1830 yılında yaptığı Halka Yol Gösteren Özgürlük adlı yağlı boya tablosu,Fransız resim sanatının başyapıtlarından biri olarak kabul edilir

10 Ağustos 2011 Çarşamba

ÇİÇEK SENFONİSİ



ÇİÇEK SENFONİSİ

Çiçeklerin akşamlarını
Akşamların çiçekleri
Aydınlatır..

Çiçeklerin adlarını
Birbirlerine benzemezlikleri
Adlandırır.

Biri alır bir güneşi
Öbürüne yıldız sunar,
Biri öbürünü yağmurlandırır.

Bir başkası bir güzelliği
Akıl almaz çalımıyla
Karanlıklandırır.

Bir düğünü aklandırır biri,
Biri bir yalanı silerken
Biri bir ölümü anılandırır.

Biri bekler sabahları,
Biri gündüz diye çıldırır
Bir başkası aydınlığı akşamlandırır.

Biri bağlar-bahçeler içinde nazlı,
Biri kendi kendini doğurur bayırlarda,
Biri kayalıkları ayaklandırır.

Pencereden bakar biri,
Biri el sürdürmez kimseye,
Biri kendini ağaçlandırır.

Tırmanır biri el ermez dikliklere.
Biri yerlere yaslar yüzünü
Topraklandırır.

Biri ordusunu yayar birdenbire
Tarlalara, öbek öbek,
Kanlandırır.

Biri şarkılarla gözleri besler,
Yeşillikleri ve sevgilileri
Umudlandırır.

Çiçekler hep bekler gibidir,
Oysa hiç beklemezler;
Biri arılandırır, biri kuşlandırır.


Biri rüzgârlandırır gönülleri,
Biri kızdırır soğumuş külleri..
Biri de kendini kucaklandırır.

Biri tek başına yürür yazgısında,
Biri sepetlerde demet demet
Ününü kaldırımlandırır.

Biri vazolandırır kendini salonlarda,
Biri kurur bir kitabın içinde,
Biri de kafes arkasında saksılandırır.

Çiçekler bir şölen yaşamda,
Renklerin en büyük orkestrası..
Dursuz-duraksız çalar her insanda
Sevinci, aldanıyı, ölümü ve yası.

Özdemir Asaf

9 Ağustos 2011 Salı

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Diego Rodríguez de Silva y Velázquez





Diego Rodríguez de Silva y Velázquez (d. 6 Haziran 1599 – ö. 26 Haziran 1660), İspanyol ressam.

Kral IV. Felipe'nin sarayında baş ressam olarak çalışmıştır. Barok döneminin kendine özgü ressamlarındandır ve portreleriyle ünlenmiştir. İspanyol Kralı'na olan yakınlığı nedeniyle birçok soylunun ve saray yaşamının resimlerini yapmıştır. Resimlerinde ışık ve gölgeyi ustalıkla kullanmıştır. Kendi döneminde hakim olan sadece güzel olanı resmetmek geleneğini kırdığından ve doğal olan her şeyi resmeden ressamların ilklerinden biri olduğundan "gerçeğin gerçek ressamı" olarak anılmaktadır.

Hayatı

6 Haziran 1599'ta Portekizli bir Yahudi olan avukat baba (Juan Rodríguez de Silva) ile asil bir aileden gelen annenin (Jerónima Velázquez) ilk erkek evladı olara dünyaya geldi. O dönemde İspanya'da ailenin ilk erkek evladının annenin kızlık soyadını alması gelenek olduğundan, Velazquez adını aldı. Velazquez dil öğrendi, felsefe okudu, resim dersleri aldı. İlk resim öğretmeni ünlü ressam Francisco de Herrera idi. Uzun kıllı fırçalarla resim yapmasını büyük olasılıkla ondan öğrendi. Velazquez, sert mizaclı yaşlı bir ressam olan Francisco de Herrera ile bir sene kadar çalıştıktan sonra, 12 yaşında iken, daha kötü bir ressam fakat daha iyi bir öğretmen olan Francisco Pacheco'nun çırağı oldu. Beş sene onunla çalıştı. Oranlamayı, perspektifi ondan öğrendi, ayrıca, öğretmeni Sevilla'daki kalburüstü insanlara yakın olduğundan, Velazques dönemin edebiyat ve sanat akımlarındaki değişimleri yakından takip etmeye başladı ve ileride Saray'a girmesinden öğretmeninin yardımı oldu. Ressam olarak kısa zamanda ün sağladı. Daha on yedi yaşında bile olmayan Velazquez, şehir ressamları locasına kabul edildi. "Saka" o günlerde, Serville'de yaptığı resimlerdendir.
1618'te öğretmeninin kızı Juana Pacheco ile evlendi. İki kızları oldu. büyük kızları Francisca de Silva Velázquez y Pacheco (1619-1658), ilerde ünlü ressam Juan Bautista Martínez del Mazo ile evlendi; küçük kızları ise henüz bebekken öldü.
Tahta IV. Philip geçtiğinde, yönetimi Kont-Dük Olivares'a bırakıp kendisi resim sanatına yoğun ilgi gösterdi. Bu dönemde Velázquez Saray’a Kral ile tanışmaya çağrıldı ama gerekli ilgiyi göremeyip Sevilla’ya geri döndü. Aylar sonra Saray’ dan resmi bir davet alarak Kral’ ın bir portresini çizdi, bu eser IV. Philip tarafından büyük bir heyecan ile karşılandı ve Velázquez saray ressamlığına atandı. 1623'te Velazquez, ailesiyle birlikte Madrid'e gelip yerleşti. Kral Philip IV'in dostluğunu kazanan Velazquez, hayatının sonuna kadar da ondan yardım gördü. Valenquez yaşadığı süre boyunca, sarayın tek büyük ressamı oldu.
1627'te Kralice, İspanya'nın en iyi ressamını seçmek üzere yarışma düzenledi. Yarışmanın konusu, Müslümanlar' ın İspanya'dan çıkartılışını betimlemek idi. Velazquez kazandı.
1628'de Flaman ressam Peter Paul Rubens Madrid'e gelince, Kral Philip bu büyük sanatçıya İspanya'daki sanat eserlerini gezdirmek görevini Velazquez'e verdi. Yedi ay boyunca bu diplomatik görevi üstlenen Velazquez, ressam Rubens'i çok takdir etse de, kendi resimleri onun etkisi altında kalmadı. Ertesi yıl Kral, İtalyan eserlerini ve sanatçılarını görmeyi çok isteyen Velazquez'i İtalya'ya gönderdi. Bir buçuk sene süren bu seyahat sırasında Kral, ressamın aylıklarını kesmediği gibi, yol parasını da üstüne eklemişti. Sanatçı orada Michelangelo, Raphael gibi İtalyan ressamlarının eserlerini kopya ederek bir zaman çalıştı, o arada kendi için birkaç resim yaptı. Cenova, Milano, Venedik, Bologna ve Roma'yi gören ressam, "Yusuf’un Kanlı Giysisinin Yakup’a Verilmesi" ve "Vulcanus’un Dövülmesi" adlı eserlerini büyük bir olasılıkla Roma’da yaptı.
1631'de Madrid'e dönen Velazquez, Kral Philip'in sarayında ressamlığa devam etti. Kralın, kral ailesinin, saraydakilerin potrelerini yapıyordu. Konusunu tarihten alan Breda'nın teslim oluşu ile bir din resmi olan Haça Gerilme de o günlerde yaptığı ünlü tablolardandır.

İspanya'da bir sanat akademisi kurulmasına karar verilince, Velazquez eser satın almak üzere ikinci kez İtalya'ya gönderildi. Papa artık ünü iyice yayılmış olan sanatçıyı çok iyi karşılayarak bir portresini yaptırdı. Bu portre, ressamının yeni bir sanat arayışına yöneldiğini gösteren ilk eser oluşuyla da önemlidir. 1651'de İspanya'ya dönen Velazquez yeniden saray resimlerine başladı. Bunlar arasında en ünlüsü küçük prenses Margarita Maria'nın Las Meninas adlı tablosudur.
1659'da Philip, Velazquez'e şövalye unvanı verdi. Bu unvan onu Engizisyon baskısından kurtararak rahat rahat çalışmasını sağladı. 1660'da İspanyol prensesi Maria Theresa ile Fransa Kralı Louis XIV'ün düğün hazırlıklarını idare etti. Düğünü sanat yönünden zenginleştirdi. 26 Haziranda Madrid'e döndü, 31 Temmuza kadar hastalandı. Bu hastalıktan kurtulamayarak 6 Ağustos 1660'da, 61 yaşında iken ölen sanatçı büyük bir törenle San Juan Kilisesi'nin bahçesine gömüldü. O gömülürken Kral "artık ben mahvoldum" diyerek ağladı. Hayatı boyunca ressamı sessiz bir gölge gibi takip eden karısı, ölümünden çok kısa süre sonra, ressamın ölüdüğü odada öldü ve sonra kocasının yanına gömüldü.Sevilla'da ressamın anısına dikilen anıtın altında " gerçeğin ressamına" yazmaktadır.

Eser verdiği türler

Sanat yaşamının Sevilla'da geçen ilk döneminde "bodegon" türü eserler yaptı.. Bu tür, genelde mutfakta bulunan eşyaların, yiyecek ve içeceklerin insan figürleri ile birlikte resmedildiği, insan figürlerinin gündelik yaşamın içindeki mütevazi insanların içinden seçildiği bir resim türüdür. "Tavada Yumurta Pişiren Kadınlar" bu türde eserlerinin ilk örneklerindendir. Valazquez, yaklaşık on yıl kadar bu tür resimler yaptıktan sonra, Madrid'de saray ressamı olduğu dönemde portreler yaptı. Ama portreyi hiçbir zaman insan resmi çizmekten ibaret olarak görmedi. Resmini yaptığı Kral’ı ya da Kraliçe’nin yanına mutlaka bir ağaç ya da köpek gibi bir nesne ekledi, çok alışkın olduğu “bodegón”lardan gelen alışkanlıklarını bu portrelere yansıttı.

Eserleri

En ünlü eseri "Nedimeler (1656/57)" adını taşır. Dünya resim tarihinde üç boyutun ilk defa tuale taşındığı eserdir. Ressam tabloda bütünü ile yer almıştır, Kral ve Kraliçe ise odanın arka bölümündeki aynada belli belirsiz görünmektedir. Ressamın sağında beş yaşındaki Prenses Margarita merakla anne ve babasını izlemektedir, nedimeler ise onunla ilgilenmektedir. Resimdeki figürler duruşlarının tam harekete dönüşeceği anda gösterilmişlerdir. Bir rivayete göre Velázquez’in ölümü üzerine Kral bu tablo ile onun odasına girmiş ve başucunda, resimde ressamın göğsünde görülen kırmızı haccı çizmiştir. Bu haç Santiago şövalyelerinin sembolüdür. Bu resim, sonraki dönemlerde Velazquez'in "ilk kübistlerden" olduğunun iddia edilmesine yol açmıştır. Bunun sebebi, tablonun ortasında ve arkada duran bir aynadır. Bu ayna aracılığıyla Velazquez, mekansal uzamı deforme etmiştir. Michel Foucault, bu resim hakkında 13 sayfalık bir analiz yazısı yazmıştır. Pablo Picasso bu resimden çok etkilenen modern dönem ressamlarındandır.
"Dokumacı Kadınlar" adlı eseri, "Nedimeler" kadar tanınmasa da ressamın sanatının doruğu olarak kabul edilir. Resimde, Madrid’deki Santa Isabel halı fabrikasından bir sahne vardır: Ön planda iş başındaki dokumacı kadınlar, geri plandaysa üç kadının hayranlıkla seyrettiği ve Arakne temasının işlendiği bir halı görünür. Tabloya uzaktan bakıldığında derinlik kazanırken yakından bakıldığında her şey birbirine karışır. Soylularla çalışanları bir arada gösteren bir resimdir. Zenginlik, ihtişam, zerafet çeşitli nesnelerle, soylu kadınların sağlıklı duruşları ve neşeli halleriyle ve ışıkla vurgulanmıştır. Dokumacıların etrafında az ışık ve koyu renk görülürken mutluluğun rengi olan pembe soylulardan birinin giysisinde göze çarpar.
Bir diğer ünlü eseri "Aynadaki Venüs (1644/48)" adlı yağlıboya tablosudur. Zamanı için öncü sayılabilecek ilk çıplak kadın tablosudur. Londra'da sergilenmektedir. Bu tablonun yapıldığı tarihe kadar hiçbir İspanyol ressam Venüs’ü - Aphrodite - konu olarak seçmemişti. Geleneksel Aphrodite tasvirlerinin tersine figürü sırttan gösteren bu Barok tarzdaki kompozisyon İtalyan ressamlarının Velazquez üzerindeki etkisini de gösterir.
"Breda’nın Teslim Edilişi ya da Mızraklar (1634/35)" adlı tablosunda, Hollanda'daki Breda kentinin İspanyollar tarafından alınışını resmeder. İspanya’nın kazandığı zaferden çok komutan Spinola’nın insani tavrını öne çıkarmıştır. Resimde, şehrin anahtarını teslim eden komutanın gözlerini içine bakarak bu zor durumu biraz olsun hafifletişi anlatılmıştır. Kazanılan zafer sonrası fethedilen şehir şaşırtıcı bir şekilde tabloda görünmemektedir. Bu resimdeki detayları ancak bir fotoğraf makinası ile yakalamak mümkündür.
"Papa X. Innocenzo’nun portresi" gerçekçi ve içten anlatımı ile dikkat çekmektedir. 1650 tarihli ünlü bu tabloyu, İngiliz ressam Reynolds “Roma’nın en güzel tablosu” olarak görüyordu. Velazquez bu resimde bir yanda tek bir kişinin geniş halk kitleleri üzerindeki gücünü simgelerken diğer yanda kaba ve ters bir kişiliği olan Papa’nın bu özelliğini de göstermiştir.


RESİMLERİ

Feridun Fazıl Tülbentçi, (d. 1912, İstanbul - ö. 1982) gazeteci, şair, yazar, romancı.

Vefa Lisesi'ni, Yüksek Ticaret Okulu'nu bitirdi. Ardından basın hayatına atıldı. Ulus, Vatan, Cumhuriyet, Hürriyet gazetelerinde yazarlık yaptı. Daha sonra İstanbul Radyosu'nda görev aldı. Edebiyata şiirle başladı. Tülbentçi, radyoda "Geçmişte Bugün" adlı programı hazırladı. Tarihi romanlar yazdı.

Eserleri [değiştir]Barbaros Hayrettin Geliyor,
Büyük Türk Zaferleri,
Cem Sultan,
Hurrem Sultan,
İstanbul'un Fethi (İstanbul Kapılarında),
Osmanoğulları,
Sultanların Aşkı,
Tarihe Şan Veren Türk,
Turgut Reis,
Türk Atasözleri ve Deyimleri,
Türk Tarihinden Sayfalar,
Yavuz Sultan Selim Ağlıyor,
Geçmişte Bugün.
Şanlı Kadırgalar

4 Ağustos 2011 Perşembe